- 710 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bir çocuk, bir 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda neler öğretmedi ki bize:
Bir çocuk, bir 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda neler öğretmedi ki bize:
Büyük kızım orta okuldayken ilk defa yurt dışından çocuk bayramı için çocuklar gelecekti Türkiye’ye. Gelecek bu çocuklardan bir tanesini de biz ağırlayacaktık. Ben sosyalliği, evrenselliği seven biriyken, kızlarımın babası son derece içine kapanık ve sosyal olaylarda yer almayı sevmeyen bir kimlikti. Küçük kızım da bu arada ilk okuldaydı. Bir yandan okulları devam ederken bir yandan da onları çeşitli faaliyetlere götürmekteydim ki hayata bakışları at gözlükleriyle olmasın. Hayata dair neler var görerek bilerek büyüsünler, genel kültürleri olsun.
Beklenen gün gelene dek bizim evde bir telaş ki anlatamam. Kızlarım da benzer şekilde...Odalarını hazırlamaları,İngilizce çalışma çabaları, neler yapabilecekleri ve nerelere gidilebileceği programları ...Onları izlemek bile muhteşem güzeldi.Yerinde bir karar verdiğimi gördüm.Biz genelde halk olarak bir yabancı hayranlığına haiziz.Buna hep karşı oldum. İnsan her yerde insandır, önemli olan insanın kalitesi benim gözümde... Yıllar sonra bu düşüncemin fizikçi kızımın yurt dışı döneminde çok yerinde olduğunu gördüm. Nedeni mi? Bizler, gerçek anlamda oldukça nitelikli eğitimlerden geçtik. Bilgili ve kültürlü insanlar olarak yetiştik. Bazı ülkelerde bu oran düşük ve gençlik de, bireyler de bom boş ve cahiller. O zamanki iç seslerimin ne kadar yerinde olduğunu yıllar sonra bu dönemde gördüm.
Neyse, beklenen gün geldi ve bir Balkan ülkesindendi bizim okulumuza gelen çocuklar. Okulda sırayla kura çekilerek ailelere bu evlatlar teslim edildi. Benim en büyük korkum hasta bir çocuğa denk gelmekti. Tam tersi, hafif toplu sağlıklı bir kızım daha olmuştu on beş günlüğüne. Hafif erkeksi bir simayla bize gelen güler yüzlü kızım... MAJLİNDA…
Ayda 50 dolar maaş alabilen bir üst düzey ekonomistin kızı Majlinda, görgülü sıcacık bir evlat. O İngilizce bilmiyor, biz de ALBANİA (ARNAVUTLUK) dilini. Ne hoş değil mi? Tarzanca yaklaşımımızla (her zaman güldüğüm ama benim milletimin yeteneği diye kabul ettiğim ) işleri çözüverdik.
Öylesine şaşkın ki her şeye elliyor: biblolara, tablolara, porselenlere… Aklınıza gelebilecek her ev eşyasına dokunarak bakıyor. Ben de dokunsal bir kimlik olduğum için onu anlıyor ve onunla birlikte geziyorum. Bir elim onun başını okşarken, yalnızlık hissetmemesi için, bir yandan da anlatmaya çabalıyorum.
Ertesi gün okuldayız, etkinlik hazırlıkları devam ediyor ve çocuklar milli danslarını çalışıyorlar. Bu arada benim kızım da tabii ki kendi çalışmalarıyla meşgul. Aklım ne yer, ne içerde ve kendimce karar verdim birlikte gideceğiz alışverişe.
Okulda işler bitince arabaya biniyoruz doğru alışverişe… ne istiyorsa yemek adına kendi seçsin istiyorum. Yeni açılan büyük bir alışveriş merkezine gidiyoruz. Bakışlarından kendini Alis Harikalar Diyarı’nda sanmakta olduğunu anlıyorum ,onu izlerken bunu görmekteyim.
