- 17451 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
“ŞAİR VE SİYASET İLİŞKİSİ” ZİYA PAŞA: “ZAFERNÂME”
YAŞAR YILTAN
GİRİŞ:
1868 yılında Osmanlı Devletinin başbakanı Âli Paşa’’dır. O yıllarda Girit’te Yunanlılar Osmanlıya karşı sürekli isyan çıkarmaktadırlar. Başbakan her şeyi göze alarak Girit’e gider, Yunanlılarla konuşur ve anlaşır. Bu anlaşma sonunda Girit’teki Yunanlılara birtakım haklar verilir. 1878 yılında yine isyan eden Yunanlılar bu kez haklar daha genişletilir. 1897 yılında Girit’te tekrar olaylar başlar. Bu kez yapılan anlaşmayla Girit’e özerklik verilir. 1908 yılında Girit, Yunanistan’a katıldığını ilan eder. Osmanlı Devleti bu durumu 1913 yılında kabul eder.
Ziya Paşa, Zafername adını verdiği eserde, Âli Paşa’nın Girit’teki Yunanlılara birtakım haklar vererek, adeta zafer kazanmışçasına hareketine hiciv olsun diye bu eseri yazmıştır.
YAZAR VE SİYASET
Tarihin hangi dönemine bakarsanız bakın; uygarlıkta ileri gitmiş toplumlarda insan hak ve özgürlükleri ileri düzeyde, geri kalmış toplumlarda ise tam tersinedir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda dünyanın her yanı aynı gelişmişliği göstermediğinden, insan hak ve özgürlükleri de bu gelişmişliğe paralel bir seyir izlemektedir. Geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde siyasetle ilgilenen şair ve yazarlar bundan oldukça fazla zarar görmektedirler. Düşüncelerini rahatça söylemedikleri gibi hedef tahtası durumuna da gelmektedirler.
Kimi şair ve yazarlar siyasetin bizzat içinde olurken, kimileri oldukça uzağında kalmayı tercih eder. Siyasetin dışında kalanlar, siyasetçiler tarafından hiç rahatsız edilmezler. Ama siyasetin içinde olanlar için durum hiç de öyle değildir. Bunlar ya sürgüne gönderilir, ya hapse atılır, ya öldürülür ya da ülkeden kaçmak zorunda bırakılır. Namık Kemal, Ziya Paşa, Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibi… Kimi yazarlar ideolojileri uğruna her türlü tehlikeyi göze alarak mücadele ederler, kimileri de çıkarları için.
Her siyasi dönemi de kendi içinde değerlendirmek gerekir. Olayları o günün şartlarına göre değerlendirdiğimiz zaman, değerlendirme ancak böyle objektif olur. Sözü edilen siyasi dönemde yaşayan sanatçıların, yazarların, düşünürlerini de daha iyi kavrarız. Ziya Paşa yaşadığı dönemin siyasi yapısını kendi açısından değerlendirmiş ve eserlerinin bir kısmını da bu bakış açısıyla yazmıştır.
Tanzimat döneminde hayatının yarısını sürgünde geçirenlerden biri de Ziya Paşa’dır. Ziya Paşa uz dilli biri değil, sivri dilli biridir; düşüncelerini hiç çekinmeden söyler. Döneminin kimi zaman sadrazamı (başbakan), kimi zaman da hariciye nazırı (dışişleri bakanı) olan Âli Paşa (1815-1871) ile yıldızları hiçbir zaman barışmamıştır. Siyasetin her zaman içinde olan Ziya Paşa’ya göre, Âli Paşa ülkeyi iyi yönetememektedir. Ziya Paşa, Âli Paşa’nın yaptığı yanlışları, hem çıkardığı “Hürriyet” ve “Muhbir” gazetelerinde, hem de yazdığı “Rüya” ve “Zafernâme” adlı kitaplarında acımazca eleştirmiştir.
ZİYA PAŞA
Ziya Paşa, 1825’te doğdu. Bir süre Sadaret Mektub-i Kalemi’nde çalıştı. 1855’te Mustafa Raşid Paşa aracılığıyla sarayda Mabeyn Katipliği’ne atandı. Âli Paşa sadrazam olunca saraydan uzaklaştırıldı.
