- 1580 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (18)
devam....
MEKKE’DE GELEN HÜKÜMLER (8)
ŞEFAAT
Kökeni Arapça olan Şefaat kelimesinin sözlük ve lügatlerde nasıl geçtiğine bir bakalım
TDK. şefaat –ti isim (şefa:at) Arapça şefaat
Birinin suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için o kimseyle Tanrı arasında peygamberin yaptığı aracılık
Lugat: Birinin suçundan geçilmesi veya dileğinin yerine getirilmesi için edilen aracılık
Sözlük, lügat ve Müslümanların kültürel kitaplarında geçtiği anlamıyla, şefaat suçlu, cezalanacak biri için araya girmek, onu cezalandırmaktan kurtarmak olarak anlaşılmaktadır.
Dini konuları ele almayan bazı, hikaye, roman gibi kültürel kitaplarda da, şefaat kelimesi, birine bir başkasına karşılık kefil olma anlamında kullanıldığı görülmektedir.
Ancak dine ait kültürel kitaplarda, Müslümanların genelinin anlayışında, Müslüman olup da, Allah katındaki hesapta suçlu çıkanlara, peygamberin, âlimlerin, şeyhlerin kefil olması, bu kefilliğe istinaden suçlu olanın Allah tarafından cezalandırılmayarak cennete konulması olarak geçmektedir.
Şefaat kelimesi Kur’an ayetlerinde de geçmektedir. Bu çalışmada, şefaatle ilgili Mekke döneminde gönderilen ayetleri inceleyeceğiz. Medine bölümünde şefaat kelimesinin geçtiği ayetleri daha sonra inceleyeceğiz.
Mekke dönemindeki gelen ayetlerde şefaat geçen ayetleri incelerken, surelerin nüzul sırasını esas aldık. Amacımız ayetlerin nüzul seyrinde şefaat kelimesi nasıl geçiyor… Hangi boyutlardan hangi boyutlara şefaatin anlamı değişiyor izleyelim.
Müddesir (4) suresinin 32-56. ayetlerde, “Hayır, hayır. Aya andolsun ki, dönüp gitmekte olan geceye, ağarmakta olan sabaha… Andolsun ki, o büyük musibetlerden biridir. Sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için, insanlık için, uyarıcıdır. Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir. Ancak sağdakiler başka. Onlar cennetler içinde sorarlar. Günahkârların durumunu: "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmuyorduk, dalıp gidenlerle birlikte dalıyorduk. Ceza gününü de yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm geldi çattı. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar? Kaçan yaban eşekleri gibi… Âdeta aslandan ürkmüş. Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor. Hayır! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar. Asla, bilsinler ki bu, gerçekten bir ikazdır! Dileyen öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık olan da O’dur. Mağfiret sahibi de O’dur.
Necm (23) suresinin 19-26. Ayetlerinde, “Gördünüz mü o Lat ve Uzza’yı? Ve üçüncüleri olan ötekini, Menat’ı. Demek erkek size, dişi O’na öyle mi? O zaman bu, insafsızca bir taksim! Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır? Ahiret de dünya da Allah’ındır. Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için, Allah’ın izin vermesi dışında bir işe yaramaz. Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah’ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz“
Araf (39) suresinin 51-53. Ayetlerinde, “O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz. Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik. Onlar, tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti“
Yasin (41) suresinin 13-24. Ayetlerinde, “Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti. İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! Dediler. Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz. Dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah’ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir" Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler. Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz. Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim bu elçilere uyunuz!" "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tabi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir" Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Hâlbuki hepiniz O’na döndürüleceksiniz" O’ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar." "İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum."
