- 1976 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ENDORFİN VE SÜMÜK KALBE İYİ GELİR
Bu yazıyı sadece çok değerli olmayan boş vaktiniz varsa ve kadife bir mideye sahipseniz özellikle yemekten bayağı sonra okumanızı tavsiye ederim. Abuk sabuk şeyler anlatacağımı önceden bilmeniz sizi okuyup okumama konusunda muhayyer bırakacaktır.
Efendim, köyde büyümüş bir insan olarak sizin de şayet hafızanız güçlü ise şöyle hatıratı maziyi anmaya davet ediyorum. Şu köyün içinden geçen şose yolun kenarındaki harman yerinin orada, dikenli çalılarla yaban arılarına karşı kıyasıya savaşan çocuk – yok o ben değilim – işte o Süleyman. Ben onun bir çeşit dostuyum. İşte onun hemen ötesindeki sanki tıraş ortasında berberden kaçmış da onu oraya tekrar götürecekmişiz gibi ürkekçe gözlerle bizi izleyen, tüylerinin bir kısmını dökmüş sıpayı duvar dibinde oturmuş inceleyen zayıf, sümüklü ama sarışın çocuk; işte o benim. Sarışın olmak az şey değil hani köy yerinde. Kah hasatla kah hayvan otlatmakla meşgul kavruk ve esmer köy çocuklarında az rastlanan bir talihtir. Ne mi yapıyorum duvar kenarında? Burun karıştırmanın stresle bir tür başa çıkma taktiği olduğunu keşfeden ben, sümüğümü temizleyip duvara sürüyorum. İşte, mükemmel bir kalp resmi oldu. Şayet köyde yaşadıysanız tiksinecek bir şey değil, hele bir de Mart’ın başlarıysa. Annem, ‘’Senin burnunun etrafından bin sinek doyar.’’ demesine rağmen göze gelmeyeyim, nazarlığım olsun diye olsa gerek sümüklü halime genelde göz yumardı. ‘’Büyükler bir şeyi boşuna söylemez.’’ deyip deneysel yollarla kanıtlamak için odak noktası burun deliklerime denk gelecek şekilde elimde ayna ile çeşitli deneyler yaptım. En fazla on sineğe kadar mümkün olduğunu sayarak tecrübe etmiş bulunmaktayım. Dokunmadan izlediğim halde kendi kendilerine uçup gitmeleri doyduklarının alametiydi. Bu araştırmacı, bilimsel kariyerimi biraz da nerede kaybettiğimi bilmediğim montuma ve Süleyman’a borçluyum. Annemin ceplerime doldurduğu kuru üzümleri beni ağlatıp sümük içinde bırakarak zorla alan düşünceli kişiyi minnetle yad edeceğim.
Sarışınlığımdan bahsediyordum. Daha henüz kağıt mendillerin olmadığı, bez mendillerin okulda temizlik kontrollerinde gösterilmek için ceplerde muntazam bir şekilde katlanıp taşındığı bir dönemdi. İlkokul öğretmenim, siyah önlüğe haddinden fazla yakışan sarışınlığımı çok sevdiği halde bana nedense hiç el öptürmezdi. Bir gün dersin ortasında aniden beni yanına çağırdı: ‘’Oğlum ne bu sümük?’’ diye sordu dudağımın üstündeki Hitler bıyığına benzer sarı tabakayı göstererek. ‘’Mendilin yok mu?’’ Cebimde olduğu halde niye kullanmadığımı sormasın diye ‘’Öğretmenim, evde unuttum.’’ diyerek cevap verdim. Semiz sinekler yetiştirerek doğaya katkı yapan benim deneysel bir süreç içerisinde olduğumu bilmediğinden ilginç bir tepkide bulunarak beni utandırmak amacıyla: ‘’ Çocuklar, kim mendilini arkadaşınızın kullanmasına müsaade eder?’’ diye sınıfa sorunca istisnasız bütün kızlar, bir de Süleyman parmak kaldırınca şaşkınlığı gözlerinin yuvalarından çıkmasıyla belli olmuştu. Eminim ki tüm karizmasına rağmen kendi için istese o kadar parmak kalkmazdı. Çünkü bir kere benden daha zeki olduğu