- 846 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (19)
devam ediyor....
BİAT
Uzun süresidir incelediğimiz Mekke’de dönemini artık sonlandırma vakti geldi. Bugün düşünce derinliğinde gezerek Mekke’nin havasını yaşamak gerektiğine inanıyorum. Bir kere olsa, gözlerimizi günümüzdeki dünyadan uzaklaştırıp, resulün yaşadığı Mekke’ye dikmemiz gerekiyor. İşte gözlerimin önünde peygamber ve arkadaşları, onların dini kabulleri, Allah’tan gelen ayetlere karşı ilgileri ve sorumlulukları ilgimi çekiyor. İlgimi çekenler bildiklerimi altüst ediyor. Önüme yeni kavramlar, yeni ufuklar açıyor. Tarih kitaplarında, hadis kitaplarında, Kur’an-da genel olarak şu özlere rastlıyorum. Hadis kitaplarının biat bölümlerinde karşılaşıyorum. Toplumda pek bilinmeyen, duyulmayan, söz edilmeyen hadisler bana yeni ufuklar açıyor.
“Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve kölesi olduğuna biat ettik.”
Başka bir yerde, “Allah’tan başka ilah olmadığına, yalan söylememeye, namaz kılmaya, oruç tutmaya, hırsızlık yapmamaya, adam öldürmemeye, zina yapmamaya biat ettik.”
Erkekler ve kadınlar kendi özelliklerine göre sorumlu olduğu İslam’ın temel kurallarına biat ediyorlar.
Bir bakıma, Müslüman olmak için kelime-i tevhit olan “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür” ifadesine biat ediyorlar. Sonra Allah’tan, yapmak veya yapmamak şeklinde gelen bütün emirlere biat ediyorlar. Biat söz vermek anlamını içeriyor. Allah Kur’an-da, insanlardan önce kendine saygı duyacaklarına, emirlerini dinleyeceklerine, başkalarından gelen emirleri dinlemeyeceklerine söz alıyor. İnsanın önce kendine saygı duymasının temel ilkesi, kullara kulluk etmemektir. İnsan “Allah’tan başka ilah yoktur” derken, insanların üzerinde Allah’tan başka varlığın hükümranlığına karşı çıkma ifade ediliyor. Hâlbuki dünya yaşamında görülüyor ki, bir veya birçok insan çıkıp diğer insanlar üzerinde egemenlik kuruyorlar. İnsanları kula kulluğa çağırıyorlar. Kelime-i tevhide inanarak, “Allah’tan başka ilah yoktur” diyen insan, önce “ben aklımın, muhakememin, irademin üzerinde hiçbir insanı otoriter görmüyorum” diyerek, kendi özgürlüğünü, saygınlığını ortaya çıkarıyor.
Allah ilke bazında bu sözü insanlardan aldıktan sonra, her gönderdiği ayetlere işitip itaat etmek üzere biat alıyor. Kur’an-da ayetlere biat konusu, “O müminler, kendilerine bir ayet geldiği zaman, işittik ve itaat ettik derler” şeklinde geçiyor.
Bu bağlamda müminler, yani verdikleri sözde durarak güven gösterenler. Ki mümin ifadesi, güvenen, güven veren demektir. Mümin olan insanlar, Allah’a güvenirler. Allah’a verdikleri sözleri yerine getirerek güven verir, güvenirliliklerini gösterirler. İşte onlar,
“Yalan söylememeye biat ediyorum”
“İkiyüzlü olmamaya biat ediyorum”
“Namaz kılmaya biat ediyorum”,
“Hırsızlık yapmamaya biat ediyorum”,
“Zina etmemeye biat ediyorum”,
“Adam öldürmemeye biat ediyorum”
“Yoksula, yolda kalmışa yetime sahip çıkmaya biat ediyorum”
Vs. gibi. Mekke’de, II. Akabe biatine kadar, Allah’ın emirlerinin hepsine, öncelikle kelime-i şahadete biat yapıyorlar.
Peygamberin Mekke’de lider, imam olarak kendisine biat aldığını görmüyorum. Fakat II. Akabe biatinde ve Medine’de, peygamber artık lider, imam olarak kendine itaat konusunda da biat alıyor.
Aklıma takılan esas biat türü, kelime-i şahadete, Allah’ın emirlerine yapılan biatler. Bu biatler, bendeki eski bilgileri, eski kavramları, altüst edip, yeni değerler oluşturuyor. Çünkü kelime-i şahadete, Allah’ın farz ve haram olarak emrettiği emirlere biati ilk defa duyuyor, okuyor, algılıyorum. Bu gerçek tarihin yaprakları içinde sırıtıp duruyor. Ama bizler göremiyoruz. Peygamberin, ilk Müslümanların yaşadığı bu olaylardan, verdikleri biatlerden habersiz yaşıyoruz. Ayetlere, hadislere, tarihi gerçeklere baktığımda biat İslam’da çok önemli bir kavram…O zaman biat konusunu enine boyuna incelemek gerekiyor.