Meryem (44) suresinin 81-95. Ayetlerinde, “Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet olsun diye Allah’tan başka tanrılar edindiler. Hayır, hayır! Onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar. Görmedin mi? Biz, kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice isyankârlığa sevk eden şeytanları gönderdik. Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için teker teker sayıyoruz. Takva sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah’ın huzurunda toplayacağımız gün. Günahkârları da susuz olarak cehenneme süreceyiz. O gün Rahman’ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaate güçleri yetmeyecektir. "Rahman çocuk edindi" dediler. Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir! Rahman’a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden… Hâlbuki çocuk edinmek Rahman’ın şanına yakışmaz. Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahman’a gelecektir. O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tespit etmiştir. Bunların hepsi de kıyamet gününde O’nun huzuruna tek başına gelecektir”
Taha (45) suresinin 108 – 109. Ayetlerinde, “O gün insanlar, davetçiye (İsrafil’e) uyacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez”
Şuara (47) suresinin 90 – 103. Ayetlerinde, ”Cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. Onlara: Allah’tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Denilir… Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu? Onlar ve azgınlar oraya tepetaklak atılırlar. İblis bütün orduları da... Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi ancak o günahkârlar saptırdı. "Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var" "Ne de yakın bir dostumuz" Ah keşke bizim için bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak! Bunda elbet büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler”
Yunus (51) suresinin 1-4. Ayetlerinde, “Elif. Lam. Ra. İşte bunlar hikmet dolu Kitabın ayetleridir. İçlerinden bir adama: İnsanları uyar. İman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahiy etmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler? Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’tır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hala düşünmüyor musunuz? Allah’ın gerçek bir vadi olarak hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Çünkü O, mahlûkatı önce yaratır. Sonra da iman edip iyi işler yapanlara adaletle mükâfat vermek için geri çevirir. Kâfir olanlara gelince, inkâr etmekte oldukları şeylerden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve elem verici bir azap vardır”
Yunus (51) suresinin 18. Ayetinde, “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: "Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir"
En’âm (55) suresinin 70-71. Ayetlerinde, “Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete uğramaması için Kur’an ile nasihat et. O nefis için Allah’tan başka ne dost ne de şefaatçi vardır. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır. De ki: Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel! "diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri mi döndürüleceğiz? De ki: Allah’ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir”
En’âm (55) suresinin 92-94. Ayetlerinde, “Bu Ümmü’l-kura ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler. Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahiy edilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah’ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen! Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve yanınızda sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.
Zümer (59) suresinin 43 – 44. Ayetlerinde, “Yoksa onlar Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi? De ki: Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz”
Mü’min (60) suresinin 16 – 18. Ayetlerinde, “O gün onlar huzura gelirler. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhar olan tek Allah’ındır. Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çarçabuk görendir. Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır”
Zuhruf (63) suresinin 85 – 87. Ayetlerinde, “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir! Kıyamet saatini bilmek de O’na mahsustur. Siz O’na döndürüleceksiniz. Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır. Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette "Allah" derler. O halde nasıl çevriliyorlar?
Enbiyâ (73) suresinin 21-29. Ayetlerinde, “Yoksa yeryüzünde birtakım tanrılar edindiler de, onları tanrıları mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir. Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir. Yoksa O’ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların Kitabı ve benden öncekilerin Kitabı... Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler. Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: "Benden başka İlah yoktur; şu halde bana kulluk edin" diye vahiy etmiş olmayalım. Rahman evlat edindi, dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Bilakis evlat olarak isnat ettikleri, İnsanlık için, uyarıcıdır. lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır. O’ndan önce konuşmazlar; onlar, sadece O’nun emri ile hareket ederler. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler! Onlardan her kim: "Tanrı O değil, benim!" derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz, zalimlere böyle ceza veririz!”
Secde (75) suresinin 1-4. Ayetlerinde, “Elif. Lam. Mim. Bu Kitabın, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olduğunda asla şüphe yoktur. "Onu Peygamber kendisi uydurdu" diyorlar öyle mi? Hayır! O, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için… Rabbinden gönderilen haktır. Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. O’ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?”
Rûm (84) suresinin 7-15. Ayetlerinde, “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler. Kendi kendilerine, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr, etmektedirler. Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler. Sonunda, Allah’ın ayetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu. Allah, ilkin mahlûkunu yaratır, sonra da bunu tekrarlar. Sonunda hep O’na döndürüleceksiniz. Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar susacaklardır. Ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün birbirlerinden ayrılacaklardır. İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mazhar olacaklardır”
Ayetler Mekke’de gelen, putperestlerin şefaat anlayışlarına cevap vermektedir. Ayetlerin özünden çıkanları şu şekilde sıralayabiliriz.
