Son Derece Dürüst Bir Vatandaş’ımızın Haykırışları…
Son Derece Dürüst Bir Vatandaş’ımızın Haykırışları…
Sevgili Çengelköy, geçen hafta Mısır Çarşısına gitmiştim. Biraz tütün, biraz çifte kavrulmuş kahve ve bizim tavuklara yem almak için. Orada Haydarpaşa Lisesinden eski bir sınıf arkadaşıma rastladım. Bu güzel tesadüf ikimizi de memnun etmişti. Çiçekçiler çarşısının yanındaki parka gidip oturduk.
Önce havadan sudan ve eski arkadaşlardan söz ettikten sonra, arkadaşım Ali Osman içini dökmeye başladı ki sormayın… Meğerse ne kadar dolu imiş garibim. Ali Osman şöyle dedi; "ben dürüst, hiç kanuni suç işlememiş, vergisini düzenli ödeyen, trafik kuralları dahil her türlü kanun ve kurala uyan bir vatandaşım. Bir şahsa hakaretim bile yoktur… Ama başkaları tecavüz ediyor, alkollü araba kullanıp sakat bırakıyor, insan öldürüyor, hırsızlık yapıyor, v.s…Ben onları vergimle hapishanede besliyorum ve çıktılarında da mutlaka onlara iş veriyorum, ayrıca aramıza alıyorum ki, tekrar tecavüz etsinler, sakat bıraksınlar, öldürsünler"…
Ben de düşünüyorum ve aklımca mukayese edince, ortada bir yanlışlık veya sistemde yanlışlar buluyorum. Sivil Toplum Kuruluşlarıyla çalışıyorum, yazıyorum ve oy veriyorum… Ama başkaları bölüyor, dağa çıkıyor, bomba atıyor, ağlamayana meme yok diye, kırıyor, döküyor ve öldürmeye devam ediyor… Ben onların maaşını ödüyorum, liderlerini besliyorum ve kardeşlerimi öldürdüğü için, affetmeye zorlanıyorum…
Ben tek çocuk sahibiyim. Yapamadığım için değil, sevgimi, ilgimi, bilgimi ve maddi gücümü en iyi şekilde, bu insana yatırıp, onu onlarca insana bedel, akıllı, manevi değerler üretebilen ve yaşatabilen, kutsal sisteme saygılı bir insan yapmak istediğim için… Ama başkaları 10’larca çocuk dünyaya getiriyor. Korunamadıkları için değil.
Sayısal üstünlük sağlamak için. Sevmiyorlar, ilgilenmiyorlar. O çocuk dağa çıkıyor, o çocuk kapkaç yapıyor, o çocuk tinerci oluyor, o çocuk okuyamadığı için özgür olamıyor, ağasına “maraba” oluyor ya da, bakamadıkları için dedesi yaşındaki birisine 13 yaşında satılıyor ve 14 yaşında doğurmaya başlıyor…
Sonra benden o insanlara merhamet duymamı ve benden alınan vergiler onları beslemeye yetmediği için, ayrıca çocuklarını okutmamı istiyorlar. Ben marabaların kızlarını okutayım ki, ağaları kendi kızlarına kilolarca altın takılan, 40 gün 40 gece düğünler yapabilsin. Evlerini ısıtıyorlar benim vergilerimle ya da, kim bilir o kömürleri satıp sigara parası yapıyorlar. Oysa ben % 73 zamlı doğal gazı nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum. Onlar 10’ar 10’ar doğurduğu için işsiz kalıyorlar ve batıdaki fabrikaları doğuya taşımaya zorluyorlar…
Öyle ya… Merhamet etmek lazım. Batıdakiler işsiz kalsa da olur, malum onların sesleri çıkmaz. Oysa toprak reformu, aşiretleri çözmek kimsenin işine gelmiyor. Çünkü oy için 10.000 insanı ikna etmek kolay değildir ama ağasını ikna etmek çok kolaydır…