Biat ülkemizde devletin yayımladığı Türk Dil kurumunun sözlüğünde,
biat –ti (isim eskimiş Arapça bey’at)
1. isim Bir kimsenin egemenliğini tanıma
2. tarih Osmanlı Devleti’nde padişah öldüğünde tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca kabul edilip onaylanması
Osmanlıca lügatte ise, biat “kabul ve tasdik muamelesi” olarak geçip aslının bey’at olduğu belirtilmiştir.
Biat, Arapçada ‘bey, bey’a, bey’at”’ kökünden geliyor. Bey satış demektir. Bir bakıma, biat satış için sözleşmek demektir. Yani satış sözleşmesi yapmak demektir.
Biat, bey, bey’a, bey’at kökünden üretilerek, siyasi bir anlam yüklenmiştir. Yüklenen siyasi anlamda, toplumun önderlerine kendi varlıklarını teslim etmesi, önderlerinin onları yönetme hakkı olarak ortaya çıkmaktadır. Tarih içinde, biat, biat alanın topluma egemen olarak toplumları istediği gibi yönetmiştir. Toplumsal yapılanmalarda liderlere duyulan ihtiyacın Araplarda biat yoluyla gerçekleştirilmesi, başka toplumlarda da benzeri şekillerde gerçekleştirilmesi, sosyolojinin, siyasetin ilgilendiği bir alandır. Dün ve bugün, hemen her toplum bir şekilde kendilerini liderlere teslim ederek, yaşamlarını sürdürürler. Ve hemen her toplum mevcut uygulamalarını geçmişe göre daha adil, eşitlikçi görebilir.
Müslüman olarak, kelime-i şahadete biat ediyorsak. Kelime-i şahadetle aramızda satış sözleşmesi yapılmış demektir. Namazda, oruçta da böyledir. Kısacası ilk Müslümanların yaptığı gibi, kelime-i şahadete, Allah’ın emrettiği farzlara haramlara biat ettiğimizde, biatlerimizle satış sözleşmesi yapmış olmaktayız.
Bu konuyu daha iyi anlatacak bir anımı anlatmak istiyorum. Askerlik yaparken gördüğüm bir uygulama, sanki Kur’an-daki biat konusuna benzer uygulamaydı. Askeri uygulamada, yukarıdan gelen her emir, yönetmelik, talimatname bütün birimlere dolaştırılıyor. Birimlerdeki her görevli, yazıyı okuyarak, altına, okudum diyerek imza atıyor. Uygulama o kadar güzel ve mantıklı ki, yazının altına imza atanlar artık ondan sonra, bilmiyordum, duymamıştım, görmemiştim gibi bahane üretmesine imkân yok. İşte ben aynı mantığı, sanki “müminler kendilerine gönderilen ayetleri işitir ve itaat ederler”, “O müminler ki, kendilerine gönderilen ayetlere işittik ve itaat ettik” derler ayetlerinde görüyorum. Mümin olmanın temel kuralı, inandığı Allah’ın gönderdiği ayetleri işitmek, onlara itaat etmektir. Sanki Allah asker mantığındaki gibi, ayetlerinin her birinin Müslümanlarca işitilip, itaat edilmesi için biat alıyor.
Biat satış anlamındaki bey, bey’a kökünden geliyor. Dünyanın bütün hukuk oluşumlarında, satışın gerçekleşmesi için öngörülen değerler neredeyse aynıdır. Doğru satışı gerçekleştirecek satış sözleşmesinin temel ilkeleri bütün hukuk kurallarında aynıdır. Onun için satış sözleşmesi üzerinde durmak yararlı olacaktır. Zira satış sözleşmesinin mantığı, biat mantığıyla aynıdır. Satış sözleşmesinde satıcı, alıcı, satış yapılan şey, satılan şeyin ücreti ve satış şartları temel ilkelerdir. Bu ilkeler olmaz ise, satış sözleşmesi gerçekleşmiş sayılmaz. Biatte bey kökünden gelerek satış sözleşmesi olduğuna göre, biati veren satıcı, biati alan alıcı, biatle satılan şey, satılan şeyin ücreti ve satış şartları olması gerekir.
Dinin temeli olan kelime-i şahadete, dinin emirleri olan farz haram hükümlerine biat veriyorsak, dinin sahibi Allah olduğuna göre satıcı Müslüman, alıcı Allah’tır. Dolayısı ile biat veren, bilerek, isteyerek, idrak ederek satış sözleşmesini gerçekleştirir. Zira satış sözleşmesinde lazım olan şartların ikisi de, hangi şartla, ne satıldığını bilmektir. Böylece bu kavrama göre kelime-i şahadete, Allah’ın emirlerine biatte satış sözleşmesinin şartları geçerlidir.
