YAŞAMDAN KESİTLER -6- KÖYDE HASAT ZAMANI.. BUĞDAY SAMANDAN AYRILACAK
İnsan bir yaşa gelince, toprağı çekermiş derinden. doğup büyüdüğü yere olan özlemleri sarıp sarmalarmış.
Bu sebeple kimi gider o yerlere ve başını sokacağı bir ev yapar. Hayatının geri kalan kısmını yaz aylarına mahsus olmak üzere oralarda, eskiyi, hem yaşadığı yerleri görerek, hem de hatıralarını zihninde yaşayarak sürdürür hayatını. Kuzu otlattığı, attan düştüğü, ekin biçtiği, kara saban ile toprağı işlediği yerlerde gezinerek o zamanları hatırlar. Bu sebeptendir ki köylerde tam müştemilatlı evler yaz aylarında çok büyük kalabalıkları barındırır. Ancak kış aylarında yazın dolu olan evleri yüzde 80-90 ı boşaldığından köyler tekrar yalnızlığa bürünür.
Köylere devamlı suretle gidemeyenler ise benim gibi yazarak nostalji yapmaya çalışırlar. Ne kadar başarılı olurlar bilinmez.
Bu yazımda düven ile ezilen ekin içindeki buğdayın samandan ayrılması için neler yapıldığını paylaşmaya çalışacağım.
Ekin- sap tamamen ezildikten sonra ezilmiş saman ve buğdayın karışık halini ifade eden "malamga" denilen bir hale gelir. Malamga, harmanın bir yerine yığılarak makinede çekmek için rüzgarın olmadığı gün beklenir.
Buğdayın samandan ayrılması için rüzgarın olmadığı tahmin edilen bir günün gecesi saat 02.00 veya 03.00 te kalkılır, yün yorgan ve yataklarda sürdürülen tatlı uykudan..
Samanlığın üzerine kurulan harman makinesinin önü bir duvara çevrilir. Amacı, makinadan savrulan rüzgarın samanı savurup götürmemesidir.
Makine, resimde de görüldüğü gibi içinde bir pervane düzeneği olan ve bu pervaneyi harekete geçiren kol çevirildiğinde yarattığı rüzgar ile buğdayı samandan ayıran bir ahşap aygıttır.
Makinede çalışacak kişi sayısı ise en az dört olmalıdır.
Birincisi ve en önemlisi makineyi çevirecek, yani makineyi kol gücü ile çalıştıracak olandır.
İkinci önemli olan makineye yaba-harman çatalı ile malamga koyacak kişidir.
Üçüncüsü, samandan ayrılan ve makinenin arkasındaki bölümden aşağı akan buğdayı toparlayacak olandır
Nihayet dördüncü kişi ise makinenin önünde biriken samanı samanlığa döken ve gerektiğinde samanlığa inerek samanı sıkı sıkıya dip köşe samanlığa yerleştiren kişidir.
Bunlar işin gidişatı veya yorgunluğa göre yer de değiştirebilirler. Varsa fazla eleman makineci ve yabacının yedekleri de olabilir.
Makine çalışmaya başladığında sesi, yalnızca bulunduğu köyden değil, yakın uzak diğer tüm köylerden duyulur.
Eğer makineci bu işi iyi yapıyorsa yakaladığı ritmi hiç kaybetmez. Her iki kolunu sırası ile kullanarak makineye bir can bir ruh katar. Makine dinleyenlere uykuda olsun uyanık olsun, bir senfoni sunmaya başlar ki, dinlemeye doyum olmaz
“tak taka taka tuka taka tuka taka tuka..
tak taka taka tuka taka tuka taka tuka....”
Bu, alın teri ile beslenen emeğin sesidir.
Bu ses, sofralardaki en temel nimet olan ekmeğin ve de anlı şanlı bulgur pilavının soframıza teşrif etmek üzere yola çıktığının habercisidir.
