- 679 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BU HİKÂYEYE BİR SON LAZIM
"Bazen hiç tanımadığım bir şehrin hiç tanımadığım sokaklarında tanımadığım insanlarının yüzlerine takılmadan bakışlarım dolaşmak istiyorum... Mesela bugün..."
Birbirimizin yara izlerine dokunuyoruz. Birbirimizde açtığımız izlere… Sen sıkılgan bir direnişle ifşa ediyorsun bütün duygularımı dünyaya, ben gittikçe artan bir sırnaşıklık büyütüyorum damarlarımda. Oysa başlangıçta kelimelerimizi ne kadar tedirgin seçmiştik, incitmekten çekinerek bir diğerimizi. Ve değiştiğimizin farkına varmadan değiştirmeye çalışıyorduk birbirimizi.
-Beni sevmeni istemek Rabbimden istediğim en yüz kızartıcı duamdı…-
Seçili hayatlar yaşıyorduk, alternatif yollar ediniyorduk, değinmiyorduk fakat hiç birimiz öbürünün hikâyesine. Sorumluluklarımız sırtımızda kambur… Fakat ne çok seviyorduk kamburumuzu ve ne çok yakıştırıyordum ben her gün bu hasreti yüzüme… Yüreğime…
Geçmiş kovalıyordu ardımızdan, geleceği kaçırmıştık çoktan. Başlangıcı olmayan bir şarkının hüzzam sancısıydık… Bir yerlerde hep eksik bırakılmış…
Deniz gözlerimde kabarıyordu, içimden yağıyordu şehre yağmur. Bir âhım bin kasırgaya yeter rüzgâr üflüyordu.
Nasıl başladı bu hikâye? Nasıl bitirmek gerek içimdeki karmaşayı? Biri buna dur demeli çünkü! Biri bana dur demeli! Gerçeği aramaya çıktığım günden beri iyice kayboldum karanlıkta. Günden güne ziyan içindeyim, artarak çekiliyor kanım damarlarımda. Her bir sabah yeni bir düşe uyanış arifesindeyim, her gün biraz daha uzaklaşacak kelimelerim benden öteye. Öteleye öteleye yitik bir sevdayım şimdi. Nereden başlamalı kendimi aramaya? Nerede tamamlamalı?
Bir masal anlattım kendime, hayaldi her şey, diğer her şeyler gibi… Düş bahçelerinden mandalinalar topladım irili ufaklı. Kiraz çiçekleri sarı saçlarımda taçtı, ılık bahar rüzgârları titretiyordu ellerimi, üşüyordum, çok değil fakat. Tatlı bir iç çekilmesi benimkisi. Kelebekler konuyordu yastığıma-tuhaf yastık da vardı düşümde bir sürahi dolusu su bir de- Bir bardak su dolduruyordu parmaklarım, efil efil estiğini söylemiş miydim rüzgârın daha önce? Suyu kana kana içiyordun sen, sonra ağzını olanca kuvvetince açıp gürbüz bir kahkaha çarpıyordun yüzüme!
Her söylediğime inanıyorum hala… Nasıl bir hikâyeci olduğumu her seferinde unutarak inanıyorum yazdığım onca şeye… Oysa aslında pek başarısız bir hikâyeciyim de aynı zamanda. Kimse inanmıyor “sahi” dediğime bile(!) . Bu işte bir başka iş arıyorum, bulamıyorum.
Başım bir bulutun altında geceleri. Gündüz olsa güneşten korur değil miydi? Bu bulut meselesi Peygamberlere has bir alamet-i farika oysa. O kadar temiz değilse başım madem… Hatta içinde ne kirler dolanıyor, ne günahlar yuvalanıyorsa… Başım, çok günahkâr, bedenim, ruhum… Ettiğim tövbelerimin sonu gelmiyor. Yetişemiyorum ruhumun vaftiz törenlerine. Ayinler, yortular, dini ritüeller, istavroz çıkarmalar… Yitik bir ibadethanede çileye giriyorum. Çıkamıyorum hala bu işin içinden.
Kayıp bir kuşkanadında geziyor şu zavallı başım. Bir ışık arıyorum. Beni yeniden kutsayacak bir ışık. Beni senden kurtaracak. Bir lamba da mı yakan yok?
El cevap…
Foto: Ö.E. Yücebaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.