Biatteki satış şartları,
1. Alıcı, Allah’tır.
2. Satıcı, Müslüman olan insandır.
3. Satış şartı, Allah’ın emirlerini düzenli olarak yerine getirmeye söz vererek uygulamaya geçirmektir.
4. Satılan şey, insanların bilerek ve isteyerek kendilerini Allah’ın hizmetine sunmalarıdır. Kul, aklını, mantığını, zekâsını, tüm insanlık özelliklerini, elinde bulundurduğu mal varlıklarını Allah’ın emirleri doğrultusunda insanlığın hizmetine sunar. Kur’an literatüründe buna insanın kendini Allah’a adaması olarak tarif edilir. Ayrıca ilgili ayette ise, Allah yolunda kendilerini bu kadar fütursuzca adayanlar bir bakıma nefislerini ve mallarını Allah’a satmış olmaktadırlar. Onun için ayette “Rabbiniz cennet mukabili müminlerin canın canını satın almıştır.” denmektedir.
5. Ücret, Allah’ın mükâfatı olan cennettir.
Biat söz konusu olunca “Rabbiniz, müminlerin mallarını ve canlarını (nefislerini) cennet mukabili satın almıştır.” Ayetini anlamakta güçlük çekmiyorum. Evet Kur’anda Allah, kullarının satış sözleşmesine (biatlerine) uymaları halinde, ücret olarak onları cennete koymayı taahhüt ediyor.
Geçmişti sözlü olarak bu konudan Müslümanlara söz ettiğimde, maalesef konunun önemini anlamadan, olaya duygusal yaklaşarak, biz Allah’a karşılıksız bağlıyız dediler. Konuyu anlamamakta ısrar ettiler. Hâlbuki bu konuda kuranda ayetler mevcut. Hadis kitaplarında hadisler mevcut. Konuyu gerçekten kurana göre anlamak isteyenler lütfen kurandaki biat kelimesi geçen ayetleri incelesinler. Diğer taraftan, hadis kitaplarını incelesinler. Hadis kitaplarındaki biat bölümlerine baksınlar. Ayrıca Müslümanların tarihini dikkatle okusunlar.
Gerçi Müslümanların bu gün konuyu anlamalarına engel olan şeyler var. Tarihimizden gelen, cazip, süslü kelimelerle söylenmiş, fakat ayetlere ters düşen sözler var. “Bana seni gerek seni, ben neyleyim cenneti” “Ben kendimi Allah’a adadım. Allah’ta kayboldum. Artık ben yoğum. Gördüğün ben, ben değilim” ”Bizler ilmin hakikatine erdik. Biz Kur’an-ın görünen bilgisine değil, ayetlerin batınındaki (gizlisindeki) gerçek anlamlarına tabiyiz” “Resuller vahye tabidir. Biz vahyin ardındaki gerçeğe, Allah’ın hakikatine tabiyiz” “Allah’ın şeriatı Kur’an-ın ilim ehli olmayan insanlara emrettiği kurallardan ibarettir. Bizler vahyin batınındaki (gizlisindeki) bilgiye ulaştığımızdan, şeriatı diğerleri gibi anlamayız. Hayatımıza uygulamayız” “Allah’a olan sevgimiz bütün şekli kuralların üstündedir. Onun için biz şekle değil, öze inanır, şekli değil özü yaşarız” “Hak, hakikati aramaya çıktığım yolda, Hak’ı kendimde buldum” “Şeriat havas içindir, hakka erenlere şeriat gerekmez” gibi sözler kültürümüzde gezinip duruyor. Belki söylenmek istenen başka, uygulaması, hayata yansıması başka düşünceler. Ama Müslümanların kafalarını karıştırmaktadır. Zaten Müslümanlar düşünmeyi, düşüncelerini Kur’an-a, sünnete göre ayarlamayı bıraktıklarından, Kur’an-ı raflara, resulden gelen sünnete Arap âdeti dediklerinden dinin özünü anlayacak bilgilere dikkat etmiyorlar. Ayrıca konular siyasallaştırılarak politik cambazlıklara dönüştürülmüştür. Sözler, konular anlaşılmaktan uzaklaştırılmıştır. Konuların, sözlerin anlamları yitirince, olaya felsefe karışınca, üstüne de edebiyatın süslü kelimeleri eklenince, din ortadan kalkmış, lafazanlık başlamıştır.
