- 2913 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜRGÜP MÜFÜTÜMÜZ MURAT ÇAKIR BEY’İN ARDINDAN
Kutlu Doğum Haftası nedeniyle üç günlük bir program için gittiğim Nevşehir ilimizde, pek çok güzellikler yanında, belki de hayatımda çektiğim en büyük üzüntülerden birini de yaşadım ki, o da Ürgüp müftümüz Murat Çakır Bey’in beklenmedik âni vefatıydı. Nevşehirimiz’in tarihi ve kültürel zenginlikleriyle evrensel boyutta ün yapmış, güzel Ürgüp ilçemizin genç, dinamik ve fedakar bir müftüsüydü Murat Hoca. Kendisini geçtiğimiz yıl, Nevşehir Din Görevlilerine verdiğim bir konferans dolayısıyla tanımıştım.
Bu sohbetimde, “Kutlu Doğum” programı nedeniyle, ömrünün son iki gününde birlikte olduğum rahmetli müftümüz Murat Çakır Bey’i, anlatmak ve onda gözlemlediğim bazı özellikleri ve güzellikleri sizlerle paylaşmak istedim.
İz ve adres bırakmak, iyi bir ad, güzel bir yâd ile anılmak, müstesna, mümtaz ve farklı insanlara ait bir mevhibedir. Kısacık hayatta farkı fark etmek ve farklı yaşamak da hakeza aynı manaya matuftur. Bazı insanlar vardır ki, diğer insanlara göre sosyal hayatta kendilerine özgü çok farklı bir portre çizerler. Bu insanlar için, “nev’i şahsına münhasır” tabiri kullanılır. Daha ilk gördüğünüzde, tavır ve davranışlarıyla, söz ve sohbetleriyle, sevecen bakış ve pozitif duruşlarıyla sizde müsbet bir izlenim bırakır ve gönlünüzü fethederler. Murat Bey, tam bu şablona oturan karakter abidesiydi. Karıncayı dahi incitmekten çekinen hassasiyete sahip mütevazi bir insandı. O hassas tavrı karşısında ezildim. Sürekli tekrarlıyordu :“Hocam! Size hürmet ve hizmette bir kusurumuz olduysa hakkınızı helal edin.” Koluna girdim ve : “Bak Murat Hoca! Bizim davamız büyük. Vazifemiz ulvidir. Öyle ıvır zıvır şeye takılmayız. Hem ben dostlarımın zaaflarını görecek gözlerimi zaten kör ettim. Sen müsterih ol” deme ihtiyacını duydum.
Nevşehirdeki akşam programından sonra il müftümüz Yakup Öztürk Bey, bütün ısrarlarıma rağmen bizi yalnız göndermeyip, sağolsun nezaketinden Ürgüb’e kadar bize eşlik etmişti. Kalacağımız Otel’e doğru yaklaşırken, saat 24.00 sularıydı. Dedim ki: “İlçe müftümüzü rahatsız etmeyelim. Rezervasyon varsa çıkıp ıstırahatımızı yapar yarın kendisiyle görüşürüz.” Meğer Murat Bey otelde bizi bekliyormuş. Kucaklaştık. Ben ıstırahat için müsaade istedim ve otel görevlisiyle kalacağım odaya çıktım. O da İl müftümüz Yakup Bey’i uğurlamak için ayrıldı. O kadar hassas ve edepli bir insandı ki ertesi gün, gece otelde odaya çıkarken bize refakat edemediği için defalarca özür beyan etmişti. İl müftümüze de Ürgüb’e kadar zahmet edip gelmesi karşısındaki mahcubiyetini izhar ettiğini öğrendim.
