- 519 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
165 yıllık birikim...
Kendisini,"Benim kahramanım o."diyecek kadar yakın bulduğum yazar Eric Hoffer (1902-1983)bir yazısında şöyle demektedir:
-Tarihte büyük eserleri yaratan kişiler hep büyük şehirlerde ortaya çıkmıştır.Yaratıcı kişiler köyde,ormanda,kırda,dağ başlarında ortaya çıkmıyorlardı.Nasıl çıksın ki;yabancı şeylerin hoş karşılanmadığı ortamda ne yapılabilir ki?İnsan şehirde insanlığını bulmuştur.Şehir olmaksızın insan da bir şey değildir.Ancak ne var ki,insanı kokuşturan,dejenere eden de şehirdir.Eğer biz şehirlerimizi yaşayabilir ve yaşanabilir yapmazsak bazı büyük ulusların ölümünü görebiliriz.
Yazarın bu satırlarında belirttiği gibi ben de şehirleri önemsedim hep.Hatta öğretmenlik mesleğinin bir "kent mesleği" olmasına/olması gerektiğine inandım.Ki yaratıcı olabilsin,yaratıcı olmak isteyenin önünü açabilsin...
Bir 16 Mart daha geldi,geçti...
İlk öğretmen okulunun (Darülmuallimin) İstanbul’da 16 Mart 1848’de açılışının 165.yıldönümündeyiz.(İlk kız öğretmen okulu ise 22 yıl sonra yani 1870’de açılıyordu.)
İstanbul’dan sonra Edirne,Bursa,Sivas,Konya gibi merkezlerde de bu okulların açılışına tanıklık edebiliriz hafizamızı yoklarsak.
Ben de 1882 yılında açılan Erkek İlköğretmen Okulunda,1965-1968 yılları arasında okudum.O yaşlardaki "dünyamızda" 16 Mart bir kuruluş gününden ziyade,yatılı okuldaki yemek düzeninin değişmesi demekti:Pilav üstü tavuk ve komposto.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda,iyi bir öğretmenin, "genel kültür,pedagojik formasyon ve özel alan bilgisine" sahip olması gerektiği ifade edilir/edilmektedir.
Özel alan bilgisinin,bir Tibet atasözünde olduğu gibi,"Tabak yıkayıcısı isen,tabak yıka."olduğunu söyleyebiliriz.
Pedagojik formasyonun da çocuğun/gencin dünyasına yolculuk yapmak anlamına geldiğini ifade edebiliriz.Hem de kendi çocukluk ve gençliğimizi unutmadan!
Peki ya genel kültür?
Burada da "dünyanın yeniden keşfine" gerek olmadığını düşünmekteyim.
Dünyanın en seçkin iki üniversitesi olan Harvard ve Cambridge’te, "entelektüel birikimi olmayandan meslek adamı olmaz."gerekçesiyle alan/bölüm derslerinin yanında,şu dört ders de mutlaka okutulmaktaymış:Felsefe,edebiyat,tarih ve psikoloji.
Şu anda ve bu yaşta oralara gidecek halimiz yok!Ancak biz de bu uygulamalardan "dersler çıkararak" kendimizi geliştirebiliriz:
Epictetos’un ,"Felsefeyle uğraşıyorum deme,kendimle uğraşıyorum de." sözünü hayata geçirmek için felsefeye;
Uluslararası bir pasaporta sahip olmak için de yazar Susan Sontag’ın , "Edebiyat,daha büyük bir hayata yani özgürlük alanına giriş pasaportudur." sözüne kulak verip,edebiyata;
" Tarihin işi yargılamak değil,anlamaktır." diyen Marc Bloch’a kulak verip,tarihe;
Ve konusu "kendimiz" olan psikolojiye ilgi duyup,kendi gelişimlerimizi sağlayabiliriz.
Bu gelişimlerin bizi daha "mutlu",iş tatmini yönüyle de "güçlü" kılacağını düşünmekteyim.Çünkü hayat biraz da F.Bacon’un dediği gibi galiba:
-Bilgi güçtür.
Dünyanın her yerinde öğretmenlik mesleği,entelektüel bir meslek olup,saygınlığı da buradan gelir kanısındayım.
Bizim gençlik yıllarımız olan 1970’lerde de böyleydi.Sonra adı "12 Eylül" olan bir rüzgar esti;öğretmenlik mesleğinin kolunu,kanadını kırdı.
Ve bir "memur zihniyeti" hayata/öğretmenlik hayatına egemen oldu.
Kısaca 165 yıllık birikimden "uzak" ve "güç kaybetmiş halde" yaşamaktayız.Bir öz eleştiri yapmanın da tam zamanıdır.
Çünkü," Kendimize olan saygıyı biz vermezsek,kimse elimizden alamaz." diyordu Gandhi.
YORUMLAR
memur=köle.
köle zihniyeti.
hal böyle olunca ve öğretmen de kendisine verilen müfredatın dışına çıkamıyorsa, yani, sonuçta devlet işinin hangi kolunda çalışırsan çalış köle zihniyetiyle çalışmaya mecbursun. istersen çalışma. dışarıda o kadar çok ki devlete memur olmak isteyen. yine de sınavsız memur olmak için ya alanında ender olacaksın ya da siyasi gücü elinde bulunduranların temel taşlarından bir aileye mensup. kimi mevzuat hükümlerine göre (bkz:İstisnai memuriyet kadrosuyla ilgili ince detaylar, http://www.memurlar.net/haber/352830/) ayrıcalıklı bir nebze de olsa özgür zihniyetli memur.
güzel bir yazıydı.
kaleminize sağlık