1861’de Kıbrıs, 1863’te Amasya Mutasarrıfı ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyesi oldu. 1865’te Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne katıldı. Yeniden Kıbrıs’a atanınca 1867’de Namık Kemal ile birlikte Londra’ya kaçtı. Birlikte Yeni Osmanlılar’ın yayın organı olan Hürriyet gazetesini yayınladılar. Sonra 1871’de İstanbul’a döndü.( Âli Paşa’nın ölümünden sonra)
1872-1876 arasında Şurây-ı Devlet üyeliği ve maarif müsteşarlığı yaptı. Anayasayı hazırlayan Kânun-i Esâsî adlı kurumda görevlendirildi. Birinci Meşrutiyet’in ilanından sonra 1877’de vezir rütbesiyle önce Suriye Valiliği’ne ardından Adana Valiliği’ne atandı. 17 Mayıs 1880’de Adana’da yaşamını yitirdi.
Ziya Paşa’nın en önemli eserlerinden biri de “Zafernâme”’dir
“ZAFERNÂME” VE HİCİV
“Zafernâme” Ziya Paşa’nın 1868 yılında dönemin sadrazamı Âli Paşa aleyhinde şiir ve düzyazı biçiminde yazmış olduğu, oldukça tanınmış bir mizah ve yergi eseridir.
“Zafernâme”nin yazılış nedeni “Girit meselesi”dir.* 1866 yılında Girit’te çıkan Rum isyanını Osmanlı devleti bir türlü bastıramamaktadır. İsyanı silahlı kuvvetlerden çok, iyi bir siyasetle bastırılabileceğini kavrayan Âli Paşa, bizzat Girit’e giderek ve gerçekten ustalıklı bir siyaset güderek, adanın idaresini bir tür özerklik şekline bağlamış, Ada Rumlarına birtakım haklar vererek Türkiye’nin aleyhinde oluşabilecek bir olayı yatıştırmaya muvaffak olmuştur (1868). ( Bugün nasıl Kıbrıs meselesi ulusal bir sorunsa, o dönemde de Girit meselesi aynı ulusal bir sorundur. Uzun yıllar bu sorun bir türlü çözülememiştir. Rauf Denktaş, Girit’in nasıl kaybedildiğini iyi bildiği için bu konuda çok titiz davranmaktadır)
Ziya Paşa ise siyasi rakibi olan Âli Paşa’yı bu işte başarısız görmüştür ve kendine göre Âli Paşa’nın bu işteki dirayetsizliğini anlatmak için de iyi bir fırsat yakalamıştır. Sanki Âli Paşa çok büyük bir başarı göstermiş gibi gösterilip, onu yerden yere vurmaya çalışmıştır. Sanki Âli Paşa sivil bir komutan olarak askeri bir zafer kazanmış gibi gösterilmiş, ama bu aşağılayıcı bir mahiyette anlatılmıştır. Ziya Paşa bu yolda hiçbir vesileyi kaçırmamıştır. Hatta bu konuda o kadar aşırı gitmiştir ki, buradaki mizah, kişilere yönelik hicvin sınırını aşmış, siyasal ve toplumsal olaylara, sorunlara, insanlığın zaaflarına kadar yönelmiştir.
“Zafernâme” düpedüz düşmanıyla alay eden, onu yıkmak için her vesileden yararlanan, ıslığın yeterli gelmediği yerde tekmeleyen ve ısıran, gülerek “Bakın şuna!..” diye teşhir eden, hatta hırsını yenemeyince jurnalden bile çekinmeyen bir kavga adamı vardır. Onun için, devrinin bütün dedikodusu kitabı doldurur. Âli Paşa’nın Sultan Aziz’den, Mısır Valisinden aldığı hediyelerin, vakıf ve “mahlulattan” ucuza ele geçirdiği çiftliklerin üzerinde, Hüsnü Paşa kendisine yöneltilen saflıkla uzun uzadıya durur. (Tabi ki, Fuad Paşa ve diğer mensuplar da unutulmazlar). Hüsnü Paşa’nın söyleyemediklerini, kendisini ziyarete gelen Şeyh Efendi tamamlar. Âli Paşa’nın Sirkeci’de babamın malıdır diye hükümete sattığı odunluk hikayesi de bunlara dahildir…” (1)
“Bütün bu dedikodular o yılların büyük siyasi olayları, Sırbistan kaleleri, Romanya ve Lübnan işleri ve özellikle Girit meselesini hallediş tarzını ve güya onun adada yaptıklarını övmek için yazılmıştır.” (1)
Ziya Paşa’nın haklı olduğu taraflar da vardır; ekonomik sıkıntılar, vergi ve aşar işlerinin bozukluğu, yapılan ıslahat (Islahat Fermanı-1856) vaatlerinin tutulmaması, lüzumsuz israflar: Bunları düşündüğünüz zaman da Ziya Paşa’yı haklı bulursunuz.
