- 376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'ö'
İnsan anlayabilirse, affedebilirmiş! Üzgünüm, affetmiyorum beni.
Sözler hiç sargı olamadı ya da bir bez. Sözcükler köprüler kuramadı. Ne kadar çok yaptım diye aldatınca kendimi, aslında yıktım. Bu toprağın içindeki gerçekti.
Kim için affedeceğim kendimi?
Kendim için mi kendimi affedeceğim?
İnsan kendisi için bazen affedebilmeli kendisini.
Bazen nasıl da kolay unuttum diyebiliyorum, bazen de nasıl kolay affettim diyorum. İçimden kopmuyor yine de, riskli sayılıyor unutmak.
Kin tutmuyorum, hamakat da değil; O’nun ahlâkıyla en azından deneyeyim diyorum.
Kendime kötüleri unutmuyorum ama affedebiliyorum.
Çığlık çığlığa kalıyorum bir zaman. Gürültüyü çıkartacağım notanın ilk esinde kesildiğim için, gönlün avunmuyor. Hapsoluyorum yaşamak için, bir neden arıyorum.
Oysa gürültü çıkarmaya gerek yok. Sadece bir muhabbet her şeye yetebilir, fark edemiyorum.
…
Tragedya biter mi bir gün?
Ah şanslı lamba, nasıl da her gece yanıyorsun diyorum. Biliyorum ki, başkasına ışık vermek için, yanmak gerek. Odun yok, İbrahim’in duasında, bir kuru ekmeği paylaşıyorum; sol elim, sağ elimle.
İleride lamba var. Yanıyor. Azar azar insan her gün yaralar kendini. Bir kadavradan ne farkın var diyor ayna her zaman, bir kadavra kadar cansız, devinimsiz kalmak… Kanatların yok ki diyor, kanatların yok ki göğe bakıyorsun, kanatların yok ki suya hasretsin. Sen uçamazsın!
Sebep şu ki, bir ayna zekâsını kullanamayan yetenekli bir insan gibi, yetenek kör olmakla meşgul ve zihnimi kontrol etmek için kendime bakmaktan kaçıyorum. Oysa insan kendinden kaçamıyor. Hangi elbiseyi giyerse giyinsin, hangi renge boyanırsa boyansın, insan çırılçıplak hâlâ!
…
Öyküler çiğneniyor, laçkalaşıyor tadı kaçmış her bir sakız gibi. Tekrarlıyorum eskiyi:
‘Cihanın kaydının çoktan kopmuş olduğu endişesiyle yaşıyorum. İneceğim istasyon nerede unuttum. Çok fazla seyyar hayal kurmanın zararlarını saklıyorum. Kopyalamıyorum ya da yayınlamıyorum. Hayali yayınlamaktır konuşmak, ben bazenleri anlatıyorum. Oyunluk sevimsizliği, hayaletlerin telaşını kapıp kaçtığı sokak aralarında, tüm mahpus kükreyişlerin iki satır arasında ahmak oyununu becerebildiği ve mutlu taklidi yapmaya bayıldığı sendromlar ardınca, galiba parmak izinin yanağımda kalması bile çok büyük günah!
İstediğin olmaya yakın, istediğimin olmaya yakınlığının çok uzak bir ihtimal olduğunu anlamamla başladı bu kelime tufanına bir yalanın uzatıldığı. Sakızın tadı çoktan kaçtı. Bir harfle başlayan aşk, en son anında bir ‘son’ demeye bile takatsiz kalıyor. Gidip gelsin bakalım dakikalar, ölüp ölüp dirilsin derin yalnızlığım içinde. Ne olacak sanki? Yine aynı muayeneye tabi tutulmak olacak kaderim. Acil’e götürecek bir kalp olmadı mı, o zaman sen düşün bakalım.’
…
Çarşafsız, yastıksız ve yalnız! Talebim sadece bir kitap içinde gömülmek oysaydı, ki hiç olmayacak, bunun için bu kadar uğraşmazdım.
Zaman altın olmuş, her bir dakikası Medusa’nın yalanlarıyla iç içe. Hangi tanrısına inanacağını bilemeyecek şaşkın binlerce kitabın birinde öylece hapis olamam.
Bu laneti kaldırabilmek demek, bilmek demektir. Ben biliyorum desin herkes, ben biliyorum ve hissediyorum desin herkes. Bu laneti ancak peygamberler, veliler ve deliler kaldırabildi.
Kendimi anlamak istemiyorum. Aynada gördüğüm ben, taş kesiyor sözcüklerimi ve yere düştüğü anda hepsi incitiyor toprağı.
Toprağı incitmemeliyim.
Kendimi affedebilir miyim bilmiyorum, ama toprağı incitmemeliyim!
Ağlamanın sonra ki sayfası, sevinç! İkisine de ihtiyacım yok, ikisi de uzak kalsın şimdilik.
Bilmenin lanetini yaratanın sesini duymalıyım.
Sessizlik istiyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.