Müslümanlar düşünmeliler. İnsanlar, Allah’ın gönderdiği ayetlerin anlaşılmasında, ayetlerin anlamlarından öte, kendilerine göre, gizli bilgiydi, ayetin arkasındaki sırdı gibi süslü sözlerle, kendi çıkarlarına göre yorum getirmeye kalktıklarında ortada din kalmaz. O zaman her çıkarcı, bencil insan, din üzerinden rant elde edebilmek için, kendi kafasından uydurduğu bilgileri, kuranın gizli bilgisi diye insanlara söylemeye kalkar. Nitekim geçmiş tarihte böyle olmuştur. İnsanlar, Kur’an-ın ortaya koyduğu bilgileri bir kenara bırakarak, kendi kafalarından uydurdukları bilgileri, Kur’an-ın gizli bilgisi diye iddia ederek Kur’an-ı hiçe saymışlardır. Tarihte tür davranışlar prim yapmış. Günümüzde bu tür davranışlar prim yapıyor. Sanıyorum gelecekte de prim yapacak. Peki, insanları bir arada tutacak ayetlerin anlamları ne olacak? Biz ilim ehliyiz diye kendilerini peygamberlerden üstün tutan zevatlara durun, ne yapıyorsunuz denilmeyecek mi? İnsanlar bu tür davranışlar içinde olan insanların yanlışlarını neye göre belirleyecek? Bir başkası da ortaya çıkıp, şöyle mi diyecek? Hayır, sen ayetlerin arkasındaki gizli anlamları yanlış biliyorsun. Bak benim anladığım daha doğru mu diyecek? Böyle bir yolun, yordamın ölçüsü olmaz ki. Hâlbuki Allah, Kur’an-da açıkça söylüyor. Elinizdeki kitabın içindeki bilgiler, açık seçiktir. Anlaşılırdır. Size gönderilen ayetlerin anlamları, sizin için mizandır. Ölçüdür. Her kim onlara ters düşerse, sapmıştır. Size gönderilen resuller, dini anlamada yaşamada size örnektir. Onlara uyanlar kazanır. Onları terk edenler kaybeder.
Müslümanlar süslü, ağdalı, karışık anlamlı kelimelerden kaçarak, ayetler doğrultusunda, düşüncelerini, davranışlarını oluşturmaları gerekir. Hiçbir insanın kendine göre, Allah adına din üretmeye hakkı yoktur. Üretilen şeyler, güzel, duygusal, felsefe dolu olsa da, insanların buna hakları yoktur. Allah şirki tarif ederken, ilahlıkta ve dinin kurallarını belirlemede kendisinin ortağı olmadığını vurguluyor. Kim, ilahlıkta ve dinin kurallarını belirlemede, yani dinin düşünce, davranış biçimlerini üretmede kendini yetkili, haklı görürse, kendini Allah’la aynı yetki de görmüş olur. Allah buna asla razı değildir. Her kim Allah ile birlikte herhangi bir insanda dinin kurallarını belirleme hakkı görürse, Allah bunu şirkle tanımlıyor. O nedenle Müslüman olan bizlerin dikkat etmesi gereken en önemli noktalardan biri, Allah’ın istediği şekilde dini kabul etmemizdir. İçimizden gelen güzel duygular ve dilimizden dökülen güzel sözlerle din üretme hakkımız yoktur. Üretenleri de kabul etmeye hakkımız yoktur. Allah’ın emrettiği ibadet biçimlerini, namazı, orucu ve diğerlerini terk ederek, kendi kendimize yeni ibadet biçimleri üretemeyiz. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. “Efendim, benim yaptığım ibadet biçimi insanın mükemmeliyetini, felsefenin en derinini içeriyor” diyerek, hiç kimse Allah’ın emrettiği ibadetleri ortadan kaldırarak, yerine kendi ibadet biçimlerini koyamaz. O zaman onun yaptığı Allah’a ibadet olmaz. Sadece kendine ibadet olur. Onun için konulara süslü kelimeler eşliğinde, duygusal bakmak yerine Kur’an-daki ayetler doğrultusunda bakmak, Müslüman olmanın temel şartlarındandır.
Allah dünyada yaptığımız güzel şeyler karşılığında cennetini verecekse, “hayır ben istemem, al senin olsun” deme hakkımız yoktur. Allah, “ben mallarınızı ve canlarınızı cennet mukabili satın aldım diyorsa”, “ben malımı ve canımı Allah yolunda severek karşılıksız veririm. Allah’a da satmam. Allah yolunda verdiğim canımın, malımın karşılığını Allah’tan istemem deme” hakkımız yoktur. “Ben Allah’a malımı canımı inancım gereği karşılıksız veriyorum. Bunun karşılığında cenneti almama gerek. Ben cennete girmek için malımı ve canımı Allah yoluna adamıyorum. Sadece Allah’a olan sevgi için adıyorum” demeye hakkımız yoktur. Elbette Allah’a olan sevgi saygı yapılan işlerin temelidir. Sevgi, saygı olmadan yapılacak her iş korkuya dayalıdır. Allah kendisine yapılacak her türlü ibadetin altında sevgi aramaktadır. Ama benim Allah’a sevgim, saygım var diyerek, Allah’ın mükâfatlarını itmeye hakkımız yoktur. İşin aslında, böyle bir durum, sevgi sözcükleriyle başlayıp, sonunda Allah’ın ifadesine karşı gelerek büyük bir saygısızlık yapmaktır. Allah’ın vereceği nimetlere karşı nankörlük yapılmaktadır. Kendini bilen hangi kul diyebilir ki? Ben Allah’ın bana vereceği nimetleri kabul etmiyorum. İstemem. Ben sadece Allah’ı isterim. Ondan gayrisi beni tatmin etmez. Böyle şey olabilir mi? Allah kitabında, “Yarattığım kullarıma çeşitli nimetler veririm. Şükretsinler, nimetlerimi hatırlasınlar” diyor. “Cennetini inanan kullarına, dünyada yaptıkları iyilikler için mükâfat olarak vereceğini” söylüyor. Hal böyle iken, kul olarak, yaratılmışlığımıza bakmadan, verilen nimetleri hafifseyeceğiz. Böyle bir şey olabilir mi? Eğer böyle yaparsam yaparsak, Allah’tan farklı şeyler istersem istersek, kendimizi kulluktan öte başka bir yere oturtmuş olmaz mıyız? İyice düşünmek gerek. Oh söz güzel diyerek peşinden hemencecik gitmemek gerek. Değilse Allah’ın huzurundaki hesap hüsranlıkla biter.
