- 940 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Siyah Şeytan / Kurtlar Ve Beş Asker - 3
-Ahmet, sen benle beraber İdris’e yardım et Onu ağaca çıkartmalıyız. Ali sen ağaca çık, İdris’i yukarı çek. Hepimiz ağaca çıkmalıyız, belki ağaçta hayatta kalabiliriz, tabi donmazsak eğer.
Ali, bir çırpıda ağaca çıkmıştı bile, şimdi ağacın üzerinden, biraz daha geniş bir alanı görebiliyordu bu tipinin içinde, ama gözleri korkuyla daha da irileşmişti bir anda ve aşağıya bağırdı;
-Çavuşum, etrafımızda yüzlerce kurdu görebiliyorum, her yanımızdalar, buradan hiçbir yere gidemeyiz. Burada kapana kısılmış gibiyiz.
Gerçekte de öyleydi zaten, Siyah Şeytan bu planı bilerek hazırlamıştı, O havanın ne zaman fırtınaya döneceğini çok iyi biliyordu. Bu Onun intikam planıydı. Her biri için ayrı, ayrı hazırlanmıştı sanki. Sürünün biraz gerisinde, bir komutan edasıyla kurtlarını yönlendiriyor, gözlerindeki kızıllıktan kurtlar bile korkuyordu. Simsiyah renginin verdiği ölüm korkusu da, ihtişamını perçinliyordu.
Ömer böyle bir şeyin olacağını sanki bir gün biliyor gibiydi, çocukluğundan beri kurt avlardı ve ara sıra, kırmızı gözlü, simsiyah bir kurdun rüyasında, tam yüzüne atlarken görerek uyanırdı kan ter içinde.
Ahmet, İdris’i kaldırmaya çalışıyor, İdris ise sanki vücudunun bittiğini bilerek buna karşı çıkıyor, eliyle Ahmet’i itiyordu. Ağzından zorla dökülen birkaç kelimede;
-Ahmet, kardeşim beni bırak, ben bittim. Siz çıkın ben sizi beklerim, hadi acele edin.
Ömer Çavuş, İdris’in dediğini gayet mantıklı karşılamış bir edayla yedek şarjörünü mermisi bitmiş olan İdris’e uzattı. Ahmet olanları kabullenemiyordu bir türlü.
-Hayır, onu bırakmayacağız, asla diye bağırıyordu.
Ömer Çavuş, Ahmet’i kolundan çekerek ağaca çıkmasını söyledi ama Ahmet bir türlü kabullenmek istemiyordu, Çavuşuna dönerek;
-Çavuşum, sen çık, ben biraz daha kalayım siz beni korursunuz yukarıdan
-Tamam, ama çok dikkat et , bak kurtların sesleri de kesildi, bu hiç hayra alamet değil.
Ahmet başını sallayarak İdris’in yanına çöktü, silahını da ağaca dayadı, artık İdris’te iyice kötüleşmiş bir ölüm sessizliğine bürünmüştü. Ahmet cebinden hiç ayırmadığı Kur-an’ı çıkararak arkadaşı için okumaya başlamıştı. Bu arada Ali’de sürekli etrafını gözetliyor ve bu sürekli çılgınca dönen canavarları izliyordu. Ömer ise ellerinde kalan malzemeleri ağacın dalına çıkartmış ve kendiside çıkmaya hazırlanıyordu ki, bir ses duyuldu;
-Allah....
-Allah’ım sen yardım et bana,
-Eşhedüenlailaheillal.....
Gördükleri manzara korkunçtu. Dört kurt Ahmet’e saldırmış Onu açığa doğru sürüklemeye çalışıyorlardı. Bu savaş Ömer Çavuş’un tam önünde olmaktaydı, birden tüfeğinin ağaçta olduğunu hatırladı ve Ali’ye bağırdı.
-Aliiiii, vur şu Allah’ın belalarını, çabuk ol,
Ali ise ağlıyordu, gördüğü manzara kan dondurucuydu, kurtlar arkadaşlarını parçalayarak sürüklüyor, Ahmet ise elinden geldiğince direnmeye çalışıyordu nafile,
-Vuramam, Ahmet’i vururum, ateş edemiyorum, çavuşum.
-Ali vur dedim sana, acele et, acele...
Ali ağlayarak elindeki tüfeği yere fırlattı ağaçtan, Ömer büyük bir kızgınlık ve hırsla silahı yerden alıp nişan aldığında ise her şey çoktan bitmişti. Şimdi sadece Ahmet’in feryatları duyuluyordu, tipi içinde kaybolmuşlardı. Ahmet’e karşı daha da acımasızlaşmışlardı, Ömer ve Ali’ye dakikalarca Ahmet’in feryat ve bağırışmalarını yani can çekişmesini dinletiyorlardı. Ömer yapacak hiçbir şey olmadığını anlamıştı. İdris’e yöneldi, en azından Onu kurtarmalıydı, fakat bu hengame içinde geçen birkaç dakikada Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Şimdi bir Ali birde kendisi kalmıştı beş kişiden geriye, Ali’ye dönerek,
-Kardeşim kurtulacağız buradan, metanetini kaybetme sakın,
Dedi ama Ali’de bir gariplik vardı, gülüyordu sadece, Ömer hiçbir anlam verememişti, zaten neyin anlamı vardı ki şu anda, tüfeği ağaca uzatıp çevik bir hareketle ağaca çıkıverdi, manzara gerçekten korkunçtu, her yerde kurtlar koşuşturuyordu. Daha çok şey görmek için bu tipide daha yüksek dallara çıkmaya karar verdi, Ali’ye dönerek;
-Kardeşim ben daha yukarı dallara çıkacağım, tüfekleri tut, sakın korkma tamam mı?