“Ziya Paşa’nın kendisine düşman meydana getirmek dirayetini “Zafernâme” bir daha gösterir. Mustafa Fazıl Paşa hakkında yazdıklarını (yirmi dördüncü bend) bir kenara bırakırsak, devrin diğer ileri gelenleri hakkında söylediği şeyler, onun gelecek yıllardaki ikbal ve refah ümitlerini daha o zamandan önler. Bu itibarla elli beşinci bent çok önemlidir. Burada ne Rüştü Paşa, ne Saffet Paşa, ne Yusuf Kamil Paşa, ne Şirvanizade, hiçbiri ihmal edilmez. Yalnız Mithat Paşa bu hücumlardan esirgenmiştir. Bir de Ahmet Vefik Paşa var ki, Paşa onu ağır davranmak ve umursamamazlıkla suçlar.” (1)
Otuz ikinci bendin şerhi daha ziyade Fuad Paşa içindir ve şairin, ölümünden (Fuad Paşa’nın ölümü tarihi: 1869) sonra bile düşmanlarını affetmediğini gösterir.
Peki Âli Paşa bu kadar başarısız bir devlet adamı mıdır? Hayır! Tanzimat döneminin en kalıcı hukuksal ve yönetsel düzenlemeleri onun sadrazamlığı döneminde gerçekleşmiştir. Saray ile ilişkileri kendisinin ve Babıali’nin onurunu titizlikle korumuştur. Babıalinin gücü en yüksek noktasına Âli Paşa ile ulaşmıştır.
Dış politika olarak başarılı çalışmalar yaptı. Girit meselesine gelince; Girit Hıristiyanları 1866’da padişaha bir dilekçe vererek bazı ıslahat isteklerinde bulunmuşlardı. Bu istek kabul edilmeyince isyan ettiler. Osmanlı hükümeti bu isyanı bastıramayınca, Rusya, Fransa, İtalya ve Prusya devreye girmek istemiş, bunun üzerine işi onlara bırakmadan kendi halletmek isteyen, o sırada Sadrazam olan Âli Paşa’yı bu işi çözmek için bizzat Girit’e gitmiştir. Âli Paşa 1868’de “Girit Nizamnamesi” ile Hıristiyan halka birtakım haklar tanıyarak bu işi halletti. Hazırladığı bu nizamname ile Girit’e bir tür özerklik vererek Avrupa devletlerinin ve Yunanistan’ın Adadan el çekmelerini sağladı.
Âli Paşa’nın tüm bu durum karşısında ne düşündüğünü hiç kimse bilemez, ama şu bir gerçektir ki, bu eserin yayınlanmasından (1870) bir süre sonra Âli Paşa aniden ölmüştür (1871). Belki de, bu eser Âli Paşa’nın ölümünü çabuklaştıran büyük bir darbe olmuştur. “Hürriyet” ve “Muhbir” gazetelerinin yayınından ve başka risale ve makalelerde kendi aleyhine yazılan birçok şeye aldırmayan Âli Paşa’nın, Ziya Paşa’nın yazdığı “Zafernâme”den oldukça etkilendiği bir gerçektir.
