- 575 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
an'a k/üreği
Uzun sayılması gereken saatlerden ibaretti, ancak pek bir şans veremedik zamana. Mutsuz olduğumuz zamanda hayatın kısa olduğunu söyleyen herkese kötü gözüyle baktık. Hayat kısa filan değildi. Dün bitmemişti! Birkaç ay öncesi, birkaç yıl öncesi hâlâ devam ediyordu.
Dışarıda yağmur yağıyor. Pencere en yakın duran masa. Yağmur yağıyor ve masanın üzerinde tembel bir sürü ilaç değişik pozisyonlarda uzanıyorlar. Perdeler duvak gibiler Tanrı’nın güzelliklerini saklayan bir duvak gibi. Küçük cam şişeleri, tahtadan oyuncaklar, bez bebekler, yağmurun rengi, tadı, ıslattığını düşündüğümüz tenimiz… Her şey veranda da unutulmuş meyve bıçağı kadar kederli.
Kasabanın meydanına yakın yerde o ev. İnekler yağmurda ıslanmaktan hoşnutlar. Toprak mutlu. Tenimizin en yakın akrabası toprak çamur olmayı benimsemiş. Beyaz benekli inekler sırayla ahıra doğru gidiyorlar. Sıvası dökülmüş evin arka tarafında at arabasının tahta tekerleği. Elektrik direği sakin, ormanın içine doğru uzatamadığı kablolarının birkaçı kesilmiş. Kasaba çoğunlukla karanlık! Ormanın içindeki toprağa yağmur henüz ulaşmamış. Sonbahar. Yapraklar sarı bir ölüme kahverengi sarılışlardan çok uzaktalar. Birbiriyle aynı, ama bir o kadar da birbirlerinden farklı insanlar gibiler. Yapraklar dokunmuyorlar birbirlerine, konuşmuyorlar, hepsi uyuyor, hepsi sessiz, gözleri kapalı. Gözeneklerinden çıkacak sese muhtaç birileri…
İnekler ahıra doğru ilerliyorlar. Ormanın içinde iki insan… Kırık dallar, çalılar kuru. Toprak âşık. Bir adam ile oğlu ormandalar. Adamın elinde kürek… Toprağı kazıyor. Uysal toprak, her darbede bir canını daha bağışlıyor efendisine. Efendisinin aciz olduğunu biliyor. Ona yardımcı oluyor. Yumuşuyor, kasmıyor kendimi. Nerede olduğumun önemi yok; baba oğul eve dönüyorlar. Onları şimdi görebiliyorum. Toprak ve orman bir tahmindi benim için. Çocuk elindeki küreği sıvası dökülmüş bir başka evin duvarına yaslıyor. Kürek onların değildi. Çocuk babasından önce eve giriyor. Adam havaya bakıyor. Korkuyor. Oğlu bir oyun oynuyormuş gibi. Annesi yok oğlanın. Karısı yok adamın. Gözlerim yorgun havaya bakmaktan. Toprağa bakıyorum. Yağmur bir ara dinecekmiş gibi, el sallıyor ağaçlar göğe. Akordeon çalıp oynayan yaşlılar… Annesini tanıyordum oğlanın. Adamın karısını tanıyordum. Kadını tanıyordum.
Yıllar önce her şey daha güzeldi. Şimdi sessiz. Burada yaşayan insanların hiçbiri sessizliği sevmiyor. Sessiz kalmayı sevmiyorlar. Neden sessizler? Adam aç. Çocuk sıvası dökülmüş evlerinin önünde tahta bir sandalye üzerinde oturduğundan beri ayaklarını sallıyor. Kimsenin umurunda değil büyük ihtiyar dünya. Yağmuru seyrediyor. Arada ağzını göğe dayıyor. Dudakları titriyor. Bebekliğini özlüyor. Annesinin memesinden emdiği son gün kadar özümseyemediği bir yalnızlığı paylaşıyor. Adam evlenmedi ancak yakında şehre gidecek. Oğlanı yanına alıp almama konusunda tereddüt içinde… Evlenip, yeni bir hayat kurmak istiyor. Yeni bir hayat yok, bilmiyor. Yeni eskiye atılmış bir küfür, yalan, ilahi bir şaka. Asla eskimiyor bir şey. Çocuğun sol ayakkabısının altı delik. Çorabı ıslak. Giydiği çoraptan başka çorabı yok. Bazen özenip babasının çoraplarından giyiyor.
Üşüyecek. Annesinden geriye kalan gri bir entari ve kahverengi bir yelek… Üşüdüğü zaman annesinin yeleğini üzerine giyip, kollarıyla içine çekiyor yeleği. Annesine özlemini dindiren bir yelek… Babası için artık eski. Akordeon sesi kasabanın ışığı yanan tek evin içerisinden geliyor. Şarap içtikten sonra birbirine sarılmış, dans eden yaşlılar… Çocuk yağmuru içiyor. Ağzını dayadığı gök tertemiz, annesi gibi! Bulutlar annesinin ak göğsü kadar saf ve yumuşak… Annesine ne olduğunu bilmiyor. Ölüm hiçbir şey ifade etmiyor. Toprak olduğuna inanıyor. Toprağı seviyor oğlan. Çocuk oğulmayı özlüyor. Annesinin ellerini özlüyor. Adamın ayak sesleri… Önceden kestiği ağaçtan biraz daha odun çıkaracak.
Üşüyorum. Yalnız kalmak maksadıyla dünyaya gönderilmiş canlılar gibiyiz. Çocuk yalnız, adam yalnız, ben yalnız… Dans eden, akordeonun mucizevi sesiyle, şarabında etkisiyle mest olan yaşlılarda yalnız… Sarıldıkları vücut… Sesler, inekler, orman, çocuğun oturduğu sandalye altında uzanan kedi… Kocaman bir mezarlığın müdavimleri; kuşlardan iz yok. Yıprandıkça değerlenen bir tutkunun yaşamak olduğunu fısıldayan yağmur kederli… Anlaşılmıyor. Anlamak istemekten uzağız.
Gerçek mutlu etmedi. Bir zaman dilimine sıkıştırmayacak kadar kutsal olmayan acılar var. Bir özlemden daha fazlası… Dile gelmesini istediğimiz her şey, dile tapınan acizliklerimizden başkası değil.
Ayıramadığım eski, yenilerden çıkmak istemiyor. Ayrılmamış olması her şeyi açıklıyor. Şayet çocuğun duvara yaslanmasını istediği kürek, az daha bekleseydi dimdik, sessizlik kendinden olmayan başka bir şey doğurmaya çalışacaktı. Ama bu yapay ses her şeyi mahvetti. O küreği tanıyorum. Çocuk bilmiyor. Adam belki çoktan unutmuş. Annesini topraklaştıran kürek, o kürekti.
Demir, ağaç ve ölüm… Toprak; hayat ve ölüm… Hayat; demir ve hava… Çocuk; yalnız ve taze… Yalnızlık hep taze! Eski diye bir şeyin olmadığını bana inandıran gerçek.
Bir an için zihinde olan her şey unutulabilir.
Yönetmen, müzik, görüntü, ses… Oyuncular çaresiz bir senaryonun emekçisi. Hiçbir miting bu kadar büyük bir meydan da yapayalnız bırakacak şekilde düzenlenmemişti. Sırtına duvarı dayayabilenler şanslı ve hayat gerçekten de uzun!
an'a k/üreği Yazısına Yorum Yap
"an'a k/üreği " başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.