- 3432 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK GİBİ ŞİİRLER ŞİİR GİBİ AŞKLAR
Sabahattin Ali 21 Ağustos 1927’de İstanbul Muallim Mektebini bitirdi ve Kasım ayında Yozgat ta öğretmenliğe başladı.
Sabahattin Ali, İstanbul’ daki kız arkadaşlarından Nahit Hanım’ı seviyordu. Öğretmen olmak için açılan kursta tanışmıştı onunla, pek hoşlanmıştı. Hiç yanından ayrılmıyor, fakat bir türlü de içini açamıyordu. Herkes aşık olduğunu öğrenmişti. Nahit Hanım ise Sabahattin Ali’yi ancak bir arkadaş olarak seviyor, kendisini izlemesinden tedirgin oluyordu. Sabahattin Ali bunu sezmekte gecikmedi. Yozgat’a gidince kendini yalnız ve mutsuz duyması biraz da bundandı. Yozgat’ tan ona yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
‘’….Ah Nahit, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor. Halbuki insan ıstıraplarını, tahahüslerini söylemek için mutlaka birisine muhtaç…Ne yalan söyleyeyim, beni senin kadar anlayacak kimse aklıma gelmiyor…Oradan gelirken aramız biraz şeker renkti…Fakat buraya gelince hissettim, anladım ki-hiçbir başka düşünce ve arzu olmamak şartıyla-seni kardeşim kadar seviyormuşum…Ah ayın on dördü sultan,ne olurdu benimde senin gibi bir kardeşim olaydı…’’
Sabahattin Ali bu açıklamasına karşın, mektubuna bir cevap alamadı. Artık umutsuzluğa kapılmıştı. Öyleyken aşkı sürüyor, özlemi ve acısı artıyordu. Nitekim 2 Şubat 1928’de Servet’i Fünun’da çıkan ‘’Bir Macera’’ şiirinde bunu dışa vuruyordu:
Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi
Ne ufak bir temayül, ne bir iltifat gördüm
Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi
Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm…
Bu bir taraflı aşkta hiç durmadan Allahım,
Ümitsizlik sararken beynimi bir ağ gibi;
Ben yine seviyorum onu…Aman Allahım!..
Bir macera görmedim ben bu macera gibi…
Sabahattin Ali, sevgisinin tek yanlı kalacağını kesinlikle anlayınca, Nahit Hanım’a 20Şubat 1928’de bir mektup yazdı. Bundan böyle, ona aşık gibi değil, bir dost gibi davranacağını bildirdi:
‘’….Cevap vermediğini, vermeyeceğini bildiğim halde yine sana yazıyorum. Seni tasavvur edemeyeceğin kadar çok sevdim Nahit.
Seni çok kızdırdım, çok sükut’ı hayale uğrattım, beni de her kes gibi gördün…Bütün kabahatlerin bende olduğunu itiraf ederim. Sana bir kafa arkadaşı gözünden başka gözle baktım, münasebetimizi arkadaşlık hududunun haricine çıkarmak istedim…O zaman…O zaman seni kaybettim…Senin yokluğunun ne müthiş olduğunu seni kaybedince anladım…
Sana yalvarıyorum Nahit…Ve açıkça, terbiyesizce söylüyorum;Ben senden vücutlarımızın değil, kafalarımızın birleşmesini istiyorum…’’
Sabahattin Ali, yalnızca arkadaş kalmaya söz verdiği Nahit Hanım’ı için için hala sevmektedir. 1931 yılının sonuna doğru yazıp 13 Şubat 1932’de Boratav’a yolladığı ‘’Eskisi Gibi; şiirinde bunu içi burkularak itiraf eder.
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.
Başkalarına gülsem de,
Senden uzakta kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum.
Dağları aşınca başım,
Geri kaldı her yoldaşım,
Gel sevgilim, gel kardaşım,
Ben gene sana vurgunum.
Gönlüm seninkine yardı,
Aynı şeyleri duyardı;
Ayaklarımız uyardı...
Ben gene sana vurgunum
Sabahattin Ali Konya’da öğretmenlik yaparken bu defa da öğrencisi olan on beş yaşındaki Melahat Muhtar’a kaptırır gönlünü. Nahit Hanım’a olan umutsuz aşkının yerini yeni, umutlu bir sevgi almaya başlar. Karşılık gören bir sevgidir bu.1923 Haziranında İstanbul’da Boratav’a postaladığı bir mektupta bunu coşkuyla açığa vurur:
‘’Ben burada yine şiddetli aşıkım. Sevgilim geçen Perşembe İstanbul’a gitti. Adresini gönderince ben de sana yazarım. Bir de şiir gönderiyorum. Sevgilim daha on beş yaşında bir çocuk olduğu için şiirdeki çocukları filan hoş gör. Herhalde Enver size bu kızın hüsn-ü cemalinden bahsetmiştir. Bu aşkın hususiyeti mütekabil oluşudur;hayatımda böyle bir şey ilk defa vaki oluyor’’
Bu mektupta sözü geçen şiir’’Çocuklar Gibi’’ başlığını taşımaktadır, 10 Aralık 1931’de yazılmıştır:
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi
Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi
Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi
Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi
Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi
Sabahattin Ali’nin aşk şiir serüveni hapisanelerde de sürer. ‘’Hapisane Şarkısı’’ adlı beş şiir yazar mahpus damlarında. 7 Şubat 1933 tarihli ve 2 sayılı şiirde dışarıdaki uçarı ve mutlu günlerini düşünür, bağrı yanarak sevgilisini anar.
Bu şiirde sözü edilen ‘’yar’’ Sabahattin Ali’nin hiç unutamadığı Melahat Muhtar’dır:
Ey gönül, kuşa benzerdin,
Kafesler sana dar gelir;
Bir yerde durmaz gezerdin,
Hapislik sana zor gelir.
Ey gönül, acaip huyun,
Boğazından geçmez tayın,
Acır testindeki suyun;
Aklına nazlı yar gelir.
Gözlerin uzağa bakar,
Kimden ne beklediğin var?
Yar semtinden gelen rüzgar
’Seni unuttu! ’ der gelir.
Bakmazsa senin yüzüne
Çok görme elin kızına;
Dışarda serbest gezene
Hapiste yatan hor gelir.
Ayağında gezen itler,
Başının üstünden atlar;
Hapise düşen yiğitler
Yari dışarda kor gelir.