Bir Miktar Eskimiş Anı
Yürümeme bir süre ara verip trafik ışıklarında durdum. Bugün hem bu şehir için hem benim için oldukça yoğundu.
Kısaca sınavların bittiğinin habercisiydi.
Karşıya geçmeden önce sağa, sonra sola, tekrar sağa baktım ve yola attım kendimi.
Telefonumun ekranına baktım mesaj gelmiş mi diye. Ekranda sadece Hyun Joong’u görmek beni hiç şaşırtmadı.
Kulağımdan düşmek üzere olan kulaklıklarımı düzelttim. Artık benim bir parçam gibiydiler.
Sadece etraftan soyutlasın diye dinlediğim şarkının sözlerine odaklanmaya çalıştım.
Manga’dan bir şarkıydı yine.
Kafamı yerden kaldırıp ileriye baktım yürürken ve üşüyen parmak uçlarımı cebime soktum.
Eve gitmek pek mantıklı gözükmedi gözüme aniden. Kaçmayı becerebileceğim bir sığınağımın olmasını diledim.
Ferman’ın sesi her yanımı saracak şekilde gür çıktığı sırada sebebini bilmediğim bir gürültüye kurban gittim.
…
Bir apartman tepesindeydim. Neden bilmiyorum ama o tehlikeli duvarın üstünde gezinmek gibi bir iş edinmiştim kendime. Kalbimin göğsümün altında sanki bir taş oturmuşçasına yorgun attığının farkındaydım.
Nasıl olduğunu anlayamadan düştüm o yüksek binadan.
Yere çakılmadan önce ne olur uyanayım diyerek dua ettim. Ancak o zaman fark etmiştim rüya olduğunu.
O yere hiç çarpmadım ama uyanabildiğimden emin değildim. Kalbim hala yorgun atıyordu ve gözlerim kapalıydı.
Çok sonra fark ettim, yatağımda değildim. Gözlerimi çabalayarak açtım ve sağ kolumu hareket ettirdiğimde canımı yakan bir şey hissettim.
Kolumda ince, saydam bir hortum vardı. Bu bir serum olmalıydı. Çocukluğumdan hatırlıyordum. Gözlerim tekrar koluma gittiğinde ilk olarak midem tepetaklak oldu. Serumu çıkarmıştım ve takıldığı yerden sıcak kan ve saydam su akarak yatağı ıslatıyordu.
Birinin gelip şu kanı durdurması için içimden bir şeyler mırıldanırken kafamı başka yöne çevirdim.
Beklediğimden daha loştu her yer.
Ah! Evet, belki de geceydi.
Ferman’ın sesini hatırladım. Ne olmuştu? Beynim bu soru karşısında error verirken birinin geldiğini fark ettim.
Sonunda! Dememek için kendimi zor tuttuğum aşikârdı.
İnce iğneyi koluma tekrar saplarken damarımın içinde döndüğünü ve sadece bana acı verdiğini hissettim. Kasılan bedenimi rahat bırakmaya çabaladım ama üşüyordum.
Buralarda bir yerde örtü olmalıydı.
Ayaklarımla örtüyü sol kolumun hizasına getirdim ve titrememi kesmesini umduğum örtüye sarındım.
Sağ kolum şimdiden felç gibiydi.
Neden yalnız olduğumu düşündüm. Annem ya da babam yoklar mıydı?
Telefonumu aradım etrafımda fakat o da yok gibi gözüküyordu.
Yorgun hissediyordum, uyumaya niyetlendiğim bir sırada tanıdık bir sese rast geldim.
Annemdi ve babamla konuştuklarını duyabiliyordum ama sadece bu kadar..
Ne dediklerini anlayamayacak kadar kafam bulanıktı.
Hoşlanmadığım o âleme tekrar düştüğümü hissettim.
…
Açılan kapı sesiyle uyandım aniden. Hala gece olduğuna göre çok da vakit geçmemiş demekti.
Sadece bir cümle kurulduğunu duydum.
“Kan almam gerekiyor.”
Ve annemin buruk sesi…
“Uyuyor şimdi, sonra olmaz mı?”
Annemi çok zorlamadan uyandığımı belli ettim.
Sol kolumu açarken hemşire, bu kadını bir daha asla görmemeye yemin ediyordum içimden.
İğneyi batırması o kadar sorun olmasa da damarın içinden bir şeylerin gittiğini gözlerim kapalı olmasına rağmen hissedebiliyordum.
Bu sadece rahatsızlık veriyordu ve acıdan bile beterdi.
