- 1101 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gözlerini Sımsıkı Kapat
Gözlerini sımsıkı kapat. Henüz değil ama, yazının sonunda bahsedeceğim bütün süreçleri anı anına yaşadıktan, hissettikten sonra… Göz bebeklerimiz süzerken etrafımızı, algılarımız açıktır her türlü uyarıcıya. Ondandır ki bilinçaltımız uykumuzda açığa verir pişmanlıklarımızı, kırgınlıklarımızı… Rüya olarak nitelendirsek de, mealini araştırıp her türlü tabir cetvelinden geçirsek, süzsek de bilincimizi nafile… Her şey geçmişin harabesinde saklıdır, bilinçaltı denilen kara delikte.
Gözlerini sımsıkı kapat. Düşün ki ömür boyu böyle kalacaksın. Her yer karanlık, hayatla ilk buluşmanda annenin cennet kokusunu içine çeksen de onun yüzünü asla görmeyeceksin. Düşün ki ay saklı olacak göğün zembereğinde. Bir kuşun kanadına asılacak umutlar, terk-i diyar eylerken sonbaharda, hüzün bulutlarını bırakacak ardında. Renklerin anlamını bilmeyeceksin, hissettiğin ve varlığını adadığın tek renk siyah olacak. Küçük bir ışık huzmesine hasretken gözlerin, zifiri karanlığa mahpus kalacak tüm düşlerin. Saç tellerinin senfonisinde havalanacak hayallerin, rüzgarın ezgisinde kaybolacak besteler. Yağmur damlası düşerken alnına, ürpereceksin. Üşüyeceksin varlık ve yokluğun ince çizgisinde arafta bekleyen yetim ellerinle ki o eller ne vakit semaya yükselse tek hissettiğin dokunulmamış hayallerinin mahremiyetine sürülen g/iz olacak. “Zifte bulanan kalp nasıl p/aklanır?” diyeceksin, gecenin sömürgesinde can çekişirken benliğin.
Gözlerini sımsıkı kapat. Düşün ki köprü altında çocukluğunu dileniyorsun. Küçük bedenine çevrilen kem gözlerin ağırlığı çöküyor gündüzüne ve kararıyor bir anda evren. Güneşin doğuşunun anlamı yok senin için, batışının da. Nasıl olsa her yeni gün, onlarca ağırlığa gebe. Yüreğinin yaşını hiçbir teknolojik alet ölçemeyecek, hiçbir buluş yok edemeyecek sanrılarını ve hiçbir mucit külfetini omuzladığın hayatın izlerini söküp alamayacak sol yanından. Çocuk olmadan büyümenin ne demek olduğunu söyleyecek kirlenen yaşlı gözlerin. Tek bakış, henüz yazılmayan nice destanlara ilham olacak, ezilen kalbinin enkazında sevgiye hasret gülüşler saçılacak dört bir yana. Yanağındaki küçük çukurları hiç fark etmeyeceksin, çünkü harabene sakladığın gülüşünü söküp atacaksın gamzelerinden. Bir yudum güneşe hasret, bir lokma şefkate özlem duyarken sen, uzattığın ellerini boş bırakanlar sıcak yuvalarında yaşamın bütün nimetlerini ceplerine doldurarak girecekler yataklarına. Bir gün, o ellere metal parçasının yerine sıcacık bir dokunuşun değdiğini düşleyeceksin. Köprü altında “umutlarını” dileneceksin…”
Gözlerini sımsıkı kapat. Düşün ki araladığında pencereni, kendi evinde değilsin. Karanlık ve izbe hücrede tek kişilik bir oyunun baş kahramanlığını üstlenmişsin. Elinde olan her şey ç/alınmış. Tüm sevdiklerin, paran, kariyerin, mevkiin, evin, benliğin, kişiliğin… Bütün hepsini iklimi belirsiz bir coğrafyanın kayıp şehrine bırakıp seni de sonsuz uçurumlara terk etmişler. Bocalayıp afallarsın ilk önce, sonra durumu idrak ettikçe gözyaşlarına boğulursun. sessiz çığlıklarının yankısı büyür içinde. Lâl yüreğinin korlarını bir sen hissedersin. Ruhundan lavlar fışkırıken erir can damarların yavaş yavaş. Ümit denilen soyutluk yitip gider s ı ğ ı n d ı ğ ı n a v u ç l a r ı n d a…
Şimdi aç gözlerini. Her şey yerli yerinde. Eşinle, çocuğunla yahut annenle belki de dostlarınla çektirdiğin fotoğraf duvarında asılı, gülümsüyor sana. Bilgisayarın, sıcak odan, yatağın hiç değişmemiş, hepsi aynı şekliyle koruyorlar yerlerini. Sonra geç aynanın karşısına, kendinle, gözlerinle baş başa kal. Ellerini çirkin buluyordun değil mi? Manikürlü gibi uzun uzun tırnaklara, kendi tombik ellerinin aksine sicim gibi uzanan parmaklara özeniyordun hani. Şimdi o beğenmediğin ellerine bak dikkatlice. Ya olmasaydı? Ya dokunamasaydın, tutamasaydın, yazamasaydın!