Padişah Abdülaziz, Âli Paşa’yı sevmezdi, ancak işleri çözümlemedeki başarısı nedeniyle ondan asla vazgeçemiyordu. Padişah, Âli Paşa’nın öldüğünü duyunca bundan pek memnun olmuştu. Oysa tam tersi olması gerekiyordu, ama maalesef öyle olmamıştır. Padişahın memnun oluşunu duyan pek çok kişi buna tepki göstermiştir. Hurşitpaşazade Süleyman Bey “Zat-ı şahane, Âli Paşa öldü de şimdi padişah olduğumu anlamaya başladım, diyormuş. Halbuki haberi yok, asıl şimdi çukurun başına gelmiştir.”demiştir. Yine onu yakından tanıyan yabancılar “Türkiye rical-i siyasiyyesi arasında bahşiş kabul etmeyen zattır.” diyerek onun dürüstlüğünü takdir eylemişlerdir.” (2)
Ziya Paşa ise,“Sadrazam efendimizin bu kadar nimet ve serveti olduğunu anladık amma bunları nereden edindi? Eğer pederinden miras kaldı desek bağçe kapucusu olan bir fakirin veresesine ne bırakabileceği malumdur .”diyor. Oysa Âli Paşa öldüğünde bırakın Ziya Paşa’nın söylediği hesapsız serveti, ailesine borç bile bırakmıştır. (2)
Ziya Paşa bu eserinde Âli Paşa’yı sadece siyasi açıdan hicvetmemiş, onun kişiliğine de saldırmıştır. Onun yapmacık sayılan ve bütün çağdaşlarınca sevilmeyen nezaketinden, tebessümünden, kısa boyundan, hatta ikide bir kapıcı olan babasından söz etmiştir. Âli Paşa, bir bahçe kapıcısının oğlu diye, onun bu kadar aşağılanması ne kadar doğrudur. Bir bahçe kapıcısının oğlu, bir ülkede sadrazam (başbakan) olamaz mı? İkide bir bunu söylemek ne kadar doğrudur. Sonra insanın boyunun kısa olması neden hiciv konusu olsun?
ÂLİ PAŞA’YA SALDIRININ NEDENİ
Âli Paşa, Ziya Paşa’yı daha ilk sadrazamlığından itibaren saraydan uzak tutmaya çalışmıştır (1862). Ölümüne kadar da Ziya Paşa’yı bir şekilde de olsa görevlendirerek İstanbul’dan uzak tutmuştur. Oysaki Ziya Paşa yükselmek, nazır (bakan) olmak istiyordu. Bunun için de İstanbul’da, dolayısıyla da saray çevresinde kalmak istiyordu. Buna da Âli Paşa engel olmuştur. Âli Paşa’nın ölümünden (Eylül 1871) sonra ancak İstanbul’a dönebilmiştir (Aralık 1871). İşte Ziya Paşa’nın tüm nefreti bundandır.
Âli Paşa tam beş kez sadrazamlığa (başbakan) getirilmiş, sadrazam olmadığı zamanlar ise yedi kez hariciye nazırı (dışişleri bakanı) olmuştur. 1846-1871 yılları arasında yirmi beş yıl boyunca ülke yönetiminde söz sahibi olmuştur. Hele 1867 yılından 1871 yılına kadar, yani ölümüne kadar süren son sadrazamlığı dönemi, onun siyasi olarak en etkili olduğu dönemdir. Son iki yılında, dışişleri bakanı olan Fuat Paşa ölünce, onun görevini de kendisi üstlenmiştir.
Döneminin tüm siyasi kişileri arasında, hakkında iyi veya kötü en fazla söz edilen tek devlet adamı Âli Paşa’dır. Bu durum her dönemde aynı olmuştur. Uzun yıllar iktidarda kalan siyasetçiler ister istemez düşman edinirler. Çünkü bunların yerinde gözü olanlar, bu makamı bıraktırmak için iktidardakilerin aleyhine her türlü faaliyet gösterirler. Bu nedenle çok uzun yıllar iktidarda kalmak doğru değildir
Âli Paşa’nın Tanzimat Fermanı’nı ilan eden Mustafa Reşit Paşa’nın siyasi ekolünde yetişmiştir. Onun gibi diplomaside başarılı olmuştur. Bu nedenle böyle değerli diplomatların başarılarını inkar etmek, art niyetten başka bir şey değildir.
