- 1212 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DÜŞÜNCENİN GÖKKUŞAĞI
Hayatını Türk irfanına adamış, küçüklüğünden beri çileli hayatında yalnız, dertli, sevgiye muhtaç… Tek sığınağı kitaplarla dost, öğrenmeye aç… Hakikati arayan, sorgulayan, düşünen bir mizaç… Karanlık dünyasında ışık saçan, uyanık bir bilinç… Düşüncenin kırkambarı kim olabilir, düşündünüz mü hiç? Tabi ki, kendi deyimiyle bir fikir işçisi Cemil Meriç…
Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir. Sağ-sol, gerici-ilerici ifritlerinin sloganlaşıp insanları yönettiği, aklın sustuğu fakat namluların konuştuğu kırık yıllarda ortaya çıkıyordu. Türk insanının uyuşan şuurunu tarihin, ilmin, hakikatin mızrağıyla uyandırmak istiyordu.“Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın daha doğrusu bir ülkenin; idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim.”
Yangından kaçar gibi memleketinden uzaklaşan aydınları eleştiriyordu. Aydınlar arasında düşünce birliği yoktu. Tanzimattan beri Türk aydınının alınyazısının, aldanmak ve aldatmak kelimelerinde düğümlendiğini söylüyordu. Edebiyatımız gölge bir edebiyat, düşüncelerimiz gölge düşünce. Toprak kaybedilen en değersiz şeydi belki de. Türkiye ruhunu kaybetmişti. Bu cinayet biz aydınlar dâhil hepimizin eseri diyordu. Çareyi yine kendisi söylüyordu: “Zindanımızı yıkmak, mimarı ve işçisi cehaletimiz olan zindanı. Önce kendimizi tanımalıyız. Nasıl bir tarihin çocuklarıyız? Ne soran var, ne bilen. Birleşmek ve düşünmek zorundayız…”
Cemil Meriç, sessiz yığınların sesiydi artık. Geri kalmış yaftasını Türk insanını göğsüne yapıştıran Avrupa’ya karşı bir isyandı. O, daha küçük yaşlarda Fransızca eğitim almış, batının doğru ve yanlış yönlerini onlardan daha iyi tahlil etmişti. Çağdaş uygarlık ninnileriyle kendi öz değerlerinden koparılan ülke gençliğini uyandırmaya çalışıyordu. “Ne batıyı tanıyoruz ne doğuyu…En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz Müslümanlığından, doğululuğundan, Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik.” Bir başka şözünde: “Ne yazık ki Batı’dan pozitivizmin döküntüsünü almışız. Batı sırtını maveraya çevirmiş, ruhunu şeytana satmış ama madde dünyasında zaferler kazanmış, kıtalara ferman dinletmiştir. Avrupa yarım. Biz yarım bile değiliz.” diyordu.
Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede düşünce adamı olmak zor olsa gerek. Tabuları yıkmak zordu, her adımda şuura dur emrini veren, düşünene nefes aldırmayan tabuları… Meriç’in deyimiyle çağdaş Türk aydını mağaradadır. Bu taassubun yıkılıp, hakikatin mağaranın dışında aranması gerekir. Işık Doğu’dan gelir. Bu ülke maddeci kültürden mana dolu irfana dönmelidir. “Murdar bir halden, muhteşem bir maziye kanatlanıp uçmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.”
Meriç, hayatını iki kelimeyle özetler: “Öğrenmek ve öğretmek.” Fransız düşüncesinden Hint Felsefesine, Rus romanından İran şiirine kadar her konuda çalışmış, çeviriler yapmıştı. 1954 yılında ileri derecede rahatsızlık çektiği gözlerini kaybediyordu. Görmeyi çok istediği Paris’e tedavi için gitmişti. Ama ne Paris’i görebildi ne de tedavi olabildi. Bu yüzden daha otuz sekiz yaşında karanlığa gömülürken; “Yaşamak, yaralanmaktır. Yaralanmak da güzel…” sözü hayatın gerçek manasını hafızalara kazıyordu.
Tıpkı Reyhanlı’da geçen çocukluğunda olduğu kadar yalnızdı. Bir Rumeli göçmen ailenin çocuğu olarak dışlanmış ve içine kapanmıştı o zamanlar. Yine dost olarak kitaplara sarılacaktı. Azim, sabır ve çalışma…Necip Fazıl Meriç için: “Allah’ın, iç gözü iyi görsün diye dış gözünü kapadığı sahici münevver.” diyordu. Karanlıkta parlayan bir yıldız gibiydi. Düşünce dünyasını ışıklandıran yeni bir dönem başlamıştı. Ömrünün geriye kalan kısmında eserleri duru bir kaynaktan akarcasına yayınlanıyordu. Yaptığı eşsiz çeviriler takdir topladıkça, hayata tutunma sevinci artıyordu.
Hangi taraftaydı? Uç noktalardan uzak, Araf’taydı. “Ben tarafım; hakikatin tarafıyım!” sözleri yaşam felsefesini özetliyordu. Her kesimi kucaklayan, kelimelerin rengini sevdiren, sanatın ve düşüncenin gökdelenlerini inşa eden bir ustaydı. Yıkıcı ve ideolojik kutuplaşmadan kurtararak insanlığın ortak mirasına sahip çıkacak bir kültür ve medeniyet anlayışının benimsenmesine çalışıyordu. Meriç’in ölümünden çeyrek asır sonra bile dünya, hoş görü ve diyalog ortamına muhtaç değil midir? Eserlerini okuyanlar, görüşlerinin hala güncelliğini koruduğunu anlayacaklardır.
“Darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat, her düşünceye saygıdır.” sözü ne kadar kucaklayıcı, “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.” sözü de ne kadar insancıl olduğunu göstermiyor mu? Talebelerine: “Bu memlekette sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur, bu memlekette namuslu ve namussuzlar vardır. Siz namuslulardan olun.” diyordu.
Okumayı ve yazmayı çok seviyordu. Dört yaşında öğrenmişti okumayı. Canlı bir kütüphaneydi. Birikimleri okuyucularına yeni ufuklar açıyordu. Kütüphanedeki insanları daha çok seviyordu. “Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.” Yine kitaplar için: “Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar belki açmazlar.” Bize bu şişelerin ağzını açmak ve yaldızlı kelimelerin raksını ruhumuzda hissetmek düşüyor.
Bu ülkenin gür sesi, vicdanı Meriç’in eserlerini okuduktan sonra olaylara, fikirlere daha geniş bir çerçeveden bakıyor insan. Okumanın, kelimelerin büyüleyici atmosferinde nefes alıp vermenin hazzını yaşıyorsunuz. Kendi mağaralarımızın kapısını açmak… Farklı düşünceleri önyargısız yaklaşarak tanımak… Saygı, hoşgörü içerisinde muhasebe yapmak… Maziyi muhafaza, fakat ayıklayarak. Yeniyi kabul, ama seçerek… Öz değerlerimizi kaybetmeden değişim ve yenilikleri benimseme, güzellikleri kendi irfan hazinemize katmak… Taklitten uzak, sorgulamaktan ve doğruyu söylemekten korkmayan bir nesil yetiştirmek… Temel gayemiz bu değil mi zaten? “Geç kalmış bir muhasebeyi” yapmanın tam zamanı.
Hayatta iken yeterince kıymetini bilmediğimiz Milli ruhumuz, seni unutmayacağız hiç! Düşüncenin gökkuşağı olarak gönüllerimizde hep yaşayacaksın Cemil Meriç.
Muhittin Alaca
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.