Öncelikle manav bölümüne geçtik. Tek gördüğü şey yeşil fasulyeydi. Anne,anne diyerek kolumu öylesine çekiştirmekte ki bir ara dengemi kaybettim. Turfanda hala bu sebze ve o zamanlar şimdiki gibi bir bollukta da değil. Hep birlikte İngilizce ve Türkçe, Albania dili bir iletişimimiz var:) Kızımız kısa sürede Türkçe’yi de çözdü. Artık anne diye başlayan sözcüklerin peşinden “ şunu istiyorum” direkt Türkçe gelmekte...
İşin garip tarafı gidene kadar yeşil fasulye, salam, sosis, domates yedi. Öğrendim ki sadece yılda bir defa alınabilen sebzeler fasulye ve domates. Kot ve diğer giysiler de öyle. Onlar için çok zor alabilmek. Her gün gittiğimiz havuza onu da götürmek istedim. Mayosunun olmadığını biliyorum, alacağız… kendisi bunun ücretini ödemek istedi! Elinde sadece on doları var. Biz alırız dedik ama “siz çok aldı bana, olmaazz ”diye tatlı peltek bir dille itiraz :) Yapacak bir şey yok . Güzel bir yüzücü mayosu seçti. Kasaya gelindiğinde, on doları uzattı fakat satıcı kız mayonun otuz beş dolar olduğunu söylediğinde vazgeçti. “Babamın maaşı nerdeyse” dedi. Gözleri üzüntüye büründü. Kızlarıma hep birlikte dışarı çıkmalarını söyledik. Bunu anladığı için “HAYIR” dedi “SİZ DE ALMAYIN BANA”... “Yeter çok aldınız bana çok çok.” Bu güzel bir şeydi karakteri adına.
Akşamları ailesi arıyordu ve kızımız bıcır bıcır yaşadığı güzellikleri anlatıyordu. Aile de Türkçe kelimeler yazıp öğrenmiş bize binlerce teşekkürler etmekteydiler. Biz de gönderdikleri gül ağacı el oyması pipolara, el dokuması kumaşlara, dantel üçlü takıma teşekkürlerimizi ilettik... Hala sakladığım değerlerdir benim için bu gönderilenler. Neden mi? O YOKLUKTA ELLERİNDEKİ AVUÇLARINDAKİLERİ BİZE YOLLAMIŞLARDI. Benim için pırlanta değerindeler hala.
Arabamın oluşu onu öylesine mutlu ediyordu ki… birden yerinden fırlayıp, hadi anne gezelim demesi dün gibi aklımda. Michael Jackson fırtınası yılları o yıllar. Aynı gözlükler , aynı kotlar giysiler alınıyor .Taşlarla süslüyorum bu giysileri… nasıl mutlu anlatamam. Diğer gelen çocuklar Lindamız’ a kızmaktalar, nedeni de kendilerinin bize düşmemiş olması kurada. Sonuçta hala çocuk hepsi, hatalarıyla, sevimlilikleriyle...
Neden mi anlattım tüm bunları? Bugün 23 NİSAN ULUSAL ÇOCUK BAYRAMIMIZ... Böylesine bir bayram yaşadı bu gelen çocuklar bizim ülkemizde. İlaç olarak mide bulantısı ve ağrıyı önlemek için yanlarına minicik şişede verilen sadece birkaç damla rakıydı... Bizim ülkemize bir bakalım dönüp de… her şey bolluk bereket içinde.
Majlinda giderken en az on valizle döndü yurduna. Onun çocuk aklında bolluk bereket içinde huzurlu bir TÜRKİYE kaldı. Bizim aklımızda ise fasulyenin bile yılda bir yendiği bir ülke ve üst düzey bir ekonimistin aldığı aylık...
Türkiyem benim, vatanım,gururum .Dünyada tek çocuk bayramı olan ülkem. Şimdilerde Kanada’ da bile böyle bir gün, daha henüz armağan edilmekte çocuklara. Bu güzel günün değerini bilmek adına…
Sevgilerimle... EMA