Dedim ya o nev’i şahsına münhasır bir güzel insandı.Tatlı bir hizmet aşkının destanını okudum ben onun büyük düşünce ve derin eylemlerinde. Davud’un elinde yumuşayan demir misali, ona derdini anlatmak için gelen insanların memnun ve mesut bir şekilde makamından ayrıldıklarına şahit oldum. Gönüller fatihinin adeta su katılmamış mümessili gibiydi. Gerek gündüz 100’ü aşkın personeline ve gerekse akşam ki 1000’e yakın izleyiciden mürekkep halka verdiğimiz konferanslar öncesi yaptığı selamlama konuşmalarında, ihlas ve samimiyetin gayet net resmini gördüm. Allah’ın dininin ilâsı ve Rasülüllah’ın sünnetinin ihyası uğrunda, hizmet aşkının, fedakarlığın ve nazikliğin tercümanı gibiydi. Bir şelale haşmetiyle gönüllere akan sevgi ve saygı çağlayanıydı sanki. Çevresindeki halkla, idarecilerle ve personeliyle kurduğu güzel diyaloglar, her türlü takdirin fevkinde ve hayranı olduğumuz sanatkârları gölgede bırakan bir armoni kudretinin onda mevcut olduğunu keşfettim. Makamında çaylarımızı yudumlarken bir ara bana dönerek: “Hocam geçen yıl ilimizde verdiğiniz Çanakkale konferansınızı unutamıyorum. Önümüzdeki yıl Mart ayında Ürgüb de de bir Çanakkale programı yapalım” demiş ve Mart ayı takvimini açmıştı. Israrlıydı. “Murat Hocam! Bunun için siz beni yeni yılın ilk günlerinde arayın görüşelim” diyerek ikna etmiştim. Bu iradesiyle onun yüce görevinin, enerji, yenilik ve hamle dolu çerağını bir meşale halinde ilânihaye tutmaya azmettiğini hissettim. Lakin büyük hayallerini gerçekleştirmek için ömrü vefa etmedi.
O’nun kürsüden cemaatini, makamından personelini ve köy köy dolaşarak halkı iman ve ahlak zebercetleriyle yılmadan, bıkmadan ve usanmadan tezyin ettiğini öğrendim. Her insanın asla ve kat’a yapamayacağı nice işleri, sevecenliği ve karşısındakine güven veren tavrıyla rahatça hallettiğini dinledim. Müftü, İmam, müezzin ve Kuran Kursu Öğreticisi imtizacının oluşturduğu böylesi güzel kompozisyona, ben çok az yerde rastladım. Ürgüpteki Diyanet personelini, Murat Bey’in önderliğinde tıpkı arı kovanındaki ahenk ve nizamın ritmi içinde çalıştığını gözlemledim. Bu bağlamda belirtmek gerekirse, hakeza bu keyfiyetin aynısını ,il müftüsü Yakup Öztürk Bey’in rehberliğinde Nevşehir müftülüğümüzde de net bir şekilde görmek mümkündür. Hele Yakup Bey’in yanından ayırmadığı, dilinden düşürmediği ve üzerinde harıl harıl çalıştığı devasa bir müftülük projesi var ki, gerçekten görülmeye değer. Tamamlandığında Nevşehir’e en büyük hizmet olacağına inanıyorum. Ben bütün Nevşehir il sathındaki Diyanet camiasının, büyük düşündüğünü ve büyük hareket ettiğini iki yıldır gözlemlemekteyim. Bu büyük ve ulvi din davasında, büyük düşünülüp büyük hareket edildiğinde, eylemlerin sonuçlarının da büyük olacağına inanıyorum. Kozaklıda Rahmi Yiğit ve Gülşehirde Nuh Arslan müftülerimizin gayretleri de her türlü takdirin fevkindedir. Ben konferanslarım dolayısıyla bütün illerimizi, gezip dolaşıyorum. Hepsinde de farklı özellikler ve güzellikler var elbette. Lakin Nevşehirimiz ve müftülük camiamız gerçekten bir başka güzellikte. Bana dediler ki: “Geçtiğimiz yılki sohbetlere doyamadık.” Ben de Yusuf Peygamber’i örnek verdim. Yusuf’un güzelliğini fark eden Mısırlılar gibi, ben de Nevşehir’in ve buradaki din görevlilerimizin güzelliklerini fark edenlerden biriyim ve bu itibarla gerçekten bahtiyarım.
Tekrar rahmetli müftümüz Murat Bey’e dönecek olursak, O ömrünün son demlerindeki kısacık beraberliğimizde, gönül sarayımın köşkündeki sedire bağdaş kurup oturmuştur artık. Orada hatırlı bir konuk gibi muamele görmeye devam edecektir.
Bu mukaddimeden sonra, ömrünün son iki gününde aramızdaki diyaloglardan bahsetmek istiyorum. Ama önce nasıl bir araya geldiğimizden söz edelim.
