BİR TAKDİR HİKAYESİ
m_meyra
İstanbul’da yaşarken ara sıra gittiğimiz bir kebapçı vardı. Orada çalışan bir garson çok sıcak ve işini layıkıyla yapmaya özen gösteren birisiydi. Aynı mahallede oturuyorduk. Bu sebeple dışarıda gezerken sık sık karşılaşır, selamlaşırdık. Bir hafta sonu restorana gittik siparişlerimizi verdik ama bizim garson arkadaşı göremedik, oldukça üzüldük. Oysa restoranda onu görmeye öylesine çok alışmıştık ki bulunduğumuz mekân birden sıkıntı vermeye ve bizi mutsuz etmeye başladı. Zira bu mekân bizim gözümüzde o komşumuzla bütünleşmişti.
Biz belli belirsiz bir hoşnutsuzluk içerisinde yemeğimizi yerken, kapıdan giren garson arkadaşımızı görünce şaşıracak kadar çok sevinmiştik. Sanırım kendisi de bunu hissetmişti zaten. Yanımıza gelerek hatırımızı sordu ve işinin başına geri döndü.
Yemeğimizi yiyip hesabı ödemeye gittiğimizde kasada bulunan beyin iş yeri sahibi olduğunu davranışlarından anladık. Ve kendisine tanıdığımız garson hakkında şuna benzer şeyler söyledik: Burada çalışan Ahmet Bey’den dolayı bu mekânı tercih ettiğimizi, bizi ağırlamasından ötürü çok memnun olduğumuzu belirttik. Ahmet beyin bize bu mekânı sevdirmesi, çevremizdeki herkese onun çalıştığı bu lokantayı tavsiye etmemizi sağladı dedik ve oradan ayrıldık.
Bir hafta sonra gittiğimizde bizi restoranın kapısında Ahmet Bey karşıladı. Bizi her zamankinden daha fazla bir hürmetle içeri buyur etti ve restoranın en güzel yerine oturttu. Bizimle sohbet etti ve işinin başına gitti.
Yemeğimiz bitince hesabı ödemeye gittiğimizde kasada eski garson ve komşumuz Ahmet beyi görünce şaşırdık. Çünkü önceleri o sıradan bir garsondu. Arada bir de evlere servis götüren bir kurye idi. Oysa şimdi kasada oturuyordu. Ahmet Bey bize önce teşekkür etti ardından durumu açıkladı. Bir hafta önce ondan övgüyle bahsetmemiz patronunun çok hoşuna gitmiş ve kendisine karşı güvenini artırmış. Bu sebepten dolayı ona kasayı emanet etmiş. Artık o güvenilir bir eleman ve iş yerinin başıydı.
Bir insanı takdir etmek ancak bu kadar güzel ödüllendirilebilirdi. Bir insanı, bir grubu, bir topluluğu veya herhangi bir başarı olayını takdir etmenin, övgüyle bahsetmenin yaşamda ne gibi değişikliklere neden olacağını bizzat yaşayarak görüyorduk. Yapılacak samimi bir övgünün, değer biçmenin dünyada sunulacak bütün imkânlardan daha kıymetli olduğu anlaşılıyordu. İnsan ruhunu doyuran sevgiyle yapılan bir tebrikin, yüreğimizde açtığı güven, mutluluk ve huzurdu bu yaşanan. Samimiyetle yapılan övgüler karşımızdakilerin başarılarına başarı katıyordu. Aldırmaz ve umursamazca davranışların ise kişilerin şevkini kırdığı ortadaydı. Kötümser bakışlar başarıları engellediği gibi ileri adımların atılmasına da set çekiyordu. Besbelli ki karamsar ve içe kapanık ruhlar biraz da takdir görmeyen insanlar arasından çıkıyordu. Bunda bizim de katkımız olup olmadığını iyi düşünmeliyiz.
Ortada bir başarı varsa beğenelim veya beğenmeyelim ama tebrik edelim. Birine göre değersiz sanılan bir davranış, başkası için çok önemli olabilir. Eleştirmekte özgürüz ama yine de en azından verilen emeğe saygı göstermelidir. Bazılarının ulaşmak istediği halde beceremediği bir iş ve davranışı başkasının başarmış olması kendilerini içten içe hiddetlendirebilir. Hatta sinir nöbetlerine düşürüp sıkıntılara boğabilir. “Ben neden yapamıyorum” diye çılgınlık sınırına varanlar bile bulunabilir. Haset en kötü duygulardan birisidir. Haset zaten hiçbir şey başaramayanların, başkasının da başarmasını çekememesi sonucu doğuyor. İçinde şeytani vesveseler taşıyanlar “ben yapamadım, başaramadım, bari karşımdaki de yapamasın, başaramasın” diyerek kendi kendilerini yiyip bitirirler. Bu sebeple de uydurma başarılarının ardına sığınırlar.
Takdir etmek, beğenmek, tebrik etmek, çoğu kimse bunları bilmiyor. Belki biliyor ancak kıskançlık dürtüsüyle bunu itiraf edemiyorlar. Herkes doğuştan getirdiği eğilimleriyle elbette şöyle veya böyle bir kendini beğenmişliği yaşayabilir. Övülmek herkesi memnun eder. Eleştirilmeye tahammüllü olmak ise kolay değildir. Çünkü zayıf karakterli insanlar yerildikleri vakit neredeyse yıkılır giderler. Övülenlerin kibre kapılması da tersinden aynı hastalığı yaratır.
Kendine güvenen ve içindeki ezilmişlik duygularını bertaraf etmiş insanlar hangi konumda, hangi yaşam standardı içerisinde olursa olsun takdir etmeyi bilirler. Takdir etmeyi bilen insan kendine güvenen insandır. Özgüven başarıları da beraberinde getirir. Birey olarak ben de varım diyemeyen insanlar, bırakın önemsemeyi başarılı olan her iş ve davranışı eleştiri bombardımanına tutup içindeki ezilmişliği sergilerler. Takdir ile eleştiriyi aynı ölçüde kullanabilen insana bir diyeceğimiz olamaz. Ancak yalnızca takdir yahut yalnızca eleştiri alışkanlığı insana yakışmıyor.
Beklentilerimiz hiçbir zaman birileri tarafından övülmek, beğenilmek ve sevilmek için olmamalı; kendi ruh sağlığımızı korumak için kendimize güvenmeli ve güvendiğimiz oranda hayatımızı sürdürmeliyiz. Ve bence bir şey ortaya koyabiliyorsak kendimizle hak ettiğimiz ölçüde övünmeliyiz… Önce kişi bizzat kendini takdir etmelidir. Takdir etmeyenler ise karanlık ruhlarını avutmaya devam etsinler. Birileri onlar hakkında “Tüh keşke sen de becerebilseydin, ben de seni takdir etseydim” der güler geçerler. Hasetçi hasediyle beraber kalbini kemirir durur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.