1. Şefaat konusu geçen ayetlerin hiç biri Müslümanlarla ilgili değildir. Ayetlerde geçen şefaat konuları müşriklerin iddialarına karşılık Allah’ın onlara verdiği cevaplardır.
2. Allah dini inkâr eden putperestlerin hesap günü başlarına gelecekleri sıraladıkça, putperestler kendilerine bir şey olmayacağını, inandıkları putlarının Allah’ın dostları olduğunu, hesap günü şefaat ederek kurtaracaklarını söylüyorlardı. Bunun üzerine Allah, onlardan delil istiyor. Bu iddialarını neye göre söylediklerini soruyordu? Putperestler ise, putlarının Allah katında şefaatte yetkili olduklarını iddia ediyorlardı. Allah ise, putperestlere “şefaat edecekler Ancak kendisinin izin verdikleri olduğunu” söyleyerek, putlarına böyle bir izin vermediğini ifade ediyordu. Putperestlerin inandıkları putlara hiçbir şekilde şefaat etme konusunda izin verilmemişti. Allah ayetlerde, “dilediklerimiz şefaat edecekler” derken, bu ifadeyi Müslümanlara değil, putperestlere söylüyor… Hiçbir kimseye, varlığa da şefaat hakkı vermediğini ifade ediyor.
3. Putperestlerin putları tarafından Allah’ın hesabından kurtarılacaklarına dair inançları, Allah tarafından asla kabul edilmiyordu. Hiç kimse, bir başkasının hesabından sorumlu değildi. Hiç kimse, hesap günü Allah’ın yardımı olmadan hesap gününden kurtulamayacaktı.
4. Ayetlerde, ne resulün, ne resullerin, ne de Müslümanların içinden bazılarının Allah katında Müslümanlara şefaat edeceğine dair hiçbir ifade geçmiyor. Bazı Müslümanlar yorumlarıyla, ayetlerde “izin verdiklerimiz şefaat edecek” ifadesi geçince, bu sözden hareketle hemen resulün, bazı değerli Müslümanların şefaat edeceklerine dair çıkarımlar yapmasının ayetle bir ilgisi yok.
5. Müslümanların Mekke bölümü incelendiğinde, Müslümanların düşüncelerinde, davranışlarında şefaat beklentisinin olmadığını, aksine, putperestler bize şefaat edilecek dediklerinde, “Allah’tan başka şefaatçinin olmadığını” ayetleri okuyarak cevap veriyorlardı. Müslümanların kendileri bizzat “Allah’tan başka şefaatçi olmadığına” inanırken, ne resulün, ne de kendi içlerinden bazılarının şefaat yetkisi olduğuna inanmıyorlardı.
