Cennetin Oyunları
Cennetin Oyunları
Karanlık bir sahneyi görmeye çalışan seyirciler gibiyiz.
Beynimizin içi ters yüz olmuş soru işaretleriyle dolu. Hepsi allak bullak, yakalamaya çalışıp, nedir diye bakalım diyoruz. Bizden kaçıyorlar. Bu öyküyü kim yazıyor? Ben mi, sen mi, kim belli değil.
Bir yerlerden Fade to Black şarkısı duyuluyor. Müzik çok güzel ama, bugüne kadar sözlerine dikkat etmek kimin aklına geldi? Bize müzik olsun değil mi? Öylesine dinlemeye bayılırız.
Life it seems, will fade away
"Yaşam öyle görünüyor ki solacak."
Drifting further every day
"Gün be gün uzaklaşarak."
Yaşam, bize sormadan neden soluyor, kimden ve neden uzaklaşıyor ? Biz mi onu üzdük, yoksa o mu bizi ? Giden kim, kalan kim?
Seyirciler heyecanlı. Az sonra sahne açılacak.
Sessizlik lütfen.
Ve ışıklar: Işıklar, izlediğimiz sahnenin tam ortasında yatan yaklaşık beş, altı yaşlarında bir kız çocuğunun üzerine düşer. Çocuk yavaşça uyanır ve ufuk noktasına bakar. Üzerine büyüklü, küçüklü birçok soru işareti yansır.
Müzik susar.
Bir kadının çığlıkları duyulur.
Işıklar telaşla ve tamamen açılır.
Sahnenin bir tarafı kırmızı, diğer tarafı ise sisler içinde bembeyaz ışıklar içindedir.
Kırmızı taraftan acı çeken insan sesleri duyulurken, beyaz ışığın bulunduğu yerden kuş sesleri duyulur, kelebekler görülür.
Bu da ne?
Sahneyi ışıklarla ikiye ayıran yerde, Sırat Köprüsüne benzer bir köprü ve iki tarafında birer adam. Biri uzanıp dallardan kelebek topluyor. Köprünün ucunda bir kadın, yürümüyor, yürüyemiyor.
Gözleri sabit, gözbebekleri kımıldamıyor.
Oturmuş, bacaklarının kendi bacakları olduğunu biliyor. Kaybetmek istemiyor gibi sarılmış. Salıncağa binmiş gibi bir öne, bir arkaya sallanıp duruyor. Tek arkadaşı bacakları, sımsıkı sarılmış onlara.
Seyirciler şaşkın.
Bende şaşkınım.
Dudağının beyaz ışıkta kalan tarafına bakıyorum; gülen surat çizilmiş gibi. Saçları upuzun, örgülü. Hatta ucunda papatyalar var, kelebekler konup duruyor. Adam onun saçlarına kelebek yetiştiremiyor.
Daha sonra kadının saçlarının köprünün üzerinde kalan diğer tarafına bakıyorum.
Donup kalıyorum.
Y o l u n m u ş.
Yanmış, kısacık, darmadağınık.
Müzik yükseliyor. Yüzünün kırmızı yanı ağlamak istiyor gibi, kıpkırmızı.
Gök yarılıyor, şimşekler çakıyor, onun yerine yağmurlar ağlıyor...
İpin diğer ucuna çocuğu koymuşlar. Elinde porselen bir bebek var. Onunla beraber küçük kız köprünün üstünde dengede durmaya çalışıyor. Yürüdükçe "a n n e" diye sevinçle seslendiği kadına yaklaşıyor. Küçük ayakları, kuş seslerinle dans ediyor. Kelebekler konuyor yanaklarına. Beyaz ışıkların bütün kelebekleri, beyaz. Tanrı hiçbirinin üstüne renkli nokta koymamış hayret!... Bu halleri de öyle güzel, öyle sevimli ki. Her adımda iki laf ediyorlar.
-şimdi sıra benim diyor bir beyaz kelebek.
Uçup annesin beyaz ışıktaki saçının ucundaki örgüsünün ucundaki papatyaya konuyor.
Her uçmak bir renk oluyor kelebeklere...
Gülümsüyor çocuk.
Tam o anda annesine yaklaştığını fark ediyor. İlk defa annesinin yüzünün kırmızı ışıkta kalan diğer tarafını fark ediyor. Dengesini kaybediyor.
Ya kendi düşecek, ya da porselen bebeğini düşüreceğini anlıyor. Bütün kuşlar peşine takılıp onu kurtarmak istiyor.
Bir daha annesinin yüzüne bakıyor...
Porselen bebeği kırmızı ışığın içine düşerken ona el sallıyor, elinden porselen saplı bir bıçak çıkıyor. Çocuk bebeği değil ama bıçağı yakalıyor. Annesine ve beyaz ışığın olduğu yere bakıyor. Gözlerini kapatıyor. Onun kulaklarına sadece kuş sesleri geliyor.
Ama biz müziğin daha çok yükseldiğini duyabiliyoruz. Perde kapanıyor.
Biz son perdeyi sorduk. Üzülmeyelim diye başka yok dediler.
öyküsatıcısı2013Davi