halde sarışın değildi. Zekanın en az fiziki görüntü kadar insanları etkileyen bir vasıf olması bile ikimizi eşit kılamazdı. Oldukça sıradışı bir durum olduğunu siz de takdir edersiniz. Bilirsiniz ki çocukların gözünde öğretmen en mükemmel insandır. Hatta kendimden örnek verecek olursam; ilkokul üçüncü sınıfa kadar öğretmenlerin niye tuvaletlerde gezindiklerini merak ederdim. Çünkü onlar insan cinsinde olmayan yüksek meziyetler sahibi varlık olmalıydılar. Karanlıktan korkmalarına rağmen en güçlü, kel olmalarına rağmen en yakışıklı, ara sıra dayak atmalarına rağmen en merhametli, mendile ihtiyaç duymayacak kadar sümüksüz ve tabii ki tuvalete ihtiyaçsız yaşayan insanlardı. Ta ki bir gün tuvalet kapısının önünde o meleksi insandan ‘’ Zort! ’’ sesini duyuncaya kadar böyle sürdü. Hayır, bir yanlışlık olmalıydı. Tabii ki ne yemiş olabileceğini düşünecek durumda değildim. Gittim tuvalet kapısını çaldım. ‘’ Ihı ıhı! ‘’ diye duyduğum aşina sesle birlikte bir öncekinin ona ait olduğuna kanaat getirmem için tuvaletlerin etrafında başka kimse olmadığını kanıtlamam gerekti. Ağzıyla çok iyi taklit yapabileceği ihtimalini uzun süre düşünmeme rağmen yelkenleri sonunda suya indirmiştim. Öğretmeni nurani varlıklar sınıfından alıp insan familyasına dahil etmeme sebep olan bu büyük ve bir o kadar hayal kırıcı keşfim belki de Newton’un kafasına elma düşmesinden daha sansasyoneldi. Fazla uzattım galiba! Her ne kadar sözlüklerde ‘’sümüklü’’ kelimesinin mecaz manalarında ‘’pis, aptal’’ kelimesi geçse de demek istediğim tarihte büyük etki bırakan insanların çoğu çocukken sümüklüydü. Albert Einstein, Napolyon Bonaparte, Julio Sezar, Kleopatra, Hammurabi… Kleopatra üstelik sarışın da değildi. Bir sümüklüden öğretmen, doktor, mühendis, vali çıkabileceği gibi sümüklü topluluğu pek kalabalık olduğundan ancak bir tanesi devlet başkanı olabilir. Diyeceğim o ki tam kış mevsiminde olmamıza rağmen bu çocuklara ne olmuş ki burunları bile akmıyor. Dahası yazın bereketli mahlukatı, kışın ise hep pencere camı müdavimi o temizlik işçilerine –sineklere- ne oldu? Böyle giderse açık kaplarda kalan şeker gibi yiyecekleri koruma içgüdümüz de avlama yeteneğimiz de zamanla yok olup gidecek. Valla gidişat pek iyi değil!
Madem okudunuz meraklı olduğunuz su götürmez.‘’Bu lüzumsuz saçmalıklarla bizleri uğraştırdı.’’diye tepki vermeyin. Ayrıca ‘’Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi, Saçmalıklar Kitabı ’’ diye çok satan kitaplar var. Bir de elbette değerli insanların kaleme aldığı ciddi yazıları okumak gereklidir. Ama sineklerin bile neslinin azaldığı kasvetli bir dünyada gülmenin de muazzam bir önemi var. Yaşam kalitenizi artıran bir can simidi gibi sizi hayata bağlıyor. Depresyondan tutun kanser dahil bir çok hastalığı iyileştirebilme özelliğiyle gülmenin bir ilaç olduğunu yanılmıyorsam İsviçreli bilim insanları söylüyor. Dozunu artırmadığınız müddetçe aile hayatında, iş hayatında, toplumsal ilişkilerde de -abartmıyorum- çok faydasını göreceksiniz. Bu yazıyı okurken dudak çevreniz gamze oluşturacak kadar birazcık bile hareket etmişse yazı amacına ulaşmış demektir. Çünkü endorfin beyne, kalbe iyi gelir. Sümük de öyle.
Yahya OĞUZ