- 635 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HADİ LAN
Hayatımın seyir defteri: 13.06.2007 Çarşamba, İzmir (Hadi lan)
Bazı olayları anlamak, anlatmak için teknik terimler vardır. Makro, mikro gibi tanımlar. Makro genişliği, genel bakışı ifade ederken, mikro küçüklüğü, özü ifade eder. Ekonomi, siyaset bilimi, sosyolojik bilimler makro ve mikro tanımlamalarıyla çözülmeye çalışılır. Bende bu gün, “hadi lan” gibi kaba bir tarifle; insan, toplum, devlet ilişkilerini anlatmaya çalışacağım.
Bilindiği gibi, “hadi lan” ifadesi kullanan tarafından, karşı tarafın silinmesini ifade eder. Yani bir kişiye, bir topluma, bir devlete “hadi lan” ifadesi, kişiyi, toplumu, devleti takmamaktır. Hadi lan ifadesindeki tarafları değişik açılardan inceleyelim.
Hadi lan diyen taraf,
1. Karşısındakinin söylediklerine asla inanmamaktadır. Onun söylediklerinin dünyasında yeri yoktur. Ne olursa olsun asla kabul etmeyecektir. Kısacası, karşı tarafı “adam yerine” koymamaktadır. Söylediği ve aldığı tavırla, karşı tarafı kabul etmemeyi hedef alır. Siler geçer.
2. Hadi lan diyen taraf kendine güven içindedir. Düşüncelerine, duruşuna, tavırlarına egemendir. İç dünyasında kendini beğenmiştir. Bencildir. Kibirlidir. Düşünce ve tavırlarında inandığı düşüncelerden başka düşüncelere yer vermez. Onun dedikleri mutlak doğrulardır. Hadi lan diyen tarafın, birey, toplum, devlet açılımı vardır.
Birey; bilgisiyle, siyasi ve ekonomik konumuyla, sosyal konumuyla kendi üstünlüğüne inanmıştır. Sanki toplumda diğer insanlarla arasında sınıf farkı vardır. Hadi lan diyebilecek konumda olanın sınıfı diğerlerine göre üst sınıftır. Geçmiş topluluklardaki efendiler sınıfının sistematik mantığına sahiptir. Açıkça ifade etmese de kendini efendi, karşısındakileri köle kabul eder. Batı burjuvazisinin burjuva - köylü, doğunun kast, Roma ve Mısırın kölelik - hürlük, Rusların, asil -köylü veya Gogol’ün deyimiyle ölü canlar, doğu toplumlarımızın aşiret ağalığı - maraba gibi sistemlerinin ürettiği, üst sınıf fobileri örnek sayılabilir. Günümüzde, aydınlık, çağdaşlık, modernlik kavramlarıyla, insanlar sınıfsal farklılıklara tabi tutuluyor. İlerici, gerici, köylü, şehirli, bilimsel, değil gibi ötekileştirmeler, ayrıştıranların benlik savaşından ibarettir. Ayrımların çeşidi, şekli, ismi ne olursa olsun, ortada, bir sınıfın kendinden görmediği insanlara “hadi lan” tabirini rahatça kullanarak onları yok saymasıdır. Hayatına, ideallerine, düşüncelerine, yaşamına sokmamasıdır. İşine geldikçe kullanması, işine gelmediğinde terk etmesi, gördüğü yerde tekmelemesidir.
Hadi lan diyen taraf toplum ise, kendini ülkenin temel toplumu sayar. Diğer toplumları görmezlikten gelir. Hadi lan diyen toplum, kendini ülkenin sahibi sayar. Ona göre ülke ondan sorulur. Kendisi gibi düşünmeyenleri toplumdan saymaz. Diğer bütün toplumlar onlara göre hareket etmek zorundadırlar. Hadi lan denilenler, hadi lan diyen topluluklara boyun eğerse mesele yoktur. Ama eğmezlerse hadi lan esprisi patlatılır. Yani; kendini ülkenin temeli sayan toplum, diğer toplumları hiç dikkate almaz. İsteklerini dinlemez. Düşüncelerine önem vermez.
Eğer kendini üstün gören siyasi bir görüş ise, üstelik o siyasi görüş ülkenin temel yapısını oluşturduğuna inanıyorsa, diğer siyasi görüşlerin hiç birine önem vermez. Siyasal planda, diğer görüşler iktidar olsalar da, asla iktidarlarında rahat bırakılmaz. Zira kendini ülkenin temeli sayan siyasi görüş Demokles’in kılıcı gibi sürekli başında nöbet tutar. Çünkü ülkenin temelini oluşturduğuna inanan siyasi görüş, kendine rağmen hiçbir siyasal düşünceye izin vermez. Verdirmek istemez. Bu konuda her türlü dayatmayı yaparak, muhaliflerine hadi lan der. Ülkemizde Cumhuriyetin ilk yıllarında egemen olan düşünce buna örnek gösterilebilir
Eğer hadi lan diyen devlet ise, devletin bu ifadeyi kullanması iki şekilde olur.
Birincisi kendi toplumlarınadır. Toplumundaki insanların görüşlerine, isteklerine önem vermez. Kendi düşüncesine uymayan her türlü düşünce ve davranışı düşmanca kabul ederek üzerine yürür. Bunlar da benim vatandaşım, bunlar ne istiyor. Şunları dinleyeyim. Birlikte yaşayabilmek için belki çözüm yollarını en iyi şekilde bulurum demez. Aksine, onları yok sayar. Onları düşman sayar. Yasayla, ekonomik, siyasi vs. güçlerle üzerlerine yürür.