6. Allah kesin bir şekilde hesap günü kendisinden başka şefaatçi olmadığını, hiç kimseye şefaat vermediğini ayetlerinde belirtiyor. Gönderdiği resullerini de, emirlerini yerine getirmediğinde hesaba çekeceğini ayetlerinde ifade ediyordu. Böyle olmasına rağmen, kendileri hesaba çekilecek kişilerin başkalarına kefil olmasının mantıksızlığını ayetler belirtirken insanların illaki bir şefaatçiye inanmaları anlamlıydı. Bazı insanlar şefaat düşüncesiyle insanlar üzerinde egemen olurken, insanların üzerinden çıkar sağlarlarken, bazı insanlarda dünyadaki sorumluluklarını başkalarına yıkarak, sorumluluklarını yükledikleri insanlara şefaat yetkisi veriyorlardı. Aslında işin özünde, insanların sorumluluk yüklenip yüklenmemesi var. Sorumluluk yüklenmeyen, görevlerini yapmayan insanlar, hesapla korkutulduklarında, hemen kendilerine bir şefaatçi buluyorlardı. Allah’a bağlanacaklarına şefaatçilere bağlanıyorlardı. Halbuki Allah kendisine bağlanmayı, hiçbir kula, insana bağlanmamayı, sadece kendisinin insanlara yardım edebileceğini, af yetkisinin kendisinde olduğunu ayetlerinde sürekli tekrarlıyordu. Ancak insanlar bu ayetleri bir türlü duymak istemiyorlardı. İnsanların çoğu zaaf içinde dünyevileşiyor. Allah ayetlerini duymazdan, görmezden geliyor. Ayetlere uygun dünya yaşamını kurmuyor. Bütün bu yaptıklarına karşılık hesap günü cezalandırılacakları söylendiğinde kendilerine hemen bir Allah katında kayırıcı buluyordu. Kayırıcı, “yani şefaatçi”… Her şeyden önce, şefaatçi kelimesinin, bağışlatıcı, kayırıcı anlamları düşünüldüğünde, Allah’ın dininde “bağışlatıcı, kayırıcı” kavramlarının kullanılması çok tehlikeliydi. Putlar diyorlardı ki, Allah bizi cezalandırmaya kalkarsa, bizi Allah’ın yanında kayıracak putlarımız var. Allah bizi cezalandırmaya kalkarsa, bizi Allah’a bağışlatacaklar var. Bu nasıl bir mantıktı? Allah asla böyle bir mantığı kabul etmiyor. Hiç kimsenin kendisi üzerinde bir otorite olmadığını, hiç kimsenin, hiçbir varlığın kendisine ricada bulunamayacağını belirtiyordu. Allah bu tür düşünceleri kendi otoritesine bir saldırı olarak görüyordu. Allah hesap görüp cezalandıracak, ama bazıları araya girerek Allah’a engel olacak. Cezalandırmak istediği insanı kurtaracak. Allah böyle bir şeyin asla olmayacağını defalarca ayetinde belirtiyordu.
7. Şefaat, kayırıcı, bağışlayıcı anlamlarıyla düşünüldüğünde, Allah sadece kendisinin bağışlayabileceğini, eğer insanların yanında olarak onları kötülüklere karşı koruyacak bir güç varsa kendisinin olduğunu söylüyordu. Dolayısıyla şefaat yetkisi, aynı ilahlık, yaratıcılık, hesap görücülük, bağışlayıcılık, cezalandırıcılık yetkileri gibi, Allah’ın sıfatlarından biriydi. “Allah şefaat yetkisi bana aittir” “Rabbinizden başka şefaatçi yoktur” derken, aynen “rabbinizden başka ilah yoktur” anlamında kullanıyordu. Dolayısıyla “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesiyle “Allah’tan başka yaratıcı yoktur” ifadesiyle “Allah’tan başka şefaatçi yoktur” ifadeleri aynı anlamı taşıyordu. Kim Allah’tan başka şefaatçi olduğunu iddia ederse, tevhide zarar vermiş, hidayetin dışına çıkmış demektir.
Allah’ın ancak izin verdiklerim şefaat ederler ifadesi, izin vereceğine dair bir delil olma yerine, putperestlerin iddiasına karşılık bir muhakeme kurma, akli delil sunmaydı. Allah ayetlerinde diyordu ki, “eğer iddia ettiğiniz gibi gerçekten şefaat edecekler varsa, ancak onlar benim izin verdiklerim olur” Haydi sizin iddia ettiklerinize dair benim izin verdiğime dair bir delil getirin. Rabbiniz bu konuda hiç kimseye izin vermemiştir. Siz bu konuda delil de getiremezsiniz.