Allah’ın yarattığı düzende, önerdiği dinde, gönderdiği bilgi ve hükümlerde müthiş bir denge söz konusudur. Dengesiz olan hiçbir düşüncenin Allah’ın katında değeri yoktur. Adaletten söz edilirken her insanın hakkının verilmesini ister. Sadece kötülük yapacaklara, yapanlara af kapısını açmaz. Aynı zamanda kötülük yapılanlara, yapılacaklara karşı da tedbirler alınmasını, yapanların cezalandırılmasını ister. Sevginin boyutlarını afakî olarak kabul etmez. Her şey gibi, sevgi, saygı, paylaşım esasları da dengeli bir şekilde yürümelidir. Hiç kimse sevgisinin arkasına sığınarak, Allah’ın ortaya koyduğu dengeleri alt üst edemez.
O nedenle önce kendi düşünce ve davranışlarımda, bu tür düşünce ve davranışların olmasını asla istemiyorum. Söz veriyorum. Ya Rabbi, senin mükâfatın da, cezan da benim düşünce ve davranışlarıma vereceğin sonuçtur. Benim bunları hiçbir şekilde ret etme hakkım yoktur. Böyle bir şey yaparsam sana saygısızlık yapmış olurum ki, ben bunu asla yapmam, yapmayacağım.
Biat konusuna dönersek, dünyanın bütün hukuk sistemleri ile Müslüman hukuk sistemi temel kural olarak satış akitlerinde beş şartı mutlaka arar. Bu gün ülkemizde uygulanan hukuk sisteminde de aynıdır. Alıcı, satıcı, akit konusu ve şartları, satılan şey ve ücreti satış akitlerinin temel unsurlarıdır. Bunlardan birinin eksik olması halinde satış sözleşmesi gerçekleşmemiş demektir. Hukuk dilinde buna “butlan” denir. Yani yanıltıcılık, eksiklik…
Ayetlerin ve tarihi olayların içine girdiğimde anlıyorum ki, ilk Müslümanların büyük bir dikkatle gerçekleştirdiği satış sözleşmesi (biati) bende var mı, yok mu? Sorgulamam gerekiyor. Biz de var mı, yok mu? Sorgulamamız gerekiyor. Bütün satış sözleşmesinin şartları bende tahakkuk etmiş mi? Etmemiş mi? Kendime dönüyorum. Kendimi yokluyorum. Satıcı olan ben, satmakta olduğum nefsimi (canımı) ve sahip olduğum malları, alıcı olan Allah’a, emir ve yasaklarına, bilerek, anlayarak satmış mıyım? Bu tür sorguları hepimiz yapmalıyız.
Bilerek, anlayarak diyorum. Zira satış sözleşmelerinin şartları yerine gelmeden yapılan her türlü alış ve satış geçersizdir. Satıcının ve alıcının şartların gerçekleşmesi için bilgi sahibi olmaları gerekir. Bu noktada Allah elbette Müslümanlardan aldığı biatle, neyi nasıl aldığını bilmektedir. Allah’ın açısından bu konuda sorun yoktur. Çünkü biatin kurallarını koyan, ücretini belirleyen Allah’tır. Zaten Allah tek otorite, yaratıcı, ilah olarak tek taraflı inanç belgesini, sözleşmesini bize sunmaktadır. Burada sorun Allah’a inanan, Allah’a sözle biat ederek, Allah’ın kurallarına göre, inanacağını, hayatını yaşayacağını söyleyen bendedir. Kur’an beni, biatimden dolayı Müslüman olarak tanımlıyor. Ama ben Müslüman olarak, Allah’ın kurallarını bilmiyorum. Kurallara göre yaşamıyorum. Yaşamak içinde gereken özeni göstermiyorum. Bu konularda kendimi bilgi ve bilinç olarak yetiştirmiyorum. Öylesine Müslüman oldum diyorum. Bilgisizlik, bilinçsizlik sonucunda Allah’ın kurallarına aykırı yaşıyorum. Zira doğru dürüst hiçbir bilgim yok. Zira verdiğim sözde durarak, kendimi geliştirmemişim. Dünyanın her türlü bilgisiyle kendimi donatmaya çalışırken, sevdiğim, inandığım, en mükemmel dediğim, Allah’ın dininin cahili olmuşum. O zaman biatimde sorun var demektir. Biatim düşmüştür. Sözleşmem geçersiz hale gelmiştir.