İkincisi; devlet başka devletlere hadi lan diyebiliyorsa, kendini o devletlerden üstün görüyordur. Aksi halde kendinden üstün gördüğü devletlere asla böyle bir şey söyleyemez. Onların karşısında diplomasinin en nazik tavırlarını sergiler. Aleyhine olan tutumlarda bile asla o diplomasiden vazgeçerek hırçınlaşmaz. Ama kendinden zayıf gördüğü devletlere karşı hemen en sert ültimatom gönderir. Savaş tehdidinde bulunur.
Bütün bu olgularda üstünlük fobisini görürüz. Üstünlük fobisi tamamıyla bencillikten kaynaklanır. Bencillik, ben olma isteğinin çıkara endeksli olarak ortaya çıkmadır. Eğer bencillik, insan da, toplumlar da, siyasi görüşler de, devlet de, kendini destekleyen bir güçle motive edilmişse, artık o bencilliği hiçbir şey durduramaz. Bütün karşıtlarını, yasayla, yasa dışı fark etmeden, polisiyle, askeriyle ve bilinmedik her türlü güçle yok eder. Her türlü siyasi, ekonomik, sosyolojik, kültürel engelleri gerçekleştirir.
3. Hadi lan diyen tarafın, karşı tarafla her hangi bir sevgi ve saygısı yoktur. Sevgi ve saygıya dayalı paylaşımları asla düşünmez. Siyasi çıkarlar adına sözel sevgiyi, göstermelik saygıyı kullanır. Elbette böyle bir düşünce, böyle tavır ortaya konuluyorsa o zaman, sevgi, saygı, paylaşım aramak zordur. Zira hadi lan diyerek, bütün sevgiyi, saygıyı, paylaşımı yitirmiştir.
4. Hadi lan diye taraf her zaman gerçekleri söylediğine, gerçekler üzerinde yürüdüğüne inanır. Her şeyin en iyisini, en doğrusunu onlar bilir. Hadi lan diyenlerin karşısında bulunan taraf ne olursa olsun yanlıştadırlar. Onlar güçsüzlerdir. Dolayısıyla güçsüzlerin söyledikleri, yaptıkları hep yanlıştır. Onlar güçlülere uymak zorundadırlar. Zira güçlüler hadi lan diyen taraftır ve onlar gerçekleri bilmektedirler. Hayatın doğrularını yaşamaktadırlar. Zaten onun için güçlülerdir. Onlara göre hayat, güçlü olmaktır. Zayıflıkta hayat yoktur. Ancak güçlü olan, hayatı doğru bilir, doğru yaşar. Ancak güçlüler hayatta var olmayı hak eder. Üstelik güçlüler inanır ki, kesinlikle gerçeklerden yana olan kendileridir. Yanlışlarla mücadele edenler onlardır.
Hadi lan’a mazur kalan taraf
1. Kişi, toplum, siyasi görüş, devlet hadi lan tabiriyle dışlanmışsa, silinmişse, güçsüz kabul edilmektedir. Bu şekilde görülenler, gerçekten kendilerini güçsüz kabul ediyorlarsa o zaman silinmeyi kabul etmişlerdir. Hadi lan ifadesine karşı susayarak köşeye çekilirler. Hiç seslerini çıkarmazlar. Diğerlerinin arasında kaybolup giderler.
2. Sesini çıkaramayan taraf, düşüncelerinden, davranışlarından vazgeçebilir. Aynen hadi lan diyenler gibi olabilir. Onlara uyarak hayatını sürdürebilir. Böylece kendi kimliğini kaybederek, kendine hadi lan diyen tarafın kimliğine bürünür. Onların düşüncelerini, davranışlarını onaylayarak, onları taklit ederek yaşamını sürdürür.
3. Bazen hadi lana mazur kalan taraf, kendi düşüncelerinden davranışlarından vazgeçmez. Kişi, toplum, siyasi görüş, devlet olarak, kendi düşüncelerini, ideallerini hedefler. Hedeflerini gerçekleştirebilmek için düşüncelerini gizli tutmaya başlar. Bulunduğu toplumda kendi düşüncelerinin egemen olması için çalışmaya başlar. Böylece hadi lan diyen taraf, kendini gizleyen ikiyüzlü bir taraf yaratmış olur. Kendini zayıf gören tarafın ikiyüzlülüğe doğru kayması, gerçekten ikiyüzlü olduğunu göstermez. Yaşamak, varlığını ortaya koymak için ikiyüzlü davranmak zorunda kaldığı konusunda kendini ikna etmiştir. Onu ikiyüzlülüğe iten, kendine hadi lan diyen tarafın yok sayan tutumudur. Sanki demek ister ki, sen beni yok sayıp, tanımak istemiyorsan, düşüncelerimi ve davranışlarımı ifade etmede özgürlük vermek istemiyorsan, bende gizlenirim. Hatta dış yüzümde senden görünürüm. Ama iç dünyamda kendi bildiğimi okurum. Böyle davranmaya, beni yok sayarak, beni tanımayarak, beni dinlemeyerek, beni adam yerine koymayarak sen mecbur ettin der. Kendini bu şekilde motive eder. Ülkemizde bir toplum buna en iyi örnektir. Kendine en büyük düşmanlığı yapan siyasi kuruluşa sürekli oy vererek, kendini büyütür, geliştirir.
4. Bazen hadi lana mazur kalan taraf, düşünce ve davranışlarını siyasete taşır. Siyasetle uğraşırken gerçek düşünceleriyle ortaya çıkmaz. Kendine hadi lan diyecek gücün çerçevesinde siyasetini yapar. Onun yaptığı ikiyüzlülüktür. Ama bunu yapan inanmaktadır ki, siyasi özgürlük olsaydı kendisi asla ikiyüzlü olmayacaktı. Dürüstçe çıkıp, gerçek düşünceleriyle insanların önünde olacaktı. Buna imkân bulamayınca ikiyüzlü bir siyasete soyunmak zorunda kaldığı bilincine ulaşır. “Devirde geçer akçenin ikiyüzlülüktür” kuralına sıkı sıkıya sarılır.