Uğraşmadan uyuduğumu fark ettim. Bu kez rüya yoktu.
…
Yolda yürürken düşmüşüm.
Burada olmamın tek açıklaması buydu. Nedenini bulmak için günde üç kez ikişer tüp kan alıyorlardı ve sol kolum da pertti. Kaç kez deldiklerini hatırlamıyordum bile.
Tahminlerimde beni yanıltmayarak suratsızın biri tansiyonumu ölçmeye geldi. Ardından gelecek olan ise alışamadığım damardan verdikleri ilaçlardı.
Suratsız, üç tüp ilacı da tek seferde serumla beraber verdiği anda kalbim sıkıştı ve midem takla attı yine. Bu seferki daha da fenaydı çünkü babam buradaydı.
Bir şeyler sorduklarının farkındaydım fakat cevap veremiyordum.
Eğer ağzımı açarsam ve hava yutarsam marotona katılmış gibi atan kalbimin patlayacağından korkuyordum.
Tek bir parmağımı dahi hareket ettirmem imkânsızdı.
Beynim uyuşurken yavaş yavaş, o çıldırtıcı rahatsızlık hissinin de yok olmasını diledim.
…
Annem ortalıkta görünmüyordu. Yatmaktan sıkılmıştım, yorgun olsam da ve iki kolum da acı verecek kadar yıpransam da bağladıkları serumu elime alıp dışarı çıktım.
Koridor bomboştu.
Ana koridora çıktığımda karşıma boynundan aşağısı komple kesilmiş ve dikişleri kıpkırmızı görünen şişman bir kadın çıktı.
Gözlerine baktığımda sadece boşluk gördüm.
Yanımdan aheste aheste geçerken gözlerindeki boşluk oldukça ürkütücüydü.
Odama yani bir nevi F tipi zindanıma geri döndüğümde annemi koltukta uyur buldum. Belki de en baştan beri oradaydı, bilemiyorum.
…
Mp3’ümü elime aldığımda çok üzüldüm. Dün gece dinlerken açık bırakmış olmalıydım ve pili bitmişti. Bu en çok ihtiyacım olduğunda aradığım şarkıyı bulamamaktan bile beterdi.
Sadece biraz soyutlanmak istemiştim buradan. Şarkıların diyarına gitmek… Seslerde kaybolmak…
Normalde televizyon seyretmememe rağmen burada annem yüzünden o işkenceye katlanmıştım. Birkaç film dışında gerçekten sıkıcıydı.
Sağ kolumdaki iğne hala aynı yerinde duruyordu ve bükmeye çalıştığımda her seferinde o ince iğnenin damarının içinde kırılıp kolumu yırttığı hayaliyle baş başa kalıyordum ve bu korkutucuydu.
Günler geçtikçe bu küçük odada sadece vakit öldürdüğümü düşünmeye başlamıştım.
Hasta değildim. O halde neden hala buradaydım?
…
Önceden yazdığım hikâyelerimi okurken hiç yaşamadığım anılarımı tazelermiş gibi hissediyordum.
Tıpkı film ve dizilerde sona yaklaşıldığında yaşanmış gibi gösterilen sahneleri daha karanlık ve puslu olarak sergilemeleri gibiydi.
Bir insanın hayatına benziyordu. Yaşlı bir askerin takvim yaprakları azaldıkça eski günleri ile ilgili daha çok hikâye anlatması kadar acıydı.
Bu yüzden hatırlamak yerine yazmak istedim.
Sağ kolumla yazmak imkansızdı belki ama sol kolumla başarabileceğimi düşünmüştüm ama olmadı.
Nedenini bilmiyorum, acıya daha fazla katlanmak istemediğim için olabilirdi.
Yazamadığım ya da yazmam gerektiği için belki de her seferinde, her rüyamda ortaya çıkıyorlardı.
Anlamama sebep olan ise çok üşüdüğüm ve istemeden lanet ettiğim bir gece fark ettim.
Hoş değildi.
F tipi cezaevimden kurtulmuştum fakat sonradan anladım özgür olduğumu hissettiğim vakit asıl köleliğimi yaşadığımı.
Kırgınlıklarda, sevgilerimde, dönüşü olmayan yollarda, hatalarımda ya sürgündüm ya köle…
Özgürlüğümü, yaşadığımı anladığım gün ebediyen kaybetmiştim.
Bir gece defalarca konuk olduğum o apartman tepesindeydim ve yine ne işim varsa o ince duvarın üstünde geziniyordum.
Ayağım kaydı, düştüm ve yere çakıldım.
Bu bir rüya değildi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.