Ali başını salladı, manasızca, Ömer kendi tüfeğini de Ali’ye uzattı, birkaç dal daha yukarı çıkarak etraftan bir şeyler görebilme ümidiyle pürdikkat etrafı gözetlemeye başladı. Bu arada aşağıdan gelen bir ses duydu, inanamadı gördüğüne, Ali tüfeklerle beraber yere inmiş tüfekleri bırakmış hem ıslık çalıp hemde;
-Gel kuçu, kuçu, gel oğlum...
Diye eliyle kurtları çağırıyordu. Ömer olup biteni anlamıştı. Ali aklını kaçırmıştı. Aslında haksızda sayılmazdı. Acele ile aşağıya inmeye başlayıp bir yandan da Ali’ye bağırıyordu,
-Ali, çabuk ağaca çık acele et, gözünü seveyim kardeşim, ne olursun.
-Ömer, bak ben köpekleri çok severim, ne güzel değimli?
-Bak ne güzel geliyorlar, gel oğlum, gel hadi...
Ömer daha birkaç dal inmemişti ki, gözü dönmüş kurtların dördü birden üzerine atladılar Ali’nin, kim bilir belki ölüme kendisi gittiği için mi nedendir bilinmez ama, ölümü o kadar çabuk olmuştu ki, şimdi kardeşi de İdris’in hemen yanında yerde yatıyordu. Kurtlar Ali’yi öldürdükten sonra Ona dokunmadan yanında beklemeye başladılar. Ömer silahların yerde kaldığını biliyordu, beklide kurtlar da biliyordu ve artık kaçmıyorlardı. Ağacın her yanını sarmışlardı bir anda, Ömer ise silahsız kalakalmıştı bu ağacın tepesinde.
Sanki gelmesi muhtemel birini bekliyor gibi sürekli uzaklardan kurtlar geliyor ve ağacın etrafında oturup bekliyorlardı. Ömer çaresizlik içinde onları izliyordu. Şimdi yüzlerce kurt birikmişti.
Sükunet, öyle bir sessizlik sarmıştı ki ortalığı zaten tipi de etkisini kaybetmeye başlamış kar daha kanın yağıyordu. Tüm kurtlar aynı anda sanki babaları, sanki komutanları gelmiş gibi aynı yöne çevirdiler başlarını. Tabi Ömer’de. Anlamıştı aslındı bu sessizliğin sebebini, gelen o Siyah Şeytan olmalıydı.
Evet, gelen ta kendisiydi, yüzlerce kurdun arasından yavaş, yavaş geçerek ağacın altına kadar gelmişti. Yüzündeki öfke diğerlerinin hiç birinin yüzünde yoktu. Öyle bir kinle bakıyordu ki Ona tarifi mümkün değildi ve rüyalarında ki yüzle karşı karşıyaydı işte. Geceleri rüyasında yüzüne atlayan işte bu Siyah Şeytan’dı. Ömer ağaçtan korkusuzca bağırdı Siyah Şeytan’a;
-Ne istiyorsun bizden Allah’ın belası.
Onun verdiği cevapsa çok netti, sadece dişlerini gösterip hırlamakla yetindi,
-Sana ne yaptık biz, bu intikam hırsı neden? Senle yollarımızın kesişeceğini biliyordum, madem beni istiyorsun bekle o zaman, geleceğim ama sadece sen ve ben tamam mı? Eğer beni istiyorsan kendin alacaksın.
Ömer delirmiş gibiydi, ama dediklerini anladığını çok iyi biliyordu bu Siyah Şeytan’ın ve gerçektende anlamış olmalı ki, hırlamalarla karışık uluma sesleri ile diğer kurtlara bir şeyler anlattı sanki, diğer kurtlar biraz geriye açılmıştı şimdi. Ağacın altını iki düşman için boşaltmışlardı. Ömer bu şeytanı öldürürse eğer diğerlerinin Ona dokunmayacaklarını gayet iyi biliyordu. Çünkü O sürü lideriydi ve kim sürü liderini öldürürse Onun sözü geçerdi.
Ömer, yavaşça arka cebinden baba yadigarı çakısını çıkartıp açtı ve eline sardı ceketinden yırttığı bir parçayla, kurtlar akıllı hayvanlardı, eğer aşağı indiğinde başka bir silaha uzanırsa diğer kurtların onu anında parçalayacağını biliyordu.