Altı ay kadar önce, muhtemelen İl müftümüz Yakup Öztürk Bey’den de destur alarak, benimle diyaloğa geçmiş ve Kutlu doğum haftasına davet etmişti. İlde şekillenen programa göre, 17 Nisanda gündüz Nevşehir Din Görevlileriyle, akşam da halka açık iki program icra edecektik. Aynı programı 18 Nisanda Ürgüpde ve 19 Nisanda da Gülşehir ilçelerinde yapacaktık. Sonra araya bir de Nevşehir Üniversitesi programı monte edildi.
Yukarıda ilk akşamki karşılaşmamızdan söz etmiştim. 18 Nisan sabah saat 10.00da Ürgüp Din Görevlilerimize ve Kur’an Kursu Öğretmenlerimize “İdeal Din Görevlisi ve Başarıda Motivasyon” programı planlanmıştı. Murat Bey, otele kadar gelmiş ve birlikte sinema salonundaki programa katılmıştık. Önce kendileri kısa bir selamlama konuşmaları yaptıktan sonra, bizim bir saatlik sunumumuz başlamıştı. Ancak bir saat dolunca, baktım ki salonun tamamı sohbetin devamından yana Müftü Bey’in onayı ve bir oylama ile yarım saat daha uzatmıştık. Bitiminde birlikte daireye geçtik ve uzunca bir sohbet ve muhabbetin ardından, öğle yemeği için lokantaya gittik. Birer pide ve ortak bir de künefe siparişi verdikten sonra, Murat Bey sorum üzerine genişce hayatından söz etti. Haseki eğitimini ve Avustralya hizmetlerini anlattı. Hatırımda kaldığı kadarıyla Safranbolu, Eskipazar ve daha bir çok ilçe müfütüsünün samimi arkadaşı olduğunu ve mutlaka onlarla bizi tanıştırmayı düşündüğünü söyledi. Diyanet Eğitim ve Rehberlik Dairesi Başkanı sayın Fatih Kurt Hocamız ve yine Diyanet müfettişlerimizden Bilal Aksoy gibi ortak dostlarımız olduğunu da gördük. Telefonla görüştüğümüz Bilal Bey’e , ne yazık ki bir gün sonra onun acı vefat haberini vermek zorunda kalacaktım.
Kaymakam Hanım’ı ve Belediye Başkanımızı birlikte ziyaret etmeyi teklif etti. Bu ziyaretleri akşam üstüne bırakalım. Benim akşam ki programa kadar biraz istirahat etmem gerektiğini belirtince, “hay hay hocam” dedi ve birlikte sohbet ederek çarşıdan otele kadar yürüyüp, ben ıstırahata çekildim. O da dairesine yöneldi. Akşam üstü telefonla aradı ve rahatsız ettiği için özür beyan ederek “Dinlenebildiniz mi Hocam?” diyordu. Ben de “yediğimiz yemek ağır gelmiş olacak ki, midem pek hoş değil. Ama siz randevu aldıysanız ben hazırlanayım” deyince. “Hayır hayır hocam. Fazla önemi yok. Akşam programda kendileriyle görüşürüz inşallah. Siz istirahat buyurunuz. Ne zaman arzu ederseniz sizi otelden alırız” demişti.
Akşam namazını müteakip buluştuk . Salonda koordinasyonu sağlıyor, gelenleri karşılıyor ve bize karşı da en ufak bir ihmal göstermemeye gayret sarfediyordu. Kaymakam Hanım ve Belediye Başkanımızla tanıştırdıktan sonra program başlamıştı. Salon hınca hınç dolmuş ve coşku doruktaydı. Açış konuşmaları için davet edildi. Kendisinden emin olarak yürüdü sahnedeki kürsüye. Heyecanlı değil gayet doğaldı. Elinde hiçbir metin olmadan samimi ve içten protokolü, salonu ve bizi saygıyla selamladı. Yaptığı hizmetleri kendine mal etmekten ziyade, ekip çalışmasına bağladı ve personeline teşekkür etti. Desteklerinden dolayı Kaymakam Hanım’a ve Belediye Başkanına teşekkürlerini sundu. Özellikle de Ürgüp halkına kendilerini yalnız bırakmadıkları için teşekkür etti. Daha önceki sohbetimizde de, bana özellikle Belediye Başkanından sitayişle bahsetmiş ve desteklerinden övgüyle söz etmişti. Hakeza Kaymakam Hanımdan da aynı şekilde bahsediyordu.