Çünkü her satış sözleşmesinde, alıcı ve satıcı, kurulan ilişkinin şartlarını bilmiyorsa, sözleşme geçersiz olur. Konuyu İslam’ın anlaşılması ve yaşanması konusuna getirdiğimizde olay basittir. Eğer kelime-i şahadetin ne anlam ifade ettiğini bilmiyor ve anlamıyorsak, bizim kelime-i şahadete biatimiz söz konusu olamaz. Dinin emirlerinin yasaklarının neler olduğunu, neleri ifade ettiğini bilmiyor ve anlamıyorsak. Dinin emir ve yasaklarına biatimiz söz konusu olmaz. Hal böyle olunca, Allah’ın kitabı Kur’an-ı tanımamış, Kuranı okuyup anlamamış. Allah’ın kitabındaki emir ve yasaklara biatimiz söz konusu olmamış demektir. Arapça yapısıyla, Arapça olarak sürekli tekrar edip durduğumuz, fakat hiçbir kelimesini bilmediğimiz, anlamadığımız, kavramadığımız kelime-i şahadetin biatini de yapmamış oluruz.
Bu karara vardığımda, artık yeni bir kimliğe, yeni bir kişiliğe aday olduğumuzu biliyordum. Bu kimlik ve kişilik, gerçekten peygamberi, ilk Müslümanları örnek alan, Müslümanlığını biat temeline oturtan, nefsini (canını) ve malını Allah’a satan mümin kimliği, kişiliği olacaktı. Tıpkı ayette Allah’ın söylediği gibi... “Rabbiniz müminlerin canını ve mallarını cennet mukabili satın almıştır.” Bu yolda doğru, düzgün yürüyüp, neticeye ulaşabilmek için, Allah’a yönelmemiz gerekiyor. Allah’a sığınarak, ufkumuzun açılması, gayretimizin çoğalması için Allah’tan dilemek gerekiyor. Kendimizi O’nun varlığıyla birleştirmekten ötede, O’nu Yaratıcı, ilahı bilerek, ondan ayrı olarak. O’nun yanında, katında bir kul olmayı, insan olmayı, yarattığı kullardan, sevdiği kullardan, razı olduğu kullardan biri olmayı dilemeyiz. Haddimizi aşmadan, dengeleri sarsmadan, duygularımızı, düşüncelerimizi, sevgimizi, korkularımızı bilerek, sınırlarını ayetlerle çizerek insan olmayı düşlemeliyiz.
Amacımıza ulaşabilmek için, çağ olarak ilk Müslümanlarla yaşamamış olsak da, peygamberin dizinin dibinde Kur’an-ı ondan dinlememiş olsak da, onların yaşadığı tarihle, bizim yaşadığım tarih arasında yıllar, asırlar olsa da, o tarihe muhayyilemizle, düşünce dünyamızla ulaşabilir, o tarihi yaşayabiliriz.
Düşüncelerimizde, muhayyilemizde, Müslümanların Mekke’de toplandığı eve, yani Dar-ül Erkam’a gidebiliriz. Oranın havasını teneffüs edebiliriz. Dar’ül Erkam’da olduğunuzu düşünebiliriz. Orada kelime-i şahadete biat edebiliriz. “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü” olduğuna biat edebiliriz. Bu tür bir gidişi her birimiz ayrı ayrı da, toplu da yapabiliriz. Böyle bir biatle neler diyebiliri? Nasıl biat edebiliriz? Duygularımızla, düşüncelerimizle, haydi bu biat-ı gerçekleştirelim.
