- 767 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Orolog
Yatarsan aklına gelmez dedim sıkıntıların,
Yatarsan ve uyursun gözlerini kapatıp dünyaya birkaç saatliğine.
Olmaz dedi, olmaz! Benim ağrım, Ağrı’da dedi. Annesinin lafı başka, babasının başka dedi. Babası kabul etse, annesi etmez; babası etse, annesi...Annesi bir de şimdi böbrek hastası! Diyalize gidip gelmeli her zaman.
Dedim şimdi sana mı dert oldu, hani dökemediklerin dışarı; hani bir daha, bir daha...
Sustu, boş ver dedi beni! Zaten boş vermiştim ben kendimi, onu mu düşünecektim bir de?
Asılsız bir ihbara gelip de, sinirlenmiş polis memuru kadar damarlarımdaki kanın hızla aktığını düşündüm ilk defa. Bir amacı yok iken, insan dinlemeliydi kaderi. Bu yüzden biraz dinebilirdi belki de acısı, sızısı!
Yok, sen anlamazsın dedi. Sen sevmek nedir bilmezsin, sus da, geç sırana dedi.
Sıram, iki makasından kesilmiş tahta parçam, kanepemdi.
Sonra ben sustum, ben susuyordum zaten, ben zaten susmakla büyüyordum.
Pısırık bir kırışıklıktı en ağır organım yeniden. Sol, sol, sol diye bağırıyordu ardı ardına.
Fa diyemediği için anlamsızlığına binaen bir işaret yaptı.
Gelirsen yine şalgam suyu, ne dersin bir de ayrıca.
Adı Adana’ydı trenin, adı Adana!
Hiç bu kadar kendimi hür hissetmiyorum demiştim gazeteme bir de.
Gazetemin 13 sayfasında sıralanan haberlerimi görünceye kadar. Tüm köşe yazarları sanki beni eleştiriyordu. Ayraçsız kırıntılardı kelime fazlalıkları. Def ol deseler anlardım, en azından tarafsız kalmazdım. Sonra çaycılık dahi yapabilirdim binalarında.
Hey, sen çaycı! Bize üç kahve! Dün çok içtik!
İyi halt yedin müdür, bakayım sağlam mısın hala?
Müdürün 13. katta ofisi olan bir şirketle antlaşması var.
Lozan bile bu kadar bozmamıştı bir milletin arını, namusunu.
Paraya o kadar çok yumuşak öfke sattı ki, kendinden peydahlanan ruh bile anakronizm bataklığı ile üleştirildi. Bir Fransızca bilmediği vardı; onu da tek tük bildiği Kürtçesiyle tamamlıyordu.
Sonra ırkların ’No Racism’ yazılı sınırlaştırılmalarında Afrikalı gençlerin ölüm fermanlarını imzaladı bir İngiliz General.
İngiliz Generalların hepsi kötü müydü?
Sonra gariptir, birileri Cumhuriyet ilk kurulduğunda, Avrupa tarafından ilk dünya güzelimiz seçilince, havaya kalktı. Şuuruyla, tarihi ile mabedlerin kurşuni tavanlarını yapan millet, soyunmakla gururlandı. Haklıydı maymunların bile insanlardan daha dürüst davranmaları. Darwin’in kitabı arasına akan kanının içindeki alyuvarlar kadar haklıydı; bir de savaşan askerler akyuvarları kadar!
Biz Türk’ün gururunu, namusunu çaldık, artık Haçlı seferleri gururla başarıya ulaşmıştır, bunu herkes böyle bilsin, diyen adamın sesine avuç aralarımızdan güller akıyordu. Kendi atasına bu kadar saygısız olan bir nesil daha yoktu! Lanetlenmiş bir tırnaktı saçlarımızı tarayan ve biz de öyle pislik, öyle zelil ve öyle... Shames...
Kafam karıştı yine üstadım, dedi. Kafanın içinde 13 lira 99 kuruşa alınmış tornavidalarla onarılması gereken yerler var dedim. Sonra insanın mutlu olması için çareleri reçete reçete sundum. Bir ünlü Alman bilmem neyi, bir şey söylemiş dedi. Söylediği söz, Bernard Shaw’undu. O da Alman değildi, İrlandalı idi. Bir gün gelecek, doktorlar hastalarına reçetelerinde namaz ve orucu tavsiye edecek diyordu.
Bir gün çoktan geldi. Benim gibi hanzolarda dalya yapıp, obezite ile uğraşmaya başladı. Aman işin garibi, her tarafa bu dalga yayıldı mı, insan yine zayıf gözükebiliyordu.
