- 656 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kesit...
Nisan ayı kente sevimsiz bir merhabayla geldi. Bulutlar, gökyüzüne aceleyle sıvanmış balçığa benziyordu; sanki isli bir kapağı getirip şehrin üzerine kapatmışlardı. Her zaman birilerinin gölgesinde yaşamaya alışmış çoğu insanlar, bu güneşsizliğin farkında olmadan, güne koşulsuz koşturarak başlıyorlardı. Özel okuluna gitmek için, özel otomobile süzülen uykuya doymamış gözler; okul servislerine tıkılan genç ruhlar ve elleri ceplerinde, omuzlarına gömülü başlarıyla çalıştıkları dükkânları açmaya seğirten gençler her zaman sabahların ilk müşterileri arasındadırlar. Sonra sessiz bir kaynayış başlar kentin merkezinde. Semtten semte akan araç selinin çoğu, şehrin çeşitli yerlerinde yataklarını terk ederek, kollara ayrılıp, kaldırım kenarlarına yığılırlar. Bu araç selinde koca bir kaya gibi ağır ağır sürüklenen otobüslerin her birinin iki sapığı olduğunu düşünmek hiç de abartı olmaz. Biri, önüne düşen kısmetiyle uğraşarak yolculuğun tadını çıkarmaya çalışırken, diğeri ise kısmetinin güzel kalçalısını aramak için yeteneklerini çalıştırır. Tıka basa insan doldurulmuş hissini veren bu koca tenekelerin içinden çıt çıkmaz. Toplasanız bir çuval edecek diller, dişlerle kenetlenmiş ve kilitlenmiş ağızlarda lop et gibi dururlar. Ara duraklarda inen bir veya iki kişinin neden olduğu dalgalanmalar çabuk geçer. İri cüsseli birinin, cılız birini ezmesine kimse aldırmaz. Bu kısa yolculuklarda, "konuşma, karışma" telkinleri kemikleşerek neredeyse yasalaşmıştır. Aynı anda ve aynı ortamda bulunan kadınların, hemcinslerinin hasta bir ruh tarafından sıkıştırılmasını görmemezlikten gelmeleri de, " bana dokunmayan sapık bin yaşasın" sözüne ne kadar sadık kaldıklarını göstermektedir. Gözündeki çapağı boştaki elinin orta parmağıyla alıp yakasına silen birisi, başkalarını tiksindirdiğini aklının ucundan bile geçirmez...
Şehre kapanan gökyüzü bu canlı kümelerinin kaçını ilgilendirir! Amirinden azar işitmemek için, betonların arasında betondan bir suratla koşarken, alacağı maaştan elinde ne kadar kalacağını hesaplayan birini mi? Dün müdürünün garsoniyerindeki saatleri düşünürken, kocasının boynuzlu halini düşleyen; düşlerken dudaklarında sinsi bir gülümseme yayılan kadını mı? Önündeki kalçaların önünde kalan sıcaklığıyla avunan müsvetteyi mi? Sevgilisine sürekli sevdiğini söyleyerek dalgasını geçen sahte kalpli soytarı bir kızı mı, soytarı bir erkeği mi? Yoksa öfke ağlamasına girmemek için, dişlerini sıkan, bedeniyle birlikte ruhu da sıkıştırılmış genç kızı mı?
Bu kesitte kestirmek güç! Kaçı yaşama içgüdüsüyle yaşıyor, kaçını cılız düşleri ayakta tutuyor, kim bilir ki!
YORUMLAR
Nisan ayı kente sevimsiz bir merhabayla geldi. Bulutlar, gökyüzüne aceleyle sıvanmış balçığa benziyordu; sanki isli bir kapağı getirip şehrin üzerine kapatmışlardı.
Ömer Bey...
Yazım diliniz oldukça güçlü ve betimlemeler öylesi güçlü ki hayranlıkla okudum.
Tasvirler, yer, zaman, mekan olguları oldukça güzel işlenmiş.
Her şeyden önemlisi kendi yorumunuzu ince ince işlemişsiniz anlatıma.
Kestirmek güç değil aslında kabullenişe bağlıdır hayata duruş derim ben naçizane...
Beğenimle başarı sizinle olsun.
Teşekkürler sevgi ve saygılarımla...