Öylesine leziz, öylesine cezbedicidir bu ses. Uyuyana ninni, ayakta olana bir konser melodisidir.
Makineci yakaladığı melodik tempoyu hep korumalıdır. Hızlanırsa buğdayın bir kısmı samana gider. Yavaşlarsa samanın bir kısmı buğdaya karışır. Yani öyle hassastır makinecinin işi.
Makineye yaba ile malamga koyan kişinin işlevi de önemlidir. Yaba ile taşıdığı malamgayı hep belli ve aynı aralıklarla koymalı makinaya. Ne çok taşıyarak boğmalı, ne de cılız taşımalarla makinacının kolunu boşa yormamalıdır.
Yani her çalışanın takım oyunu içerisinde özel ve önemli işlevleri vardır.
Sabaha kadar harman tamamen çekilir. Saman, samanlığa doldurulur, buğday da çuvallarla yıkanmak üzere eve taşınır. Yeni bir harman ve makina çekimine kadar belli ve ezberlenmiş işler devam eder.
Makine işini sabaha karşı bitiren ekip, biraz temizlendikten sonra, bir kısmı sabah ile beraber tarlaya, diğerleri ise harmana çalışmaya döner, dinlenmeyi aklının ucundan bile geçirmeden.
İş devam etmelidir, yorgunluk bile olsa.
Buğday, tepesine yağmur değmeden ambarlara doldurulmalıdır. İşte o zaman karınca misali çalışan köylü, ağustos böceği olmayı yeğleyenlere karşı daha dik daha gururlu olacaktır, amansız kış günleri boyunca.
Çalışan, öyle fazlaca bir şey kazanmasa da aç kalmayacaktır. Namerde muhtaç olmayacaktır. Ünlü bir ata sözü de insanın, insana bakışını ve değerlendirmesini çok iyi anlatır niteliktedir.
“bu dünyada kazanmayan bir ekmek parası,
dostunun yüz karası, düşmanının maskarası”
Daha sonra buğdayların bir kısmı gelecek senenin tohumluğuna ayrılır. Diğer bir kısmı yıkanır akar suyun üzerinde. Ayıklanır yabancı maddelerden. Bir kısmı un olmak üzere değirmene yolcu, diğer kısmı ise bulgur olmak için doğru derin kazanlara.
işte böyle idi geçmiş zamanın çiftçiliği ve kullanılan ilkel tekniklerin mahiyeti. sonraki zamanlarda patos denilen bir alet çıktı. Harman makinasının 4-5 saatte yaptığı işi 30 dakikaya sığdıran.
Gerçi biçer döverler o zaman da vardı. Ancak bizdeki tarıma göre değildi. Zira ekilen alanlar dar, verim seviyesi de fukaralıktan biraz hallice olduğundan yanaşamazdı köylüm çalıştırma maliyeti elde edilen ile karşılanamayacak olan ne biçer dövere, ne de patosa.
Madem toprak sınırlı ve verim açısından da zayıf, neden tahıl tarımına bu kadar bağlı kalmışlar, onu da anlayabilmek mümkün değildir. Ne orada yaşayanlar bir yeni yaşama yöntemi bulabilmiş kendine. Ne de Devlet daha müspet bir tarım yapmak için el atmamış yoksula.
İhmal edilmiş yıllar boyu insanım. Hep bir savaş vermiş toprağa, doğaya ve de ihmalkarların tümüne.
Yaşamış inadına.
Yaşamış dimdik.
Onuru ile.
Şimdilerde özellikle yazın köye gidenler belki de o zamanların acısını da çıkarıyorlar bir büyük iştahla. Hepsi maaşlı insanlar. Maddi bakımdan zengin olmasa bile muhtaç değiller kimseye.
O zamanların yiğit üreticileri, şimdilerin inadına tüketicisi oldular, biraz tembelliğin de hakları olduğunu bilerek elbette.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.