Bugün Müslümanlar, aynı putperestler gibi, Allah’tan başka şefaatçiler iddia ediyorlar. Hâlbuki hiçbir ayet Müslümanlarla ilgili değil. Üstelik ayetlerin hiçbirinde resulün şefaat yetkisi olduğuna dair ifade geçmiyor. Hele bazı âlimlerin, üstatların, şeyhlerin şefaat yetkisi olduğu konusu ise tamamıyla saçmalık olarak görünüyor. Allah’ın ayetlerinde geçmeyen konuların, rivayetleri tartışılır hadislere dayandırılması ise daha korkun bir durum. Çünkü Allah kendisinin emretmediği, söylemediği bir şeyi söylerse “perçeminden yakalayıp çetin bir azaba uğratacağını” ayetiyle belirtirken, insanlar hem Allah’a hem resule karşı yalan uyduruyorlar… Allah ve resulünün yolundan gittiğini iddia eden insanların, yalan iftiraları Allah’a ulaşmaz. Ancak Allah onların bu yaptıklarını da asla yanlarında bırakmaz.
8. Allah insanla kendisi arasında resul dâhil hiçbir varlığı aracı kılmamıştır. Zira Allah insana “şah damarından yakındır” İnsanlarla Allah arasında hiçbir varlığı tanımama tevhittir. Eğer insanla Allah arasında, resulün, bazı insanların olduğunu iddia edilirse, insan küfre sapar, hidayetten çıkar. Allah din göndermesindeki amaç budur. İnsanlara kendisinin yakın olduğu, aralarında hiçbir varlığın olmadığı, direkt insanların Allah’a bağlanmaları gerektiği dinin ana konusudur. Putperestlerin, Yahudilerin, Hıristiyanların iddia ettikleri ise, Allah ile kendileri arasında kutsal bildikleri varlıklar vardı. İnsanlar ancak Allah’a kutsal bildikleri, tanıdıkları varlıklarla ulaşabilirlerdi. Allah bu inancı yıkmak, yerine insanın kendisine ulaşmasında hiçbir zorluk olmadığını bildirmek için ayetlerini gönderiyordu. Ancak insan nedense böyle yalın bir inancı kabul etmeye yanaşmıyor. Bazı insanlar, insanların Allah’a yalın yaklaşımlarını kabul etmiyor. İnsanları illaki kutsal ilan ettikleri varlıklara bağlamayı öne çıkarıyorlardı.
Kısaca; Allah’ın ayetlerinde resulüne şefaat yetkisi verdiğine dair bir ifade yoktur. Aksine Allah’ın ayetleri hiç kimseye şefaat yetkisi vermediğini bildirmektedir. Allah’ın bazı ayetlerinde “dilediğimize şefaat yetkisi veririz” “İzin verdiklerimizin hesap günü konuşma hakları vardır” ifadelerine dayanarak insanların, resulde veya filanca kişilerde bu yetkiler var demesinin bir anlamı yoktur. Zira Allah’ın hiçbir ayetinde, açık seçik olarak kişiler üzerinden şefaat konusunda yetki dağıtımı yoktur. İnsanların kendilerine göre yetki dağıtması, putperestlerin delilsiz iddia etmeleri gibidir.
Mekke’deki putperestlerin inançlarını analiz edersek, Putperestliğin temeli, insanlar Allah’a veya Tanrı’ya inanmaktadırlar. İnandıkları Allah veya Tanrı erişilemez, her şeyin yaratıcısı bir güçtür. Ona erişemeyeceklerine inanırlar. Onun da kendisi gibi aciz, zavallı varlıklarla ilgilenmeyeceğini kabul ederler. Ancak Onunla ilişki kurma istekleri yoğundur. Kendileriyle en büyük varlık kabul ettikleri Allah veya Tanrı arasında ilişkilerini kuracak kutsallar yaratırlar. Yarattıkları kutsallar;
Gözleriyle gördükleri ama ulaşamadıkları, güneş, ay ve yıldızlar gibi,
Toplumda hayranlık duydukları güçlü, kuvvetli yöneticiler, Firavun, Nemrut, Sezarlar gibi,
Kendilerini, zulümden, inançsızlıktan, bilgisizlikten kurtardığını kabul edip, insanlık erdemleriyle en yüksekte olduğunu kabul ettikleri toplumsal kahramanlar. Savaş kahramanları, tarihsel kurtarıcılar, evliyalar, erenler gibi,
İnsanlar yarattıkları bu kutsallar vasıtasıyla Allah’a veya Tanrı’ya yaklaşabileceklerine,
Her türlü acizliklerini, zaaflarını, yanlış / kötü yolda gidişlerini dikkate alarak, inandıkları büyük gücün (tanrının, Allah’ın) suçlamalarına karşılık, yarattıkları kutsalların ardına sığınabileceklerine, inanarak, kutsallarının arkasına sığınırlar. Arkasına sığındıkları kutsalları da, dokunulmaz, erişilmez, tartışılmaz ilan eder. Onlara dokunabilecek her türlü düşünceyi, davranışı yasaklamak için, kurallar, yasalar geliştirirler.