Ben daha maaşımı almadan vergim kesiliyor… Ama başkaları vergi ödemiyor ve sık sık affediliyor. Benim maaşım belli, ama stadyumda sünnet düğünü yapanın geliri nasılsa belli değil… Oysa biz evlendiğimizde düğün bile yapamadık…
Biz evlendiğimizde alacağımız mobilyalarla doğaya zarar vermişizdir endişesi ile nikâha gelen herkese, şeker yerine yüzlerce ağaç fidanı dağıttık, doğadan aldığımızı doğaya geri verelim diye… Ama başkaları ormanı yakıp, yerine ev yaptılar, sattılar, kiraladılar zengin oldular ve 2B ile affoldular… Benim babam ev alabilmek için 12 sene aynı işçi tulumu ve pençeli ayakkabısı ile gezdi. Çok şükür şimdi bir evleri var… Ama başkalarının babası devletin arazisi üzerine gecekondu yaptı, şimdi müteahhit’e sattı ve bir sitede 60 dairesi var…
Ben dişimi fırçalarken suyu devamlı kapatıyorum. Eşim meyve yıkadığı suyla balkonu yıkıyor, v.s. Malum suyu israf etmeyeceğiz ya… Oysa başkaları golf sahaları yapıp çimleri için tonlarca su kullanıyor… Ya da, bir yerlerde kaçak kullanıp para vermiyorlar…
Ben Maliye Bakanımızın tavsiyesine uyarak saçımı havluyla kuruluyorum, evimizi tasarruflu ampullerle donatıyoruz, A+ makinelerimiz var… Ancak, başkaları kaçak elektrik kullanıyor ve faturalarını ben ödüyorum… Ben sağlık sigortamı istemesem de ödüyorum… Gelgelelim başkalar, yeşil kartla gidip, benim paramla muayene oluyorlar… Gerçekten ihtiyacı olana, son kuruşuna kadar helâl olsun. Ama bu ülkede kaç milyon yeşil kartlı var? Kaçı hak ediyor?
Ben sabrediyorum ve bizlerin sahibi olan, bir yaratan olduğuna ve bütün bunların bir imtihan olduğuna inanıyorum. Ben doğru yol, iyi iş ( Salih amel)’den, hedef ne olursa hiçbir gerekçe ile (cihad, takiye, v.s.) her ne olursa olsun taviz vermiyorum… Ancak onlar takiye diyor, cihad diyor, bu daha iyi diyor, uyduruyor, dinimizi bölüyor, kullanıyor…”keşke” demekten kendimi alamıyorum…
Sevgili Hüseyin, öyle uzun ki bu liste… Uzayıp gidiyor… Çok başını ağrıttım, gel sana son bir fıkra anlatayım da, bitsin bu tatlı sohbet…
Adamın biri dünyada hiç kimseye kötülük yapmamış, her türlü kurala uymuş, içki içmemiş, zina yapmamış, kimseyi pataklamamış… Neyse bir gün ölmüş, büyük bir sevinç ve beklenti ile sorgu meleğinin önüne gelmiş…
_Melek sormuş: İçki içmemişsin…
_Adam: Evet…
_Melek: Kimseye el bile kaldırmamışsın…
_Adam: Evet…
_Melek: Kendi karından başkasına yan gözle bile bakmamışsın…
_Adam: Evet…
_Onlarca sorudan sonra, sorgu meleği yanındaki meleğe dönerek, bir çift kanat getirin…
_Adam heyecanla: Melek oluyorum değil mi?
_Melek: Hayır kaz oluyorsun…
_Sevgili Çengelköy, Ali Osman’ın anlattığı, bir fıkradır ama doğruyu söylemek gerekirse…
Korkum “kaz” olmaktır…
Sevgiler…
19 11 2009
Hüseyin A. Tuna
T U N A C A N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.