“Ya Rabbi, tek ilah sensin, sen ilah olarak, bana emretmeye, yapacağım yapmayacağım şeyleri bildirmeye yetkilisin. Sen en yüce en kudretlisin. Hak dinin, doğru yolun kurallarını ancak sen koyarsın. Dininin hükümlerini ancak sen bildirirsin. Ben her şeyde, oluşturacağım düşüncelerin, yaşayacağım hayatın kurallarında senin bildirdiklerine tabi oluyorum. Senden başka ilah tanımıyor, senden başka din gönderen, emreden olmadığına inanıp, sadece senin dinine tabi oluyorum. Bana, ayetlerine, kurallarına rağmen, bilgi veren, kurallar sunanları kabul etmiyorum. Senden başka, emredicileri tanımıyorum. Kullara kulluk etmeyi terk ettim. Onurumu, kişiliğimi, kimliğimi insan olarak yanında olmakla kazandım. Bu şerefe eriştikten sonra kimse beni kendine kulluk ettiremez. Hiç kimseye kulluk edemem. İnanıyorum ki, yarattığın bütün insanlar, onlar da benim gibi bir insandır. Hepimiz eşitiz. Bizlere verdiğin yetenekle, özelliklerle ayrılıyoruz. Hiç kimse yetenek ve özellikleriyle bana hükümranlık kuramaz. Emrettiğin gibi her insan, yetenek ve özellikleriyle insanlara güzellik, sevgi, saygı, paylaşım sunmakla görevlidir. Bu çizgiyi aşan her insan zalimdir. Zulüm üzerinedir. Ben onlardan uzağım. Ben onlar gibi asla olamam. Kalbimdeki sevgiyi, saygıyı, paylaşım duygularımı bütün insanlara, doğaya sunmaya, kötülük ve haksızlıklara karşı çıkmaya söz veriyorum. İşte canım, malım, al senin olsun, sana sattığım canımı (nefsimi), malımı istediğin gibi yönet, kullan. Ben seninle benim aramda elçi olarak Muhammed’i kabul ediyorum. Muhammed senin kulun… O da benim gibi sana tabi ve sana canını malını satmış. Ama benden farklı olarak, O’nu elçilikle görevlendirmişsin. Ben O’nun elçiliğini kabul ediyorum. O senden ne getirirse kabul ederek, O’na itaat etmemi istediğin müddetçe itaat edeceğim. Ne resulünle, ne de başka biriyle, bilgi, güç yarıştırması, iman, bilgi, bilinç yarıştırması yapamam, yapmam. Senin yolunda, sevgi, saygı dolu, güzellikleri nimetleri paylaşmayı, iyiliklere güzelliklere sahip çıkmayı, kötülüklerden, bencililiklerden uzaklaşmayı, bana nasip et Ya Rabbim”
Bu özle Allah’a biatimizi verdiğimizde, tamamen Allah’ın kulu haline geliyoruz. Allah’ın kulu olarak, düşüncelerimizin hayatımızın bütün yönetimi, yönlendirilmesi Allah’a ait... Artık ne kendi kendimize, ne de başkalarına göre, düşüncelerimizi oluşturamayız. Yaşayacağım hayat tarzımızı başkalarına göre kuramayız. Kelime-i şahadete biat ederek, kendimize, başkalarına karşı özgürlümüzü Allah’a kul olarak kazanırız. Kelime-i şahadete biat edeni, Allah’tan başka hiçbir varlık kendine kul ve köle yapamaz. İslam’ın temelinde yatan bu özle, Allah’a kul olduğumuzda, Allah’tan gelen bütün emirlere uymakla mükellefiz. Hiç birini görmezlik, bilmezlik, anlayamazlık edemeyiz. Çünkü kendine bizi kul gören Allah, malımızı da, canımızı da, yani nefsimizi de istediği gibi kullanmaya, istediği kurallara göre yönetmeye tek yetkilidir. Eğer biz, malımızı ve canımızı, Allah’tan başkalarının kullanmasına, yönetmesine terk edersek, buna bilerek isteyerek izin verirsek, Rabbimize olan satış sözleşmeme ihanet etmiş, tek taraflı bozmuş oluruz. Kelime-i şahadete yaptığımız biati tanımamış, iptal etmiş oluruz. Zira satış sözleşmesini (biati) yaptıktan sonra ne canımız, ne malımız bize ait değil. Bütün bunları Allah’a sattık. Artık sahip olduklarımızı emanet olarak üzerimizde bulunduruyoruz. Emanet olarak üzerimizde bulundurduğumuz, canımızı, malımızı istediğimiz gibi kullanamayız. Başkalarına tabi olarak tekrar satamayız. Bunu yaparsak bize ait olmayan bir şeyi haksız yere satmış oluruz ki, bu satışımızın sorumluluğu çok büyüktür. Allah Kur’an-da, satış sözleşmesine (biatine) riayet etmeyenlerin sorumluluğunu, neticelerini genişçe bildirmektedir. Bu sorumluluk Allah’a ihanetin sorumluluğudur. Ulaşılacak netice ise, Allah’a ihanetin cezasıdır.
Öyleyse Allah’a olan satış sözleşmemize (biatimize) harfi harfine riayet etmeliyiz. İnsanlık kusurumuzla, hata ve isyanla satış sözleşmeme aykırı davranırsak, hemen Allah’tan özür (tövbe) dilemeli, O’na sığınmalı (rahmetine), akdim üzere yürümeye devam etmeliyiz. Değilse başka çıkış yolu, kurtuluş yolu yok.
Günümde atalar yolu diz boyu. Her yeri, her şeyi kuşatmış. Müslüman’ın Müslümanlığı atalar yoluna dönüşmüş. Kelime-i şahadet, anlamını, kavramını kaybedip, şekle şekilciliğe dönüşmüş. İnsanların kelime-i şahadete biati diye bir şey kalmamış. Hicretten üç yüz yıl sonra, güzel sesli bir müezzinin coşarak minareden okuduğu ilahi türü salâ bile, ezandan daha kıymetli hale gelmiş. Peygamberin ölümünden yıllar sonra yazılan Mevlit Kur’an-ın önüne geçmiş. Her şey geriye, eskiye, Mekke’nin din gelmeden önceki haline dönüşmüş. Tarih tekerrür etmiş. Yeniden kelime-i şahadeti bekliyor. Yeniden kelime-i şahadete biati bekliyor. Yeniden insanların Allah’a kulluğunu ilan edip, atalar yoluna karşı özgürlüğünü bekliyor. Kuran yeniden bir kurtarıcı, bir aydınlatıcı olarak, kütüphanelerin tozlu raflarından inmeyi bekliyor. Ayetler yeniden insanlara yol gösterip, Allah’ın terbiyesiyle, insanı terbiye etmeyi bekliyor. Kuran yeniden, insanın yaşadığı hayata dönüp, insanlarda yaşamayı, insanlarda yürümeyi, insanlarla gülüp, insanlarla ağlamayı, canlı bir hayat olmayı bekliyor.