Sıra gözlerinde… Kahverengi oluşundan dolayı hani hep annene ve babana için için lanet yağmurları yağdırırdın. Masmavi, deniz gözlerinle hayata daha “özgür” bakacağını düşünürdün. Şimdi o hayıflanmaları bir yana bırak da gözlerini kapattığın zaman söylediğim ilk durumu düşün. Hep karanlığı yaşamak… Aydınlıkla buluşamamak… Rengi, şekli şemali ne olursa olsun “görebilen, bakabilen” bir gözün olduğu için şükret…
Biliyor musun? Hayat denilen zaman, mekan, tüm fanileri içine alan koca boşluk, yeryüzünün efendisi, semanın sultanı – adını ne koyarsan koy- zıtlıkların birliğinden ibarettir. Doğan güneş mutlaka batacaktır. Ana rahminden düşen her canlı bir gün ölümü tadacaktır. Her son yeni başlangıçlara gebedir ve her başlangıç nihayete erecektir. Varlıklı olduğuna aldanma, gün gelir elinde avucunda ne varsa yitirirsin ya da yokluğa yakınırken zirvenin en tepesinde buluverirsin kendini. Temiz olan her şey kirlenmeye adaydır. Çocuk büyür, yaşlı çocuklaşır… Ve sen, yıkılan bir enkazın yerine yeni bir bina dikebilecek gücü kendinde bulduğun sürece dik duracaksın yoksa nefes alıp verdiğin sürece kendi enkazında yok olacaksın.
Ve düşün ki tok insan açın halinden anlasa, barış içinde yaşayan toplum savaşın çocuklarının bezgin bakışlarını güldürmek için çabalasa ve kefenin cebinin olmadığını düşünse malı mülkü yerinde olan … İşte o zaman, saltanatını süren hayatın boyunduruğunda eğilmeyen çiçeklerle,her gün bomba sesleriyle uyanmak zorunda kalmayan çocuklarla bezeli olmaz mı kâinat?
Vaktiyle inşaatta çalışan bir işçinin elleri kirlenmiş, üstü başı, her yeri çamur içinde… Bakınmış, etrafında çeşme yok ki temizlensin. Sonra yoldan geçen bir çocuk görmüş, üstü başı yırtık pırtık, kirli… Demiş ki: “ En iyisi gideyim de, ellerimi şu ufaklığın omzuna sürüp temizleyeyim.” Yaklaşmış gözleri kömür, harabesinde zifte bulanan çocuğun yanına ve kirli ellerini sürmüş üzerine. Çocuğun gülmeyen yüzü aydınlanıvermiş, sarılmış adama sıkı sıkı. Sanmış ki adamın amacı bizim ufaklığı sevmek. Çocuk hoplaya zıplaya, sevinç içinde ayrılırken yanından uzun süre bakakalmış ardından. Menfaati uğruna, sırf ellerini temizlemek için yaklaştığı, dokunduğu, başka zaman değil temas kurmak, yan gözle bile bakmayacağı çocuk halbuki sevgiye, ilgiye, ne kadar açmış! Gözyaşları istem dışı süzülürken yanağından, bir an utanmış insanlığından…
Bizler, içinde bulunduğumuz her türlü duruma şükretmeyi bilmeliyiz ki güneş yeniden doğsun ve o hayat kaynağının ışığı sadece bizi değil, dokunacağımız her şeyi aydınlatsın. Mutsuz bir çocuğu, yalnız yaşayan bir yaşlıyı, görmeyen gözleri, duymayan kulakları ve hissedemeyen yürekleri…
Hayata ışık olalım, gün görmeyen, kendi karanlığında kaybolmaya mahkum hiç kimse kalmasın…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.