5. Kendini ifade etmede zorlanan hadi lana mazur kalan taraf teröre başvurabilir. Aslında terör hiçbir şeyin çaresi değildir. Zira terörde düşman taraf hadi lan diyen güçler olmasına karşın, pratikte düşmanlık halka yapılır. Siyasi bir güç içinde teröre başvurulmuşsa, terörün bütün sonuçlarını halk üstlenir. O nedenle, bir düşüncenin teröre bulaşmasını hadi lan diyen taraf çok ister. Hatta onları terörize her türlü oyunu kurar. Terörü, teröristi maddi manevi destekler. Zira, kendine rakip olabilecek düşüncenin teröre bulaşması kendini intihara sürüklemesinden ibarettir. İşinde gücünde olan topluluklar, teröre bulaşan tarafa genelde prim vermezler. Onlara teröre bulaşmadan önce sempati duysalar bile, terörle birlikte sempati aleyhe dönüşür. Hiç unutmam, 70’li yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü’nün terörist eylemleri başlamıştı. Bu örgüt, Filistin halkının kurtuluşunu simgelediğinden, dünyada bütün halklar sempati duyuyorlardı. Çünkü onlar, dünyada mağdur bırakılmışlardı. Yerlerinden yurtlarından edinilmiş. Evlerinden sürülmüşlerdi. Yaşlı, çocuk, kadın, erkek demeden bütün insanlar kamplarda yaşamak zorunda bırakılmışlardı. Bu görünüşü hiçbir insan kabul edemezdi. Onun için dünyadaki sivil toplum örgütleri ayaklandılar. Dünyada Filistin halkının lehinde yazılar yazılıyor, söylemler söyleniyor, yürüyüşler yapılıyor, brifingler veriliyordu. Bu durumdan memnun olmayan ve onlara hadi lan diyenler, Filistin mağdurlarını teröre bulaştırdılar. Siyasal düşüncelerin teröre bulaşması zor bir şey değildir. İçlerinde ateşli, heyecanlı, gözü dönmüş insanlar az olsa da mutlaka bulunur. Halkın çoğu sağduyuludur. O nedenle Halkın çoğunluğu teröre bulaşmaz. Halkın içinden birkaç kişinin veya bir grubun terörist olması yeterlidir. Onlar dava adamı, dava kahramanı olarak ortaya çıkarlar. Halkların üzerine bombalar, kurşunlar yağdırarak, topluma korku salarlar. Sonuçta onların varlığını her kes bilir. Ama nasıl? Unutmadığım olay, Fransa’da Filistin örgütü militanlarının havaalanı baskını. 1970 Münih olimpiyatlarına bombalı saldırıydı. O ana kadar, Fransız, Alman veya Avrupa halkları, aydınları, sivil toplum kuruluşları Filistin Örgütü lehine hareket ederken birden bire tavır değişmeye başladılar. Herkes Filistinlilerden korkmaya başladı. Böyle bir duruma hiçbir toplum gelmek istemez. Hiçbir toplumun aklıselim, sağduyulu, düşünen insanları bu tür davranışları tasvip etmez. Ama heyecanlı, ileriyi geriyi düşünmeyen insanların ellerine bombalar, silahlar verilir. Ortalık cehenneme çevrilir. Buna sebep olanlar kimlerdir? Bu güne kadar bütün terörist eylemlerin arkasından, hadi lan diyen kişiler, kurumlar, toplumlar, devletler çıkmıştır. . Bütün bunlar rastlandı değildir. Günümüzde bütün terör hareketlerini, doğurtan, destekleyen, Amerika ve batılı devletlerdir. Dünyadaki egemenliklerini toplumlara teröristler aracılığıyla korku yaratarak sürdürürler.
6. “Hadi lan” sözüne karşılık muhatap olanların tepkisi, “hadi be, sen kimsin ki?” dir. Evet, sen kimsin? Hadi be. Güçsüz kabul edildikleri için, yok sayılan, horlanan, adam yerine konulmayan, kişi, kurum, toplum, siyasi görüş ve devletler, kendilerine hadi lan denmesine karşılık, iç dünyalarından “hadi be, sen kimsin?” itirazını yükseltirler. Bu itirazların hayatta var olması, gün yüzüne çıkması değişik boyutlarda olur. Sessiz kalmak, ikiyüzlü davranmak, teröre bulaşmak, gizlice gelişerek savaşa girmek. Seçenekler içindedir. Birinci dünya savaşında yenilen Almanların, gizlice bütün sınaî fabrikalarının bacalarına, yeraltında yaptıkları silah fabrikalarının bacalarına bağlayarak, ikinci dünya savaşına hazırlandığını unutmayalım. Almanları birinci dünya savaşında yenen ülkelerin sıkı denetimi olmasına karşın, Almanlar bütün Avrupa’ya ve dünyaya meydan okuyup hadi lan diyecek kadar kendilerini güçlendirdiler. Ardından dünyayı kana boğdular. Almanları bu noktaya getiren şey, birinci dünya savaşı galiplerinin Almanlara hadi lan demeleridir. Onlarda hadi be, siz kimsiniz? Dediler, yola koyuldular. Yolun sonunda onlar, diğerlerine hadi lan dediler. Sonu biliyoruz. Sonda gördüğümüz, ikinci dünya savaşı ve iki milyon kişinin ölümüdür.
Kısaca bütün savaşlar, hadi lan tehdidine karşılık hadi be, sen kimsin itirazının yükselmesiyle başlar. Hadi be sen kimsin itirazları, karşılıklı hadi lan restleşmesine dönüşür.
Hadi lan tabirini iki insanı ele alarak mikro düşünebiliriz. İki insan arasındaki ilişkiler nasıl olmalıdır?