Allah mallarımızı, canlarımızı (nefislerimizi) cennet karşılığı satın almayı bekliyor. Gerçek kurtuluş, gerçek özgürlük için. Kurtuluşa, özgürlüğe kavuşmayı canı gönülden isteyenleri bekliyor. Kurtulmak, insan olarak özgürlüğümüze kavuşmak hepimizin hakkı... Bu hakkı kazanmanın, elde etmenin yolu kelime-i şahadete, bütün anlamlarını, anlayarak, kavrayarak biat etmek. Bu kadar basit, bu kadar kolay...
Ama şunu bilmeliyiz ki, kelime-i şahadete biat edip, düşünce ve davranışlarımıza yön verdiğimizde, hayat tarzımızı oluşturduğumuzda, karşımıza atalar yolu dikilecek. Bizi durdurmak, caydırmak için elinden geleni yapacak. İslam adına, kelime-i şahadetimizi yargılayacak. Fitne ve fesat çıkarmakla, birliği bozmakla suçlayacak. Atalar yoluna dönüşmüş Müslümanlık önümüzde en büyük engel olacak. Atalar yoluna dönüşmüş diğer bütün dinler, kavramlar önümüze dikilecek. Atalar yoluna dönüşmüş siyasi, ekonomik, sosyolojik bütün sistemler rahatsız olup, karşımıza çıkacak. Bizi ezip yok etmeye çalışacak. Adeta bütün dünya Müslüman’ıyla, Müslüman olmayanı ile üzerimize yürüyecek. Taklit ruhuyla, taklitçi kişiliğiyle karakteriyle, düşüncelerini hayat tarzlarını oluşturanlar, bizimle kanlarını canlarını ortaya koyarak savaşacaklar.
Bunların böyle olacağını, Allah’ın sünnetinin böyle olduğunu kavrıyorum. Ona göre, bütün zorlukları, güçlükleri düşünerek, hesap ederek, kelime-i şahadete biat edip, Allah’a kulluğumuzu, nefsimize ve atalar yoluna karşı özgürlüğümüzü ilan etmeliyiz. Hayalci olmaktan çıkıp, gerçekçi olarak, bütün kavramlarımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı, Kur’an-ın muhtevası içinde, zaman mekân boyutlarını kavrayarak, ahiretteki hesabı gözetleyerek, geliştirmeyi hedeflemeliyiz. Öğrendiklerimizi hayatımıza aktarmaya çalışacağımıza söz vermeliyiz. Ancak o zaman, tahkikçi bir kişiliğe, karaktere sahip olup, taklitçiliğe, taklitçiliğin temel olduğu, şekillendirdiği atalar yolundan İslam’a girebilir, Müslüman olma şerefine ulaşabiliriz. Bu inançla geçmişimize bir çizgi atıp ileriye emin adımlarla yürüyebiliriz.
Ancak o zaman, duygularımızdaki, düşüncelerimizdeki kara bulutlar dağılır. Gönül gözlerimiz açılır. O zaman, tarihin içinden yürüyen Müslümanların ayak seslerine doğru yöneliriz. Onlara katılabiliriz. Bakınız tarihe, Müslümanların önlerinde resuller vardı. Hepsi birbirini kardeş ilan etmişler. Tevhit özü içinde, “Allah’tan başka ilah yoktur”. İnsanlar insanlara karşı özgürdür özleriyle bütün insanları kucaklıyorlardı. Kalbimizin bütün atışlarını durdurarak onlara Allah’ın selamını vermeliyiz. Etrafımızdaki, tarihin bütün zalimlerinin gürültüleri var. Büyük bir uğultuyla inancımızı, düşüncelerimizi, yaşamımızı kuşatmaya çalışıyorlardı. Rabbimizin sesi kulaklarımızda, kalbimizde, bilincimizde yükseldiğinde, şunları duyacağız.
“Ben müminlerin yanındayım”
“Ben onların yardımcıyım”
“Ben onlara kefilim”
“Hiçbir şeyden korkmayın”
Ancak bu inançlara sahip olunduğunda emin adımlarla hayatta yürünebilir. Ancak o zaman, inanmışlar, düne, bugüne geleceğe ait insan olabilir. Ancak o zaman Fatiha suresinin son ayetlerinde yapılan dualarımız yerini bulabilir. İnşallah Allah bütün Müslümanlara gerçek hidayetini nasip eder.
devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.