- 879 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MELEKLE ŞEYTAN ARASINDA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Paulo Coello, Şeytan ve Genç Kadın romanında:
’’Toplumun istediği gibi davranılmasını sağlayan, yasalara uyma arzusu değildir. Cezadan duyulan korkudur. Hepimiz bu darağacını içimizde taşırız’’ diyor.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana, tartışmasız inceleme konusu olan iyi ve kötü kavramları, Coelho’nun bu romanında yalnız sorgulanmakla kalmıyor, kimi iletileriyle de okuyucuyu düşündürüyor. Kitabın konusu kısaca şöyle:
Kendi gelenekleriyle tekdüze yaşamını sürdüren küçük bir dağ köyü bir yabancının gelmesiyle kısa sürede alt üst olur. Önce gerçek kimliğini gizleyerek köylülerle dostluk kuran bu adam, köyün tek genç kızı Chantal aracılığıyla bu insanları bir ikilem içinde bırakır:köylüler içlerinden birini yedi gün içinde öldürürlerse, yabancı onlara on külçe altın verip köyden gidecektir. İyi ile kötünün, bir başka deyişle melek ile şeytanın savaşımı bu iletiyle birlikte başlar. Köyün kurtuluşu için bir kurbanın gerekliliği her türlü dinsel ve ahlaksal kılıflar bulunarak topluca benimsenir. Öldürülecek kişiyi de kolayca seçerler. Yabancı öykü boyunca her ne kadar şeytanın bir eylemcisi olarak görünüyorsa da, iyinin üstün geleceğine dair umudunu yitirmez.
İçlerinden biri mutlaka olaya bulaşmak istemeyecekti ve her şeyin yitirilmemesi için bu tek kişi köyü kurtarırsa dünya da kurtulmuş olacaktı, Yine umut var demekti. İyi üstün geliyor demekti:teröristler nasıl bir kötülük yaptıklarını bilmemiş olacaklardı:bütün acıların hüzünlü birer anı olacağı bağışlanma günü gelecek demekti ve yabancı bununla yaşamayı öğrenebilecek, mutluluğu yeniden arayabilecekti. Seve seve duyacağı bu ’’Hayır’’ karşılığında köylüler altını alacaklardı.
Alıyorlardı da...
Romanın üstünde daha çok durup ayrıntılara girmeden, yalnızca iyinin son anda kötüye üstün geldiğini söylemekle yetinelim.
Küçük bir köyün ortak vicdanında tartışıldığı iyi ve kötü kavramları karşısında bulunan insanların durumu gibi, her birimiz zaman zaman benzer ikilemler içinde kalır savunduğumuz erdem kuralları ile çıkarlarımız arasında kıvranır dururuz. Bir yanımızda şeytan, bizleri kötülüğe doğru kışkırtırken, öteki yanımızda yer alan melek, iyilik uyarılarını sürdürür.
Maupassant’ın Tombalak öyküsünü anımsıyorum. Bu öykü, aynı yazgıyı paylaşan iyi insanların, çıkarları söz konusu olduğunda, düşünce ve eylemleriyle nasıl birer kötüye dönüştüklerini çarpıcı olarak anlatıyor.
Yaşantımız boyunca başkalarını güç durumda bırakacak bir hata yapmadığımızı söyleyemeyiz. Hoş söylesek de, ne denli inandırıcı olabiliriz ki? İsteyerek ya da istemeyerek yapmışızdır:ancak her hatalı davranış bir şekilde düzeltilebilir belki de düzeltilmiştir. En azından özür dilenebilir, maddesel zararlar ödenebilir, bizden kaynaklanan kayıplar karşılanabilir...Ama ortada bir ölüm varsa ve bu ölümün sorumluluğuna katılmışsak...Düşünmeyin kendimizi yada ülkemizi savunmamız dışında, haklı olabileceğimiz hiçbir geçerli yanıt bulamazsınız.
Ünlü yazar Hermann Hesse, 1919 yılında yayımlanan Öldürmeyeceksin adlı denemeyi şu sözlerle noktalamış:
’’İçimizden her birinin insanlık bakımından üzerine düşen tek bir görev vardır. İnsanlığı bütün olarak birazcık ileriye götürmek değildir bu görev:falan ya da filan çeşidini ortadan kaldırmak, ne kadar övülecek bir davranış olsa da senin ve benim görevim değildir,insan kardeşim! Bizi bekleyen görev, kendi özel, bir kezlik ve kişisel yaşamımızda hayvandan insana giden yolda bir adım daha ileri gitmektir.’’
Bütün yaşantımız boyunca düşünce ve eylemlerimiz Melekle Şeytan arasında bir sarkaç gibi gidip geliyor. Bir karar verirken, aklımızla yüreğimiz arasında sıkıştığımız gibi...
Bizi insan olmaya götüren yol, o denli kolay aşılamıyor !