Konferans yine bir saat proglanmıştı. Ancak o güne kadar nadir şahit olduğum bir coşku salona hakimdi ve pürdikkat dinleyen yüzlerce Allah aşıklısı, Peygamber sevdalısı güzel insanın varlığı, benim konferansı yarım saat kadar uzatmama sebep olmuştu. Yüz ifadelerinden hepsinin memnuniyetini okumaktaydım. Plaketler verildi. Murat Hoca, memnun ve mutlu bir şekilde bize gül takdim ediyordu. Tabi diğer katılımcılara da. Salonda mevcut bir odaya geçerek protokol temsilcileriyle yarım saat kadar sohbetin ardından, her biriyle vedalaşarak ayrıldık. Murat Hoca birlikte yemek yemeyi teklif ederken, ben midemin zaten pek hoş olmadığını birkaç zeytinle bir dilim ekmeğin kafi geleceğini söyleyince, birlikte kaza yaptığı özel aracına binerek yan taraftaki bir markete gidiyorduk. Bütün ısrarlarıma rağmen faturayı bana ödetmeden, yapmıştı alış verişi. Birlikte otele geldik. Ben kendisine siz de çok yoruldunuz. Gidin ıstırahat edin. Ben odama çıkarım dediysem de, ısrarla : “ Hayır Hocam. Birlikte sizi odanıza kadar götüreceğim. Hem bir bakmak istiyorum. Odada bir eksik var mı ?” diyerek bana refakat etti. O kadar nazikti ki, bizi en iyi şekilde ağırlamak için çırpınmaktaydı.
Hatta eşim “ben de Kapadokya’yı çok merak ediyorum. Hafta sonu mesaiden sonra ben de gelsem uygun olur mu? Demişti de ben de Murat Müftümü aramıştım. Gayet samimi bir şekilde “Alerra’si ve’l- Ayn” (başım gözüm üstüne) demişti. Perşembe günü de: “Hocam! Çok üzgünüm. Aslında biz eşimle birlikte size eşlik edecek ve size Kapadokya’yı gezdirecektik. Ancak eski hukukum olan samimi bir arkadaşımın Ankaradaki düğününe gitmek zorundayım. Fakat ben otel de yerinizi ayarladım. Hoca Hanımla sizi misafir edeceğiz ve buradan Göremeye giden bir arkadaşımız ki, onun da eşi Hoca hanımdır. Sizleri ağırlayacak ve gezdirecek” deyip mahcup bir edayla özür dilemişti. Ben de : “Hiç üzülmenize gerek yok. Bizim Hoca Hanım da Kutlu doğum programlarının yoğunluğu dolayısıyla katılamayacağını ifade ile, teşekkür etti demiştim.” O da “Her zaman için bekleriz. İnşalah bir başka defasında” demişti.
19 Nisan sabahtan Nevşehir Üniversitesi’nde program vardı. Üniversiteden gelip bizi alacaklar ve programdan sonra da saat 14.00 de Gülşehir konferansımıza yetiştireceklerdi. Murat Bey :” Hocam biraz erken daireye gelseniz de ayrılmadan sizinle biraz daha sohbet etsek” teklifinde bulunmuştu. Kabul ettim ve buluştuk. Yine samimi bir şekilde kucakladı bizi. Eski programları bilgisayara yüklemiş ve bir arşiv oluşturmuştu. Çok mutluydu. Çaylarımızı içerken iftiharla bize bir bir faaliyetlerini gösterdi. Bolu müftümüz Mehmet Şahin Bey’in Ürgüpde görev yaparken aldığı hatıra defterine duygularımızı yazdırıp imzalattı. Konferanslarda çekilen fotoğrafları bizim de flaşımıza attı. Bu arada bir Kur’an Kursundan sürekli telefon geliyordu. Belliki programa gidecekti ve onu bekliyorlardı. Anlamıştım. Murat Hoca ise, bizi yalnız bırakmak istemiyordu. Kalktım ve dedim ki: “Bak Murat Hocam! Seni bekliyorlar. Bizi nasıl olsa arkadaşlar gelip alacaklar. Sen git ve onları bekletme. Saygısından bizi bırakmak istemiyordu. Israr ettim. Ben de dışarıda hava güzel güneşte bekliyeyim deyip, birlikte dışarı çıktık. Paltom içeride asılı idi. Şurada bir fotoğraf çektirelim derken, birden Murat Müftüm: “Hocam! Bizim arkadaşlar sizi üç güzellere götürsünler. Orada fotoğraf çekersiniz. Hem beni de geçerken Kur’an Kursuna bırakırlar” dedi ve birlikte Kur’an Kursuna kadar geldik. Tekrar vedalaştık. Ancak Göreme’ye varınca hatırladım ki, paltom makam odasında kalmıştı. Aradım kendisini. “Hocam hiç merak etmeyin. Ben Cumadan sonra yola çıkacağım. Önce Hacıbektaşta bir programa katılacağım, ardından da Ankara’ya geçeceğim. Yol güzergahında sizin Gülşehirde programınız var. Oraya bizzat getiririm” dedi ve saat 16.00 sularında getirip kendi elleriyle paltoyu teslim etti. Tekrar kucaklaşıp ayrıldık. Gülşehir müftülük personeli ile konferansımızı yeni bitirmiştik. Gördüm ki, hepsi Murat Müftüyle samimiler. Bütün çevresine kendisini sevdiren bir yapısı olduğunu orada da gördüm.