Birbirini seven, sayan, hayat zorluklarını paylaşan insanlar mı?
Yoksa biri kendini üstün görerek, diğerini yok sayan, sevgisi, saygısı ve paylaşımı olmayan mı?
Kendi bireyimizde düşünürsek, çeşitli nedenlerle birlikte olduğumuz bir insanın tavırlarında, kişiliğimizi saymayan bir düşünce, bir tavır sezdiğimizde bundan rahatsız oluruz. O zaman onun yanında varlığımızı ispat yoluna gideriz. İspat yolu, pasif tavır, sözlü tavır, ikiyüzlü tavır ve kavga olabilir. Çünkü hiçbir insan yok sayılmayı hazmedemez.
Bütün insanlar kendilerine yönelik yok sayma eyleminin insanlık dışı olduğunu düşünürler. Bu konuda farklı düşünecek bir insanın olacağını sanmıyorum. Ancak ifade tarzı farklı olabilir.
Aile içinde karı koca, yani eşler, birbirlerine sevgi, saygı ve paylaşım içinde bulunmalıdırlar. Aksine olacak her tutum, eşlerden birinin, diğer eşi yok saydığını gösterir. Yok saymak, yok sayılan üzerinde egemenlik kurmaktır. Bu duruma “kula kulluk etmek” denmektedir. Yani yok sayarak üstünlük sağlamaya çalışan kişi, karşısındaki insanı kendine kulluk etmeye zorluyor demektir. Eğer yok sayılan kişi bunu kabul ederse, kula kulluk etmiş olacaktır. Böylece insanlık onuru ayaklar altına alınmış olacaktır.
İki kişinin iş ortaklığını düşünün. İki kişi belirli bir iş üzerinde anlaşarak ortaklık kuruyorlar. Sonra ortaklık yürüdükçe, biri diğerine göre işe daha çok sahip çıkarak, diğerini yok saymaya başlıyor. İşle ilgili kararları sürekli kendisi alıyor. Diğeri karar aldığı zaman kızıyor. Diğerinin aldığı kararları, yaptıklarını sürekli sorguluyor. Suçluyor. Yani fiilde ortağın biri diğerini ortaklıktan çıkarıyor. Hâlbuki resmiyette ortaklık devam ediyor. Ama fiilde ortaklık bitmiş. Yok sayılmış. Ortaklığı rafa alındığını anlayan kişinin takınacağı belirli tutumlar vardır. Hiç ses çıkarmayabilir. Sorumluluktan kaçarak işine gelmiş gibi davranabilir. İkiyüzlülük yaparak, ortaklığın içini oyabilir. Kavga çıkarabilir. Ortaklığı bozabilir. Ancak biliriz k, ortaklıklar sevgi, saygı, paylaşım esası üzerine kurulur. Bunu bozan taraf, diğer ortağına hadi lan diyen taraftır. Hadi lan diyen tarafa karşılık diğer taraf hadi be, sen kimsin, tavrını ortaya koyarak konumunu belirler.
Mesleğim gereği, adi, limitet, kolektif, anonim şirketlerin ortaklık yapılarını bilirim. Bu şirketlerin çalışmalarının içinde bulundum. Yaklaşık 35 yıllık tecrübelerimde birçok örnek var. Şirketlerin çalışmalarına çoğu zaman bilgim dâhilinde müdahale ettim. Gördüğüm ortaklıklar içinde, hadi lan tabirini ilk resmi hale getiren şirket türü, limit ve anonim şirketlerdir. Bu şirket türlerinde, sermayenin %51’ne hâkim olan taraf daima, diğer ortaklara hadi lan deme hakkına sahiptir. Sayı ne olursa olsun. Özellikle anonim şirketlerde, bir kişi bütün şirketin %51 sermayesine sahip olarak, %49 sermaye sahiplerini sıfırlayabilir. Zira karar merci bellidir. Karar merci %51’dir. İsterse %49 sermaye sahipleri binlerce, milyonlarca kişi olsun. %51’e sahip bir kişi, hepsine “hadi lan, siz kimsiniz” diyebilir. Ticari ortaklıklarda, yok sayma kanunlara bağlı olarak yürür. İsmini vermek istemediğim hissesi %51’den fazla bir şirket sahibinin genel kurulu çok ilginçtir. Şirket ortakları usul icabı çağrılır. Yönetim kurulları %51 ortağın görüşü doğrultusunda seçilir. %51 ortak otomatikman şirketin başıdır. Murakıpları o belirler. Yıl içindeki hesapların ibrasını o yapar. Herkesten önce, yönetim kurulu raporunu, denetim kurulu raporunu o inceler, onaylar. Genel kurulda söylenecek şeyleri o belirler. Sonra kanun ve usul gereği genel kurul yapılır. Oylamaya sunulan her şey, %51 ortak veya onun seçtiği genel kurul başkanı tarafından, “oylamaya sunuldu ve kabul edildi” ifadesiyle karara bağlanır. Yönetim kurulu başkanı usulen konuşur. Sadece kendisinin propagandasını yapar. Eğer bazı ortakların konuşmalarına izin veriliyorsa aksesuar içindir. Yani nezaket icabıdır. Değilse, konuşmaların ve oylamaların hiçbir anlamı yoktur. Zira yasalar ve usuller, %51 ortağa hadi lan deme hakkını baştan vermiştir. Ortaklarda bunu kabul etmiştir. İşin ilginç yanı, diğer ortakların “hadi be, sen kimsin” deme hakları da yoktur. Yani tamamen işleri bitmiştir. Artık %51 ortağın vicdanına kalmışlardır.