İnsanlar çevremizde stres içinde ve çaresi bir inanç, bir ritüelden ziyade, solaryuma girmiş yaşlı bir kokananın kaşlarını tamamen aldırıp, aylık kaş boyası yaptırması gibi olmayan bir şekilde, günde beş defa aynı ruh canlılığı ile açılmaktı.
Sonra aşk dedi, sonra sevgi biri daha bana. Anlamazsın dedi; sevmek çok acıtır dedi!
Bir ’def ol’ dedim, ’siktir’ diyemedim; benim ağzıma aslında hiçbir laf gitmiyor. Def ol dedim, def olmaya gidip, uyudu.
Korkuyordu. Karabasan saçlarımdan çekti dün dedi. Bana telefon açtı, umursamadım bile! Saçlarımdan karabasan çekti dedi ve ben kadınların böyle şeylere kafayı çok taktığını biliyordum.
Sustum. Reçete yazılmıştı. Bernard haklıydı ne güzel! Edebiyatçı ama akıllı bir insandı! Özgür ruhlu, sosyalist idi! Ben ist ve izm leri de def etmiştim. S’tir diyemedim yine.
Kadın bana aşkı anlat dedi. Sen daha bekarsın dedim. Nasıl bekarım diye sordu. Sen gerdek heyecanını tat da gel demek istedim. Aslında literatür cehenneminde bunun bile fobisi vardı. Tokuşofobi miydi? Vardı ama çünkü görmüştüm. Af edersin her bir boka karışıyordu aklım dedim ona.
Sonra onunda kıskandığı başka biri, onunla aynı yaşta bir kadından çıkan söze iliştirdi kulağını. Başımı kaldırdığım anda, başımın tam ortasında, tam da ekvatorunda bir ağrı hissettim. 19 numarasını Çorum’dan dolayı da hiç sevmiyordum. 23 ise beni hiç bırakmıyordu, hep peşimden geliyordu. Elazığ günleri aklıma geldi. Malatya sınırında kayısı ağaçlarına dadanmak gibi! Sonra sırasıyla 11’i gördü, 17’ye çıktı; elinde bir çadır vidası, tarihçi bağrıyordu.
Kadın diyordum, aslında daha kadın değildi, kızdı. Ama kadın diyordum. Dertleşmek istiyordu, başım ağrıyordu. Def etmekten beter bir maymunluk yapıp, dalgaya aldım.
Vişne suyu lekesini çıkartamayan kalitesiz deterjanları fark ettim.
Aşk dedi? Aşkına başlarım diyecektim ki, bir daha cevap atmadı son mesajımdan sonra. Telefon açtı, kırmızıya dokundum.
Ahir zaman dedim, ben bittim.
Tekvir süresini beraber okuduğum diğer kadına söyledim:
-Senin kocan çok iyi biri!
-Ben de biliyorum.
-Siz birbirinize çok uyumlusunuz, sen onun kadar sevimli birisi bulamazsın!
Kadın heyecan mı arıyordu? Kocası gelirken, çapaklarını siliyordu. Yatması için son dakikalardı. Çocukları uyandı.
-Gözlerinden öp o yavruların. Ne sana, ne de kocana çekmiş ikisi de! Tatlılar çokça!
O da korkuyordu. Anlatmak istemediği beyinsel sorunları olan bir şey vardı doğurduğu. Arzu aklıma geldi. O da teyzesioğlu ile evlendi ve çocuğu özürlü doğdu. Bu kaçıncı doğumuydu bilemedim, 2. çocuğu sağlam oldu. Kendi boyu kadar, ne duyan, ne konuşan, ne gören ne de onu anlayan bir kızı var! Kocası borç batağında.
Tarkan’ın 95 tarihinde gördüğüm resmi kadar yakışıklı şimdi uyku. Çirkin bir lügat bekçisi şu yorulmak. İğrençleşmeye başladığımın farkına varınca, durdum.
Kadının evlenmek istediği adam da onu istiyordu ama şartlar ne zaman izin verecekti. 30’undan sonra Ankara’da aşık olan müdürle, ressam gibi oldu tüm hikayesi. Ressama sergi açacak adam da boş çıktı ve bütün özel okullarda öğretmen olma şansı da! Ne yazık ki, soyutsal bir kalıtsallık ki, matematiği çok zayıftı!
İntegrallerin ne işe yaradığını düşünecek yaşı çoktan geçtiğimi fark ettim. İlk işim yarın tüm hayallerimden boşanmak olacaktı.
...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.