Eğer dövüşecekse, bu Siyah Şeytan’la göze göz, dişe diş olmalıydı, şimdi çakısı elinin içinde hiç görünmüyordu, yavaş, yavaş aşağıya inerken bildiği tüm duaları okuyordu hem kendisi için hem de ölen tüm kardeşleri için. Bu savaş burada ve şimdi bitmeliydi. Her şeyden ve kendinden vazgeçmiş, şimdi düşmanının gözlerinin içine bakıyordu. Bir kendisi kalmıştı, şimdi ihtimalleri hesaplıyordu, zayıf yeri neresiydi bu baş belasının, bildiği tek şey kurtların en zayıf anlarının yemek yerken olduğuydu, ona öyle bir yem vermeliydi ki, elindeki çakısıyla bu gaddar ve korkusun düşmanın gırtlağını kesebilmeliydi. Tipi etkisini iyice kaybetmiş ve kar yağışının sükuneti ve saydamlığı altında, yüzlerce kurdun içindeydi, Onlarda bu savaşı biliyor ve kabulleniyorlardı anlaşılan. Bu bir meydan okumaydı zaten.
Yere inmişti ve çok yavaş hareketlerle Siyah Şeytanın karşısına geldi. O kırmızı gözlerinden artık korkmuyordu. İçinden bir an düşman olmadıklarını ve sanki elini uzatıp Onu sevebileceğini düşündü ama bu hayal kısa sürdü. İlk hamleyi yapan kendisi oldu ve çok kısa süren bir boğuşma ve sessizlik artık Boduro Yaylasında. Ömer Çavuş ve Siyah Şeytan yan yana yerde yatıyorlardı, her ikisi de istediğini elde etmiş, Siyah Şeytan, Ömer Çavuş’u boynundan ısırmıştı. Aslında Ömer Çavuş buna kendisi müsaade etmişti, çünkü istediği fırsatı elde etmiş ve çakısını düşmanının boynuna, şah damarına sokmayı başarmıştı. Şimdi ikisi de yerde can çekişiyordu. Kurtlar ayağa kalkmış ve büyük bir dikkat ile Siyah Şeytanı izliyor ve sanki ayağa kalkmasını bekliyorlardı.
Ömer şimdi kendini çok yalnız hissediyordu. Gökyüzüne bakıyor ve köyünü eski günlerini düşünüyordu. Sevdiği aklına gelmişti, Asiye, asi ve gururlu kız, bir kez öptürmemişti daha Ömer’e gül yüzünden. Hep şöyle derdi ona, ’Kırmızı kar yağmadan, ya da benle evlenmeden öpemezsin’ diyordu. Şimdi kırmızı kar yağıyordu, her şey daha da kızıla boyanırken sevdiğini düşünüyor ve kalbinin atışlarının yavaşladığını hissediyordu.
Birden kurtlar uzaklara çevirdiler bakışlarını ve gözlerinde korku giderek büyürken aceleyle kaçmaya başladılar ormana doğru. İnsan sesleri geliyordu uzaklardan ve yakınlaşıyordu gitgide, Ömer şimdi yerde en büyük düşmanı ile yan yana yatarken gelenlerin Onu kurtaramayacağını çok iyi biliyordu. Şimdi gelenlerin seslerini çok iyi duyabiliyor ama kızıl bir duvardan başka hiçbir şey göremiyordu.
-Mahmut, oğlum çabuk etrafa bak, başka asker var mı? Allah’ım sen büyüksün, ne olmuş burada, bir sürü kurt, askerler, inşallah yaşayan vardır?
-Tahsin Emmi ne diyorsun, ne olmuş ki burada, sen böyle bir şey gördünmü daha önce? Kurtlar böyle yapmazlar ki, baksana hiç birini yememişler, sadece öldürmüşler, sanki intikam alır gibi, kim bilir, kaç saat sürmüş bu savaş, baksana her yer, kurt ölüsü boş kovan ve kan.
-Babaaa, koş acele at, komutan yaşıyor galiba,
-Çekil şöyle oğlum, siz diğerlerine bakın, yaşayan var mı çabuk olun,
-Komutan, komutan beni duyuyor musun?
-Komutan, ölme be oğlum, dayan be, hadi Allah aşkına,
Oysa komutan çoktan Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, en büyük düşmanını öldürdüğünden mi, yoksa sevdiğini ilk defa öptüğünden mi yanağından, bilinmez ama yüzünde çok güzel bir tebessümle gitti ebediyete.
Şimdi, Muhtarın iki adım ötesinde yerde yatan Siyah Şeytan ise gerçekte, bundan bir yıl önce bir koyununu kaybettiğinde Muhtar bunu kurtlardan bilmiş ve çıktığı kurt avında eşini ve yavrularını öldürmüştü. Siyah Şeytan insana olan kinini içine atmış ve beklemişti en uygun fırsatı. Şimdi oda yerde cansız yatıyordu ama sanki oda mutluydu.