Siyasi rejimlere gelince konu çetrefillidir. Krallıklar, Padişahlıklar, bütün toplumu, bir soyun hadi lan demesine bağlamıştır. Toplumsal kültürde, soyun üstünlüğü kavramı yerleştirilmişse, yönetime gelmek, soy içinde adetlere bağlanmışsa, bunlar tabulaştırılmışsa, artık o ülkenin vatandaşlarına tamamen hadi lan denilmiştir. Sınıf otomatikman yaratılmıştır.
Çağın modern sistemlerinde, halkın verdiği oylarla seçilen taraf ülkeyi yönetir. Demokrasi ve demokratik sistemler çoğulculuk anlayışıyla bu sonuca varırlar. Eğer ülke yönetiminde, siyasi görüşler değişkenlikler arz ediyorsa, iktidar ve muhalefetler sürekli yer değiştiriyorsa, hiçbir siyasi görüşün diğer siyasi görüş taraflılarına hadi lan deme hakkı bulunmaz. Ancak, bir siyasi görüş, sürekli seçimleri kazanıyorsa, bir müddet sonra, iktidarı elinde tutan siyasi görüş taraftarları, diğerlerine hadi lan demeye başlar. Her ne kadar mevcut yasalar kişilerin haklarını koruma altına almışlarsa da, bir müddet sonra kanunları çıkaran taraf çoğunluk olacağından, çoğunluğun çıkardığı yasalar topluma egemen olur. Böyle bir durumda yasalarla korunan çoğunluğun düşünceleri azınlığa hükmeder. İşte bu noktada azınlık kendine hadi lan dendiği bilincine ulaşır. Bir topluluk bu bilince ulaşırsa, artık o toplumun düşüncelerinde, tavırlarında tutarlılık olmaz. Toplum kendini var kılabilmek için, her türlü yolu dener.
Siyasi düzenlerde ihtilalleler, bir grubun, toplumdaki karşı gruplara, hatta bütün topluma hadi lan demesidir. İster azınlık olsun, ister çoğunluk olsun fark etmez. Bir grup ihtilalle başa gelmişse, diğerlerini yok saymış, kendi varlığını hâkim kılmıştır. Onun için birçok fikir adamında, “ ihtilalle gelenler, ihtilalle giderler anlayışı” hâkimdir. Dünyanın neresinde olursa olsun, ihtilaller insanlığa aykırı kabul edilir. Zira ihtilaller silah kullanılarak gerçekleştirilir. Eğer insanlar silah kullanarak güçlerini göstermişlerse, diğer insanları sindirmişlerdir. Dünya tarihi incelendiğinde, silinen insanların, toplumların, zaman içinde karşı devrimler yaptığı görülmüştür. Her ne kadar toplumsal ayaklanma olarak tarif edilen halk hareketlerinin silahsız olanları da olsa, işin özünde, bütün halk hareketleri, silinen çoğunluğun azınlığa veya yok sayılan toplumların yok sayan toplumlara karşı ayaklanmasından ibarettir.
İnsanlar arasındaki ilişkilerin sevgi, saygı ve adil paylaşımlarla gerçekleşmesi, insanlar arasındaki gücü gösterir. İkili ilişkilerde, karşılıklı saygı, sevgi ve paylaşımlar. Toplumsal ilişkilerde, sevgi, saygı ve paylaşımlar. Ortaklık ilişkilerinde sevgi, saygı ve paylaşımlar. İnsan ilişkilerini bütünlüğe götürür. Aynı şekilde devletlerarasındaki sevgi, saygı, paylaşımlarda dünya çapında güçlü barış esintilerini gündeme getirir.
İyi bir devlet yönetimi, sistemi ne olursa olsun, toplumu sevgide, saygıda, adil paylaşımlarda buluşturur. Bunu başarabilen devlet yöneticileri iyi yöneticilerdir.
Güç kullanarak, karşı düşünceleri yok sayanlar. Ses çıkaranları, baskıyla, korkuyla sindirenler. Bu yolla toplumsal birlikteliği sağlayanlar. Asla iyi yöneticiler olamaz. Buna fırsat veren devlet yönetim biçimleri de adil kabul edilemez.
Bunu yapan yöneticiler, siyasal düşünceler, toplumlar, empati yaparak kendilerinin yok sayılması durumunda ne olacaklarını düşünmeleri gerekir. Bir an için, kendilerinin dinlenilmediğini, düşüncelerinin yasaklandığını, bütün insanlıklarının, onurlarının ayaklar altına alındığını hissetmeleri gerekir. O zaman belki, yaptıklarıyla karşılarına aldıkları insanların ne hissettiklerini, ne düşündüklerini anlayabilirler. Güçlerine güvenerek hadi lan dediklerinde rahat olabilirler. Ancak hadi lan diye sildikleri rahat değildir. Kendilerinin de bir gün rahat olmayanlar tarafından silinebileceğini düşünmeleri gerekir. Tarih toplumların kendilerini özeleştiriye tabi tutmadıklarını göstermektedir. İnsanlar insanlık tarihinden ders almayı unutmuşlardır.
Doğru özeleştiri, kendinin yaşamak istemediğini, başkasına yaşatmamak olmalıdır. İnsanın kendisine yakıştıramadıklarını, başka insanlara yakıştırmaması insanlığın temelidir. Ancak bu temele inananlar, bu temel üzerine hareket edenler insanca davranmış olabilirler. Sevmeden sevilmeyi, saymadan sayılmayı, paylaşmadan paylaşmayı düşünecek kadar bencil olmak, insan olmanın temel erdemlerinden değildir. Çıkarsız sevmek, saymak, paylaşmak insanlık erdemlerinin özüdür.