“ZAFERNÂME”NİN TÜRK EDEBİYATI AÇISINDAN ÖNEMİ
Dıştan bakınca Âli Paşa’yı göklere çıkaran, gerçekte yerden yere vurmaya çalışan, altmış altı beyitten oluşan, 1867 yılında Paris’te yazmaya başladığı ve 1870’te Cenevre’de tamamlanan ustalıklı hiciv kasidesine Ziya Paşa, “Zafernâme” adını vermişti.
Oldukça siyasi bir hiciv olan “Zafernâme”yi Ziya Paşa, bir rivayete göre, Paris’te bilardo oynarken dikte ettirmek suretiyle vücuda getirmiştir.
Ziya Paşa bu eserini önce “Kaside” biçiminde yazmış, sonra kendisi kendisi “Tahmis” etmiş, sonunda bunlarla yetinmemiş, nesirle “Şerh” etmiştir. Böylece üç bölüm halinde yazmıştır. Her bölümünü de başka başka kişilerin ağzından anlatmıştır.
1. Kaside: Altmış altı beyittir. Bizdeki hiciv edebiyatının oldukça terbiyeli ve temiz örneklerindendir Ziya Paşa çeşitli oyunlarla kasideyi kendi adına değil güya, Ali Paşa’nın himaye ettiği kimselerden biri olan, Âli Paşa’nın dalkavuklarından İzmir Mutasarrıfı Fazıl Paşa ağzından yazmıştır.
2. Tahmis: Ziya Paşa, birinci bölümde bulunan (Kaside) her beytin başına üç dize ekleyerek “tahmis”i oluşturmuştur. Bu bölümde Âli Paşa’nın diğer bir adamı Karantina Katipliğinden emekli Hayri Efendi’nin ağzından bu bölümü yazmıştır. Beklenmedik uyakların, alaycı övgüden keskin hicve düşüşlerin gafil avlanışıyla, bazı başarılı dizelerle, bu etkiyi zaman zaman ileriye götürmüştür.
3. Şerh: Düzyazı biçiminde yazılmıştır. Zafernâme’nin kaside ve tahmis kısımlarını yine hiciv havası içinde nesirle şerhi (tarihsiz iki baskı) ise, Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa ağzından yapılmış gibi gösterilmiştir. Bu kısım hem zalimce anlatılmış, hem de yer yer bayağı ve zoraki olmuştur.
Ziya Paşa bu üçüzlü hicivde ne kadar zalim olursa olsun eski hicviyelerin müstehcen geleneğinden hemen hemen tamamıyla uzak kalmıştır. Ziya Paşa bu eseriyle ve öbür hicivleriyle Batılı “satir”i edebiyatımıza getirmiştir.
Gerçekte Ziya Paşa’nın hicvi düzyazılarında da gördüğümüz bir realite duygusunun ifadesidir. Bu hicvin arkasında işleyen büyük çark, paşanın görme ve eleştirme yeteneğidir. Paşa hiç olmazsa bir sınıf psikolojisini çözmüş ve birkaç dizenin içinde olsa bile kötü anlamında bireyselci ve çıkarcı bir ahlakı, bütün işlerdeki umursamazlığı, sözcüklerle maskelenen hayalperestliği bize vermek gücünü göstermiştir.
Ziya Paşa, Kasidesindeki saldırılarında kaba değil, zariftir. Kasidenin tahmisi ve şerhi de aynı oranda manzum ve mensur nüktelerle süslendiğinden, yazıldığı devirde haklı ve geniş yankılar uyandırmış, büyük bir ses getirmiştir.
Zafernâme’yi takip eden yıllarda aynı tarzda kasideler yazılıp şerhleri yapılmıştır. Bunlar arasında başarılı olan eserden biri de, Trabzonlu Divan şairi Emin Hilmi Efendi (1831-1884)’nin “Pâresiz Kasidesi” ve “Şerhi”dir.
