BODRUM’A BIRAKTIĞIM GÜNÜN, YANIMDA GELEN KARANLIĞI
Yatağandan sonra söndü tüm ışıklar. Gece emiyordu hayatı. Yol karanlığın koynuna, çizdi rotasını. Yine dünde kaldı bir gün. El ele çıkılan habersiz ve acil bir yolculuk, alelacele bir dönüşe bağladı son sözünü. Yıldızlar gökyüzünde ışıldarken şimal aranmadı. Gemicilerin pusulası olsun diyerek, bıraktık gerimizde ve saklamadık gözlerimizde, kuzeyin anahtarını bulduğumuz gökyüzümüzden.
Begonviller açılıp saçılmış. Mevsim bahara koşuyor artık duraksız. Tüm şaşalı hayat, yalanına kanacak alıcılarını bekliyor Bites’te. Tevazudan uzak, dörtdörtlük anlamsızlığı içinde, lüks ve eğlence köleliğini, avuçlarına saklamış bekliyor Yalıkavak’ın villaları. Ege’ye nazır satılık mutluluklar süslenmiş, makyajı abartılı sahte yüzlerinde. Dağın taş duvarları arasında, yapmacık beyaz yüzleriyle kırıtıyor tüm bodrum evleri.
Kirlenecekler elbet. Çok değil, birkaç ay sonra. Lekelenecekler tüm beyaz entariler gibi ve islenecekler. Saklayamayacaklar parayla alınmak istenen mutlulukların arkasında bekleyen acıları.
Kayaların koyu renk asaletini gölgeleyemeyecek, sahte bir hayat.
Tepeden inen yoldan varılan, incecik kumların dudaklarına hayat verecek her an egenin suyu.
Üç çift çıplak ayağın altında ezilmekten yüksünmeyen şu kumsal, ansızın yeni bir anlam yükleyecek kalbime.
“Mutluluk ayaklarımızdan tırmanacak dudaklarımıza ve çukurlaşan gamzelerimizde birikecek bir defa daha.”
Denizin tuzuna bastığım tüm acılar, karışacak sulara. Akşamın eli kulağına gidecek. Bir şeyleri götüren zaman, neleri bırakacak tenime yapışan sularda. Olmayan martıların kanatlarına taktığım kanaatkâr yalnızlıklarımın izin günü bugün. Başı bağlı bir kadının, ipini kaçırmış hezeyanlarında sorguda çözülen bir devrimci gibi, kendine ne ilk ne son itirafları olacak gelen bu gece. Nereye giderse gitsin bir parça sevince karşılık, kucak dolusu keder biriktirecek göz çukurlarının ardında.
Adı olmayacak insanların ve bir isim yakıştırmayacak geçen zamana. Mesela kader demeyecek ya da aptallık, pişmanlık diye yaftalamayacak. Hayatın bizatihi kendini yaşattığının kabulü olacak, geçen bir günlük zaman. Kimi güldüren, çokça hesaplaşmalara mecbur eden…
Her tuttuğum elin biriken yarası, nasır bağlamaya yüz tutacak. Nasırlarımızdan tanıyacağız birbirimizi. Büyümek, değiştirmeyecek geçmişimizi ve unutturmayacak toprağımızda kesilen göbeğimizin saklı duran derin acılarını.
Bakışları deniz olan her zerre su, korkutacak adımlarımızı. Dağlarda koyu bir pusu saklanırken sulara gömülecek ecel korkusu.
…
Susun. Susturun şu kentin suni seslerini. Rakkaseler dursunlar, şarkılar lâl olsun. Susun ve dinleyin sessizliğinizdeki bülbülü ve esen rüzgârın güneşe sarınmış sıcak uğultusu konsun yanaklarınıza.
Ayrılırken yumun gözlerinizi. Gece ağırlığını yüklesin, boynunuza.
Bir vardınız ve bir de yoksunuz işte. Yollar, yolculuklar, yalnızlıklarınızda yüzünüze bakakalan uykusuzluğunuz kâr olsun ceplerinizde ve çoban yıldızı vurulsun kapanan gözlerinize. Hilâl kızıl ve yarım kalan haliyle kaybolsun gecenin üçü olduğuna aldırmadan. Sabah olmadan terk etsin gökyüzünüzü.
Aldandığınız tüm oyunlarınızı itiraf edin dönüş gecenizde.
Ben, inanmayı seçtim tüm yalanlara ve inancı sağlam bir adam olmayı başardım bir dün’de kalan yabancı zamanda. Şimdi yeni bir sabahta kapanmasın diye zorladığım göz kapaklarımın kirpiklerini kavuşturacağım birbirine. Bırakacağım aklımın deli fırtınalarını, derin bir uykuya. Uyandığımda unutmuş olmayı umsam da, yeniden yenileceğim hafızamın oyunlarında. Hatıraların en güzellerini saklayacağım dudaklarıma vurduğum mühürlere. Yediğim içtiğim benim olacak ve duymak için bekleyenlere anlatacağım bir günün masalını rengârenk ebemkuşağına sarmalayarak. Yol boyu papatya kokularıyla süsleyeceğim hatıralarımı.
Uyuduğum her zaman, kaybım olacak hayatımdan ve uyandığım her hayata sahip çıkacağım inadıma, usanmadan…
ASRAN