İnsanlar, toplumlar, siyasi görüşler, iş ortaklığı yapanlar, toplum yöneticiliğine soyunanlar, düşüncelerinde, davranışlarında insanlık erdemlerini bulundurarak yükselebilirler. Aksine davranışların hepsi, güçlü olanın güçsüzleri yok etmesidir. Buna karşılık insanlığın kavgası başlar. Çünkü güçsüz görünenler, silinenler, silinmek isteyenler, güçlülere karşı sürekli bir mücadelenin içine girerler. Eğer bir toplumda, güçlü olanlar, insanlık erdemlerinden uzaklaşarak, insanları, toplumları yok sayacak politikalar üreterek, insanları ve toplumları kendilerine karşı, pasif, ikiyüzlü davranmaya itiyorlarsa, sonunda taraflar arasında savaş çıkıyorsa, bu durumda temel yanlışlık kendilerinindir. Yani kendini güçlü hissederek, insanlara hadi lan diyenlerindir.
İnsan olarak, karşımızdaki insanlar için şu şekilde yakınıyorsak, “şuna bak ya, beni adam yerine koymuyor. Sözümü dinlemiyor. Benimle konuşmak dahi istemiyor. Beni yok sayıyor” diyorsak. Ona karşı varlık savaşına giriyorsak. Burada suçu işleyen varlık savaşı veren taraf değildir. Aksine yok sayan, adam yerine koymayan taraftır.
Çünkü insan olmanın unsuru, insanı tanımak, onu insan olarak görmek, ona değer vermekten geçer. Bir insanın, diğer insanı yok sayma hakkı yoktur. Bir insanın diğer insanı yok sayması suçtur. İşlediği suç insanlık suçudur.
Toplumu oluşturan insanların, diğer insanları yok sayma hakkı yoktur. Bunu yapıyorsa, düşünce ve davranışlarıyla insanlık suçu işliyordur.
Bir devlet; vatandaşlarından bir kısmını, yok sayıp, onları düşman ilan ediyorsa, onları dinlemiyor, onları tanımıyorsa insanlık suçu işliyordur.
Elbette insanlar, toplumlar, devletlerarası ilişkilerde doğrular, yanlışlar olacaktır. Ancak doğruların, yanlışların yolu, güç kullanarak karşıtları susturmak değildir. Eğer düşünceler, istekler, hedefler açıkça konuşuluyorsa, insanlar kendilerini açıkça ifade edebiliyorlarsa, ifade edilenler olduğu gibi kabul edilebiliyorsa o zaman, toplumsal mutabakat sağlanma gerçekleşebilir. Mutabakat anlayışı, insanların birbirlerini kabul etmelerine bağlıdır. Birbirlerini kabul eden insanlar, ortak noktalarda fedakârlık yapılacağı anlayışını doğurur. Fedakârlık anlayışı, insanların kendi istekleriyle, arzularıyla, ortadaki konuşmalara, gerçeklere göre, kendi düşüncelerini toplumsal uyuma ulaştırmasıdır. Ancak hiçbir insan, daha başından “seni dinlemem, senin görüşlerin saçmadır. Seni konuşturmam bile diyerek” yok sayılırsa, asla fedakârlığa yanaşmaz. Toplumlarda böyledir. Dinlenilmeyen, yok sayılan toplumlarda fedakârlığa yanaşmaz. Öyle ya kendini yok sayanlara karşı niye fedakârlık yapsınlar ki? Değil mi? Kendileri güçlü olduğu için, farklı görüşte olanlardan fedakârlık bekleyenler, acaba kendileri fedakârlık yapıyorlar mı? Yapabiliyorlar mı? Aynı durumda olsalar, yok sayılsalar yapacaklar mı? Sorgularının, sorularının cevapları düşünülerek verilmelidir.
Her toplumda birden fazla, etnik kökeni, siyasi görüşü, dini, mezhebi farklı insanlar olabilir. Her toplumun içinde, insanların düşünceleri, hedefleri farklı olabilir. İyi yöneticiler ortaya koydukları, sevgi, saygı ve adil paylaşımlara sorunları aşarlar. Ancak iyi yönetici olmayanlar, güç kullanarak karşıtlarını sustururlar. Yok sayarlar.
İnsan olmanın en büyük özelliklerinden biri, insanın kendini tanımlama özelliğidir. İnsanlar kendilerini tanımlayamıyorlarsa, birileri onlara “hadi lan” diyorsa, bu ifadeye mazur kalanın, “hadi be, sen kimsin” deme hakkı doğar. Bu onun insanlık hakkıdır.
Bu konuya, iki açıdan bakabiliriz.
Hadi lan diyen olarak bakabiliriz. Böyle baktığımız zaman, bize hadi be, sen kimsin diyenlere karşı, bölücü, vatan haini diyerek kendimize güç kazandırırken, arka planda her türlü gücü kullanarak onları yok sayabiliriz.
Hadi be, sen kimsin tarafından bakabiliriz. O zaman insan olarak, bize hiçbir insanın, hiçbir toplumun hadi lan deme hakkı yok ifadesiyle düşünceler üretir, tavırlar sergileriz. Böyle bir durumda hadi lan ifadesinin insanlığımıza bir saldırı olduğu anlayışıyla varlık mücadelesine gireriz.
Geçmişte kurulan bütün devletler, hadi lan diyen yönetici ve toplumlara karşı hadi be diyen toplumlar tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla hadi lan diyen yöneticiler, devletlerinin yıkılmasına neden olmuşlardır.
Veya yeni kurulan her devlet, kendilerine hadi lan diyen toplumlara karşı yıllarca süren, siyasi, kültürel kavganın arkasından kurulmuştur. Devletlerin genişlemesinde de aynı figürler vardır. Baskı altındaki toplumlar, özgür, bağımsız toplumları kendilerine yardım için çağırmışlardır.
Gerileyiş ve yıkılışlarda da tam tersi olmuştur. Hadi be diyen toplumlar, hadi lan demeye başlamışlardır.
İyi yönetimler, hadi lan demeyen yönetimlerdir. Eğer siyasi düşünceler, toplum yöneticileri, gerek yönettikleri, gerekse ilişki kurdukları toplumlara hadi lan demiyorlarsa, o zaman dünyada başarılı, adil, tutarlı yönetimler olmuşlardır.