ZAFERNÂME (3)
KASİDE’ye örnek
1. Bu ne gayret, ne hamiyyet, ne şecaattir bu!
Hiç görülmüş mü tevarih-i selefte emsal
2. Askere verdi kumandayı misal-i Bonapart
Gerçi kim gelmedi hiç silsilesinde ceneral
3 .Vermedi ablukada şan-ı donanmaya halel
İngiliz devletine olsa sezadır amiral”
Yukarıdaki beyitler Ziya Paşa’nın “kaside”sinden alınmıştır. Şair Ziya Paşa daha sonra kasidesindeki bu beyitlerini alarak bunların başına üçer dize getirerek yazmış, bu beyitleri beşlikler haline getirmiştir. İşte böylece oluşan beşliklerle yazılan bölüme de “tahmis” adını vermiştir.
TAHMİS’e örnek
1. Kışla-i fikri olup ceyş-i zaferle memlû
Kal’a-i zihnine endişe-i feth etti gulû,
Kılıcın çekti kınından diyerek: Kande adû
Bu ne gayret, ne hamiyyet, ne şecaattir bu!
Hiç görülmüş mü tevarih-i selefte emsal
2. Ten-i nazendesi ne nazik iken pek de ne kart
Kendine mani-i azm olmadı Kanun ile Mart
Ama nispetle cebandır şüc’an-ı İspart
Askere verdi kumandayı misal-i Bonapart
Gerçi kim gelmedi hiç silsilesinde ceneral
3. Yirmi beş kıt’a sefine idi hükmünde Fidel
Tuttu bir Rum vapurun bir sene ikdame bedel
Hiç Bahriyeden agah değilken evvel
Vermedi ablukada şan-ı donanmaya halel
İngiliz devletine olsa sezadır amiral”
Kısaca, “Zafernâme” bir siyasi kitaptır; ama daha çok edebiyatı ilgilendiren, hiciv türünde yazılmış bir siyaset kitabıdır. Ziya Paşa sadece bir siyasetçi değildir, aynı zamanda da iyi bir şairdir. Bu siyasi kitabı yazmakla Paşa, kendi siyasi geleceğini riske atmış, ama iyi bir hiciv eseri ortaya çıkarmıştır.
KAYNAKÇA:
1. 19.Yüzyıl Türk ed. Tarihi-Ahmet Hamdi Tanpınar, Çağlayan Basımevi, İstanbul,1976
2. Son Sadrazamlar-İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Maarif Basımevi 1.cüz, ikinci baskı, İst. 1955.
3. Hiciv Edebiyatı Antolojisi-Hilmi Yücebaş, Dizerkonca matbaası, İst., 1955
4. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi- Nihat Sami Banarlı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971
5. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi- Milliyet Gazetecilik
6. Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah Şiirleri- Zafer Arıkbağ-Dündar Akünal, Aydınlık Basımevi, İstanbul,
1944
7. Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lûgat- Ferit Devellioğlu, Doğuş Matbaası, Ankara, 1970
8. Batı Tesirinde Türk Şiir Antolojisi-Kenan Akyüz, Doğuş Matbaacılık, Ankara,1970
* Girit meselesi: Âli Paşa’nın ölümünden sonra Girit meselesi ne durumdadır? Âli Paşa 1868’de “Girit Nizamnamesi” ile Hıristiyan halka birtakım haklar tanıyarak bu işi halletmişti. Onun ölümünden(1871) yedi yıl sonra, 1878 yılında bir isyan daha meydana geldi ve bu haklar genişletildi. 1897’de Girit’teki olaylar yeniden alevlendi. Yunanlılar 1500 kişilik bir askeri birliği adaya gönderdi. Osmanlı devleti, Yunanistan’a savaş açtı. Osmanlı devleti savaşı kazandıysa da Girit’teki hakimiyetini iyice kaybetti. Girit’te İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın himayesinde özerk bir yönetim oluştu. 1908 yılında Girit Meclisi, Yunanistan’a katıldığını ilan etti. Osmanlı devleti bunu şiddetle protesto ettiyse de, Balkan savaşı’ndaki yenilgiden sonra, Girit’in Yunanistan’a ilhakını kabul etti.(1913)
AFRODİSYAS SANAT dergisi Yıl: Kasım Aralık 2009, Sayı: 18
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.