- 1149 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Şükür Sınavı
Yine o güzel demlerden birini yaşıyorduk. Kıymetli dostlarımızla bir araya gelmiş ve muhabbet faslımız başlamıştı. Mevlamızın sunduğu envai çeşit nimetlerle dolu sofrada, unutulmaz anılar biriktiriyorduk. Kâh hoş bir söze gülümsüyor, kâh yeni öğrendiğimiz bir ilmi paylaşıyorduk. Sıcacık bir mutluluk ve huzur atmosferi tüm odaya hâkimdi.
Yemek faslını bitirmiştik. Bugün dostlarım için hazırladığım sohbet konusu şükür sınavıydı. Her mecliste hayırlı bir konu hazırlamaya çalışırım ki gıybet ve boş konuşmalar meclisimizi işgâl etmesin. Uzun zamandır mutluluğu araştırıyordum. Sebebiyse genel anlamda insanlarda bir mutsuzluk ve doyumsuzluk gözlememdi. Hep şikâyet, hep üzüntülü konular meclislerimizi dolduruyordu. Herkes ya bir hastalığını, ya bir haksızlığını, ya bir üzüntüsünü dile getiriyordu, buna yeri geliyor bende dâhil oluyordum.
Bir şeylerin farkında değildik sanki, gözümüzün önünde duran ama bizim ille de görmemek için direndiğimiz nimetler…
Bu konuyu dost meclislerimde işlemeye karar verdim. Bir meclisimde ‘’size göre mutluluk nedir’’ diye röportaj yapmıştım, aldığım cevaplar çok manidardı. Başka bir yazımda onu işleyeceğim inşallah.
Bu günkü anlatmak istediğim anım ‘’Şükür Sınavı’’…
‘’Kâğıt ve kalemleri çıkarın’’ dedim. Sizi imtihan edeceğim.
Bu günkü sohbetimizin konusu’’ sahip olduğumuz nimetler’’…
Önce bir şaşkınlık sardı tüm yüzleri, sonrasında benim bu tür hallerime alışık oldukları için gülümsemeler başladı. Baktılar ki şaka yapmıyorum çaresiz, kâğıt, kalem aramaya başladılar… Her şey hazırdı, sıra sınav zamanına gelmişti. Herkes sahip olduğu nimetleri yazacaktı. 20 dakika müddet tanıdım.10 yaşından 60 yaşına kadar katılımcımız vardı. Büyük bir heyecanla yazmaya başladık. Öyle güzel bir atmosfer vardı ki ortamda; kopya derdine düşenleri mi ararsın, birbirinin yüzünden bir kelime yakalamaya çalışanları mı?
Süre dolmuştu, herkese yazdıkları nimetlerin sayılarını sordum…
55 yaşındaki teyzemiz 5 nimet yazmış(okuma yazması iyi olan bir teyzemiz),Kimi 10, kimi 25, kimi 40 nimet yazmıştı… Sıra 10 yaşındaki Yunus Emre’mize geldiğinde, hepimizi şaşırtan bir yanıt verdi!
110 nimet yazmıştı! Evet, 20 dakika içinde 110 nimet!
Hepsini okuttuk; kaslar, kan, kalp, kulak, sağ ayak, sol ayak, sağ kol, sol kol, sağ ve sol eller, parmaklar, tırnaklar, sağ ve sol gözler, dudaklar, dişler, dil, yanaklar, deri, saçlar, kaşlar, kirpikler, böbrekler, mide, bağırsaklar, dalak, karaciğer, akciğer, kemikler, elbiseler, ayakkabılar, defter, kalem, çanta, silgi, kâğıtlar, anne, baba, abla, ev, koltuklar, halılar, perdeler, televizyon, kahvaltılıklar, yemekler, ekmek, su, elektrik, kitaplar, meyveler, kuruyemişler, çiçekler, lambalar, saat, mum, araba, yol, köprü… Devamını yazamıyorum çünkü unutmuşum bazılarını…
Sohbetimiz ve ufak sınavımız sonucunda bir gerçeğin daha farkına vardık. Hayata çocuk gözüyle baktığımızda güzelliklerin ve sevginin daha çok farkına varıyorduk. Neden yaşımız ilerledikçe nimetleri değil de problemleri daha çok görür olmuştuk? Hâlbuki aynı nimetler şimdide vardı hatta daha fazlası ikram olunmuştu. Değişen bizim bakış açılarımızdaydı; ümit dolu, pozitif, olumlu bakış açılarını kaybetmiş, olumsuz ve negatif bakış açıları bizi çepeçevre sarmıştı…Evet, şükür etmeyi unutmuştuk! Önce bu zehirli sarmaşıklardan kurtulmamız gerekiyordu. Beynimizi düşünce dünyamızdaki olumsuz, zehirli, hastalık yapan negatif düşünce otlarından temizlemeli, yepyeni ümitler aşılayan, mis kokulu sarmaşık güller gibi pozitif düşünceleri ekme zamanı gelmişti. Bunu da ancak bize bahşedilen milyonlarca nimetin farkına vararak başarabilirdik.
Hep kaybettiğimizde mi?
Kıymetini bileceğiz sevdiklerimizin, niçin?
Hep elimizden alındığında mı?
Özleyeceğiz sayısız nimetleri, niçin?
Karanlığa gömüldüğümüzde mi?
Göz nurunun kıymetini bileceğiz, niçin?
Tutamadığında ellerimizle mi?
Hayır işi yapamadığımıza yanacağız, niçin?
Yatağa bağlandığımızda mı?
Üzüleceğiz koşamadığımıza ilim meclislerine, niçin?
Sevdiklerimizle konuşamadığımızda mı?
Pişman olacağız doyasıya seni seviyorum demediğimize, niçin?
Kur’an okuyanların sesini duyamadığımızda mı?
Derin bir hüzün kaplayacak kalbimizi, niçin?
Dokunabilirken sımsıkı tutamadığımızda mı?
Özleyeceğiz annemizin ya da çocuğumuzun ellerini, niçin?
Ayrılıklar ve ölümler kapımızı çaldığında mı?
Ailemizin ve birlik olmanın kıymetini anlayacağız, niçin?
‘’Kel ölünce sırma saçlı olmadan, kör ölünce badem gözlü olmadan’’…
Kıymetini bilmeli değil miyiz, elimizdekilerin?
Bolca şükür edemedik mi?
Sağlımız yerindeyken, niçin ?
Mihrican Ulupınar
25.03.13
02:50