Bunun yolu, düşünceleri farklı olanları, siyasi görüşleri farklı olanları aynı topraklarda adilce, birbirine sevgi, saygı duyan olarak yaşatabilmektir. Kültürel, yasal mutabakatlar, bütün insanların, düşüncelerin, siyasi görüşlerin kendilerini ikiyüzlü tavırlardan öte ifade edebildikleri ortamdır. Bütün tartışmalar, idealler, söylemler, davranışlar toplum içinde, yok sayılmadan, yasaklanmadan yapıldığında, toplum güçlenir, gerçeklere ulaşabilir.
Ancak böyle bir yöntemin önünde çıkar engeli vardır. Çıkar, insanların, toplumların, devletlerin içine giren mikroptur. İnsanları, toplumları, devletleri zehirler, hasta eder. Onlara bencillik aşılar. Benin, toplumun, yöneticilerin bencillikte buluşması, düşüncelerini, davranışlarını çıkarlarına göre ayarlamaları, güç gösterisine dönüşür. İşte o zaman her şey biter. Sevgi, saygı, paylaşım ortadan kaybolur. Ortaya yeni bir canavar çıkar. Çıkara endeksli güç. Çıkara endeksli güç, insanı, toplumları, devletleri bozar, yok eder.
İnsanın gücünü keşfi iyidir. Ancak; güç çıkara endekslenirse olumsuzlaşır. Çıkarsız, sevgi, saygı, paylaşıma dayalı güç, insanlar için gelişmenin, birlik olmanın en büyük dinamiği iken, işin içine çıkarlar girince ölümcül bir hastalık olur.
Toplumumuzun geleneklerindeki İmece usulü, insan güçlerinin, bireysel çıkarlar dışında, toplumsal çıkar hedefinde buluşmasıdır. İyi yöneticiler, siyasi düşünceler bireysel çıkardan kurtulup toplumsal çıkara dönüştürdüklerinde, toplumlar yükselişe geçer. Aksinde ise çöküş başlar. Ardından iç savaşlar toplumu yok eder.
Bugün dünyaya egemen olan, liberalizm, kapitalizm, bireysel çıkarların güç gösterisine dönüşmesidir. “Bırakın yapsınlar” özüyle hareket eden kapitalistler, insanlara birey bilinci aşılama gayretiyle, bireyi çıkarcı yetiştirmektedirler. Toplum, bireyciliğin, çıkarcılığın savaşına sürükleniyor. Rekabet ortamı diyerek masumlaştırdıkları, çıkar çakışması, toplumu robotlaştırırken, üstünler tarafından silinmesiyle sonuçlanıyor.
Çıkara endeksli insanlar, siyasi güçler, kurumlar, güçlerini kullanarak topluma hâkimiyet sağlamak isterler. Sağladıkları hâkimiyet düşüncesinin toplumsal birlik sağlayacağı iddiasıyla herkesi oraya çağırıp gelmeyenleri hain ilan ederler. Böyle bir olgu, toplumun zorunlu birleşmesini sağlasa da, gerçekte parçalanmasına neden olur. Zira güçlerin birleştirdiği her şey, anlamsız, bilinçsiz, faydasız bir şekilde güce güç katar. Güç sağlayarak bütünleştiğini zannedenler, hadi lan tabirini düşüncelerinde ve davranışlarında daha çok kullanmaya başlarlar. Böylece hadi lan tabirine muhatap olanlar artık ümitleri kaybetmiş olarak, ya teröre, ya savaşa, ya da ihanete doğru giderler.
Irak’ta Saddam güç kullanarak bütün muhaliflerini susturmuştu. Sonuca hepimiz şahit olduk. Saddam’ın yasa, silah zoruyla susturduğu, hadi lan diye yok saydığı toplumlar, kurtuluş için Amerika’yı ülkeye davet ettiler. Sonuçta Saddam’ın Irak’ı bitti. Saddam idam edildi. Şimdi, güçler savaşıyorlar. Bir gün bir taraf galip gelecek. Çünkü aralarındaki savaşın sonunda, taraflardan biri iyice güçsüz kalacak. Ülke dışındaki bazı güçler, Irak’tan çıkar sağlamayı düşünecekler. Çıkar sağlamak isteyenler tarafları kendilerine göre kollayacaklar, destekleyecekler. Doğru dürüst etmek bulamayanların eline, son model silahlar verip birbirlerini öldürterek, toplumsal zayıflığı sağlayacaklar. Toplum zayıflayınca, çıkarcılar istedikleri gibi hareket edecekler. Onun için çıkarcıların elindeki parasal güç, medya gücü, satın alınmış insanların provokasyonları asla durmaz. Sürekli toplumu parçalamak, bölmek, birbiriyle savaştırarak öldürmek için çalışır.
Güce dayalı bütün düşünceler daha büyük güçler tarafından, önce kollanılırlar, sonra desteklenirler, daha sonra da güçlerinin içine alınılırlar. Onun için, bir devletin halkına güç kullanması, yasa ve değişik güçlerle halkı arasında belirli düşünceleri, grupları yok sayması yanlıştır. Böyle bir tutum sonuçta o devletin başına çorap örülmesine neden olur. İyi yöneticilere düşen, hadi lan diyerek yok saydığı düşüncelerin, toplumların başkalarına yamanmadan dikkate alınmasıdır. Değilse, kendini kurtarmak isteyen hadi lan denilen taraflar, başka güçlerden yardım almak zorunda kalırlar. İşte önümüzde örnek, Saddam’ın zulmündeki sosyalist Kürt grupları, sosyalist olmalarına rağmen, Amerikan desteği alarak Irak’a hakim oldular.
