- 1092 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ACEMİSİYİZ GÜZEL ŞEYLERİN
İçimizde sözcükler koşar bazen… An’ın idraki zorlaşır. Sorgulamalar başlar. Ayrımsız kalırız. Hissettiklerimiz geride kalan …yılı aşkın bir geçmişin mi bu günün mü bir getirisidir belirleyemeyiz bir türlü. Belki de ikisi birdendir. Yaşam geçmiş ve bugünün toplamı değil mi? Asıl olan yüreğimizde, beynimizde anlam kazanma telaşında çırpınan duygularımız ,düşüncelerimiz değil mi?
Hepimiz, hiç bilmediklerimizi yaşamımızda bir şekilde var olan insanlardan, olaylardan, durumlardan öğreniyoruz. İlintili olduğumuz her şey bize durmadın sunum yapıyor: Bunu da öğren ,diye diretiyor adeta .Öğreniyoruz da somutlaştırmakta zorlanıyoruz. Her duygu, her düşünce ait olduğu kalbin, süzüldüğü vicdanın şeklini alıyor koşulsuz. Şöyle düşünelim .İnsanlar vardır, siz onu sürekli hüzünlü görürsünüz ya da neşeli. Bu …mümkün mü? Her şey görünenden çok ötedir. Hüznün ardında neşe, neşenin ardında hüzün. Hayat bir denge değil mi? Yaratan böyle kurmuş düzeni. Zıddıyla yaratılmış her şey: güzel- çirkin, iyi-kötü, varlık-yokluk…ve yaşam-ölüm. Yaşamı bir U çubuğuna benzetirim ben. Duygu ve düşüncelerimiz de o çubuğun içindeki sıvıdır. Uzaktan baktığımızda sıvı normal koşullarda eşit görünür. Bir tarafı hüzün bir tarafı neşedir bu görüntünün .Her hangi bir etki-basınç-olmadıkça durum değişmez. Ne zaman bir basınç uygularsınız o zaman değişir görüntü basınç uyguladığımız noktaya göre. Hüzne baskı uygularsanız sevinç; sevince baskı uygularsanız hüzün yükselir. Peki nedir ‘’basınç’’ sözüyle kastettiğim? Yaşadığımız olaylar, ilişkilerimiz, iletişim halinde olduğumuz nice varlık…Farkında mısınız? Hiçbirinde süreklilik ve sabitlik yok. Dayanamayacağımızı sandığımız kederlere dayanıyoruz ve ardından rahatlıyoruz çoğunlukla .Günün en karanlık vakti şafak ,bir can dünyaya getirirken çekilen şiddetli sancı bunun kanıtı değil mi? Bir fıskiyeyi düşünelim, su yükseliyor zirveye ve sonra düşmeye başlıyor. Daha sonra yükselen sular aynı zirveyi yakalayamıyor. Düşüş başlamıştır bir kere. Yükselen su ister neşe olsun ister keder…sonuç aynı: Değişkenlik…Demem o ki her duygu zıddını besliyor, tetikliyor ve bizler bu döngünün içinde aciz kalıyoruz çoğunlukla. Acemisiyiz ya güzel şeylerin. Gülersiniz, iç sesimiz ve dıştan bir uyarıcı ‘’Çok gülme ağlarsın .’’diyor bize. Tuhaf değil mi…Ansızın ,sebepsiz ağlayıveriyoruz .Bekliyoruz çünkü ve beyin komutları yerine getiriyor…beklediğimiz gerçekleşiyor.
Çok bunaldığımız anlar yaşanacak güzelliklerin ayak sesleriyse sıkıntı bedelini ödemeye değmez mi? Sağlık için hastalık, mutluluk için elem-keder-hüzün, gülmek için ağlamak birbirine ödenen bedeller değil de nedir? Unutmamak gerekir ki ölmek için önce yaşamak, yaşıyor olmak gerekir. Her koşulda hissettiklerimiz sadece bizim duruma bakış açımıza göre şekillenecek ve biz izin verdiğimiz kadar bizi üzecektir.
Hepsi bize birer konuk…O halde layıkıyla ağırlayıp yolcu etmek gerekir .Ne dersiniz.?