Akşam Gülşehir konferansımızı tamamladıktan sonra, 01.00 Ankara arabasını bekliyoruz Gülşehir müftümüz Nuh Aslan hocamızla. Müftü Bey bir ara dışarı çıktı ve kan çanağına dönmüş buğulu gözlerle içeri girdi ve : “Hocam! Maalesef Ürgüp müftümüz Murat Bey’i kaybettik.” Dedi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. “Siz ne diyorsunuz Müftü bey?” dedim. Evet maalesef Murat Bey, trafik kazası geçirmiş ve vefat etmiş” dedi. Donup kalmıştım. İnna Lillah derken içimden bir cız sesi ciğerimi alev alev yakmıştı. Aynı acıyı şu satırları yazarken dahi hala hissetmekteyim. Ama elden ne gelir ki? Takdir-i İlahi.
Birden Yahya Kemal’in şu dizelerini mırıldandım:
“Ahiret o kadar yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyaya duvar yok arada.”
Hakikaten dünya ile ahret çok yakın, adım atsak öbür tarafa geçeceğiz. Tıpkı Murat Hocada olduğu gibi. Bir saat önce kucaklaştığımız kardeşimiz şimdi ahiret aleminde bulunuyor. Biz kullar bu hikmeti bir anlayabilsek. Rabbimize teslim olduk. Hani Necip Fazıl diyor ya:
“Veren de O, alan da nedir senden gidecek?
Telaşını gören de can senin zannedecek.” Evet telaşlıydık. İnanmak zordu ama hadise gerçekti. İnna lillah demekten başka ne yapılabilir ki? Bir de ardından hayır dua. Cenab-ı Hak ömürün de ölümün de hayırlısını ihsan etsin inşallah.
Aklıma İl müftümüz Yakup Öztürk Bey’i aramak geldi. Birkaç dakika sonra telefonun diğer ucunda üzgün ve yıkılmış vaziyette Müftü Bey’in kısık sesi: “Evet Maalesef Murat Müftümüzü kaybettik. Ben yolda hastaneye gidiyorum” diyordu. Başsağlığı diledim. Böyle zamanlarda insanın nutku tutuluyor. Sözün bittiği yerdesiniz. Zor bir durum.
Yeni ve samimi bir dost bulmuştum. Ancak bulduğum bu can dostu, çok değil bulduktan iki gün sonra kaybetmek ne kadar acı ki, ben şimdi o acı ile kıvranmaktayım. Öyle bir samimiyeti, saygısı ve candan tavrı vardı ki, sanki kırk yıllık dost olmuştuk onunla. Çok sevmiştim o güzel ve özel insanı. Ömrü olsaydı istikbali parlaktı. Büyük projeleri vardı. Hizmet edecekti canla başla bu memlekete. Diyanet camiası da potansiyel bir değerini kaybettiğine ve geride bıraktıklarına sahip çıkacağına inanıyorum.
Makamın Cennet olsun benim güzel kardeşim Murat Müftüm. Geride kalan yaralı yakınlarına Rabbimden acil şifalar, akraba, eş ve dostlarına da sabr-ı cemil niyaz ediyorum. İl Müftümüz Yakup Öztürk Hocamızın şahsında, tüm Nevşehir Diyanet görevlisi dostlarımıza da başsağlığı diliyorum. Sevgi, muhabbet ve dua ile…
Mustafa TURAN
Web Site: mustafaturan11.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.