Şunu hiçbir zaman unutamam. Belki insanlar için değil ama. Toplumlar ve devletlerin mutlaka dâhili ve harici düşmanları olacaktır. Dâhili düşmanları, devletler kendileri üretirler. Devlete egemen güçler, devlet içinde yaşayan insanlardan bazılarını, yok sayarak, susturarak, haklarını vermeyerek, adil davranmayarak, eşitsizlik yaparak, suçluları koruyup kollayarak, toplumda mağdur insanlar, mağdur gruplar yaratırlar. Onların kendilerini ifade etmelerine izin vermezler. Yasaklar koyarak onları sustururlar. Susturulan her taraf zulüm uzadıkça devletin dâhili düşmanları haline gelir. İyi ve adil yönetilen devlete düşen görev böyle hatalara düşmemektir. İnsanların düşüncelerine, söy söylemlerine önem vermektir. Ancak öyle yaparsa dâhili düşmanlardan kurtulabilir. Zira böyle yaparak dâhilde düşman üretmemiş olur. Aksi halde her baskı, devlet içinde dâhili düşman doğmasına neden olur. Akıllı yöneticilerin yapacağı en doğru iş, doğru, açık, yasaksız uygulamalarla harici düşmanlara ülke içinden kendilerine yamanacak insanlar üretmemektir. Yöneticiler, devleti yöneten kurumlar akıllarını başlarına toplamazlarsa, hadi lan mantığını sürekli kalplerinde, düşüncelerinde, tavırlarında yaşatırlarsa, dâhili düşmanların olması kaçınılmazdır. Zira hadi lan mantığı insanlığa düşman üreten, insanlık dışı bir davranış biçimidir. Her insanlık dışı davranış kendine düşman kazanır.
Tarih okuyanlar, etrafındaki olayları seyredenler mutlaka göreceklerdir. Kendileri yok sayılan her insan, her toplum, kendini dinleyen, sayan insanlarla, toplumlarla birlikte olmaya başlar. Onun için hiçbir toplum, aynı ülkede yaşıyoruz diyerek, aynı ülkede yaşayan toplumları yok sayamaz. Zira yok saydığı anda, bilmeli ki onları sayacak, dinleyecek birileri mutlaka bulunur. Buna fırsat veren yöneticiler, toplumlar, siyasi görüşler doğruyu yapmıyor demektir. Kendi insanlarını başka toplumlara, devletlere bilerek itiyor demektir.
Toplumsal kardeşlikler, birliktelikler asla, yasa, silah zoruyla olmamaktadır. İşte, geçmişte Roma, üç kıtaya hâkim oldu. Şimdi yok. İşte Osmanlı üç kıtaya hâkim oldu. Şimdi yok. Tarihte kurulan bütün imparatorluklar önümüzde şahit olarak duruyor. Onların kuruluşlarını, gelişmelerini, yıkılışlarını iyi takip edelim. Kuruluşlarında, gelişmelerinde hadi lan ifadesinin olmadığını, yıkılışlarında ise hadi lan ifadesinin düşüncelerine, davranışlarına hâkim olduğunu göreceğiz.
Alman kralı Fransız kralını esir aldığında, Fransız kralını kurtarmak için mektup yazan Kanuni Sultan Süleyman’ın “ Ben ki …. “ ifadesiyle başlayan mektubundaki öz, düşünce ve davranış, imparatorluğun yıkılmaya doğru gitmesinin işaretiydi. Çünkü o özde, düşünce ve davranışta, aşırı bencillik, hâkimiyete dayalı güç gösterisi, Alman kralını, devletini, toplumunu yok sayma vardır. Elbet bu öz, yönetilen ülkedeki toplumlara da yansıyacaktır. Yansımıştır da. Sonuçta güce orantılı olarak, önce duraklama, sonra gerileme, daha sonra da yıkılış gerçekleşmiştir. Hala aynı mantık toplumda devam etmektedir. Koca imparatorluk bu yüzden yıkılıp gitti. Müslümanların yaşadıkları ülkelerde batıya bağımlı devletler kuruldu. Müslüman ülkelerde, haksızlık, zulüm, rüşvet, iltimas, kaos bir türlü dinmiyor. Bütün bunlara rağmen, kibrimizden, bencilliğimizden taviz vermiyor, burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Neden?
Tarihin Mısır Firavunları, Romanın Sezarları kendilerini tanrı ilan etmişlerdi. Kendilerini Tanrı ilan eden bu insanlar, güçleriyle, yönettikleri toplumları yok saymışlardı. Biz de varız diyenlerin üzerine askerleriyle saldırmışlar. Ezmişler, yok etmişlerdi. Nereye kadar? Bakınız şimdi yoklar…
Ülkesini seven hiçbir insanın, aklında, kalbinde, düşüncelerinde, davranışlarında, hiçbir insana, topluma, siyasi düşünceye, etnik gruplara karşı hadi lan tabiri kullanamaz. . Eğer kullanan varsa ülkelerini sevmiyorlar demektir.
Zira “hadi lan” ifadesi alternatifini yaratarak, “hadi be”yi gündeme getirecek. Bu iki düşünce varlık ve güç savaşına yönelecektir.
YORUMLAR
Her şer,yok olacaktır,oldular da ama neden şerler,anlayamam..
İnsan denen canlı varlık ,niçin inatla kötülükte yürüyor,
Hadi diyelim,hayvanlar alemi birbirini acıkınca yiyorlar,beyinleri sadece yemege endeksli sanırım ama ya insanogluna ne demeli..
İnsan oğlu hiç mi doymuyor,sürekli kırıcı,sürekli aç,sürekli doyumsuz..
Aklı var,beyni var,insanı kamil oldugu yaratanımız tarafından müjdelenmiş.
Olamayan,yetemeyen ne ?? aklım almıyor bir türlü....