Putperest Arapların tarih içinde ürettikleri putlar. Müslümanların ürettikleri sahabe, evliya, eren, yatır figürleri. Çağımızda üretilen tarihsel kurtarıcılar. Sol açısından Lenin, Stalin, Mao. Avrupa Fransız kültür devrimine neden olan fikir adamları, filozoflar. Ülkelerin banisi (kurtarıcısı, kurucusu) olarak kabul siyasi liderler. Ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk… İran’da devrim yapan Humeyni… Hindistan’da Mohandas Karamçand Mahatma (ulu ruh) Gandi… İngiltere’de krallık vs. İnsanlar adına, insanların başarmayı dahi hayal edemeyecekleri konularda, azimle yürüyen, başarmanın içinde kahramanlıklar ortaya koyan ve toplumlara bir devlet hediye eden kişiler… Kutsallaştırılarak, toplumların ulaşamayacağı, dokunamayacağı varlıklar olarak ilan edilir. Ulaşmak, bulaşmak, dokunmak isteyenleri engellemek için yasaklar konur. Aynı ideolojilere, dine inanan aciz insanlar ürettikleri kutsalların ardına sığınarak toplumlara egemenlik sağlar.
Konuyu özetlersek, putperestliğin temelinde, insanların Tanrı’dan veya Allah’tan başka, kendilerinin ürettiği kutsallar (tanrılar – ilahlar) vardır. Üretilen kutsallar insanların görebildikleridir. Onlar görebildikleri ilahlarla göremedikleri varlığa ulaşabileceklerine inanırlar. Bu felsefenin tutunabilmesi için kutsallarını korurlar, dayatırlar, arkasına sığınırlar. Böylece acizliklerini, zavallılıklarını kurtarmış olurlar.
Allah’ın ayetleri gelip onları suçlayınca, ürettikleri kutsalların Allah katında şefaatçi olduğuna inanırlar. Allah hesap günü onları suçlu bulup cezalandırmasına karşılık, kendilerinin cezalanmayacaklarına, çünkü ürettikleri kutsalların araya girerek Allah’a bağışlatacaklarına inanırlar. Dolayısıyla şefaat düşüncesi, Allah’ın şefaatçi sıfatına ortak olmanın yanında, Allah’ın iradesine engel olma, iradesi üzerinde hükümran olma durumu doğurur. Bu açıdan şefaat düşüncesi Allah’ın sıfatlarına ortak olmadan daha kötü bir suçtur. Zira Allah’ın emrine, hesabına, yetkilerine hükümran olma vardır. Bu nasıl olmaktadır? Allah bir kulunu suçlu bulup cezalandıracaktır. Güya şefaatçi araya girerek, kibarca, “Ya Rabbi bu insan suçlu ama benim hatırıma bunu affet, cehenneme gönderme, cennete koy” diyecekler, Allah’ta onları kıramayarak suçluyu af edecek, cennete koyacaktır. Sanki Allah kullarına acımamış, insanların ürettikleri kutsallar insanlara acımıştır. Allah acımadığı insanları cehenneme gönderirken, insanlar ürettikleri kutsallar aracılığıyla acımasız Allah’ın cezasından kurtulmuşlardır. Şefaatle ilgili düşüncelerin, yorumların sonucu buraya varır. Acımasız, insanları cezalandıracak bir Allah var… İnsanlara acıyan kullar var. İnsanlara acıyan kullar olmasaydı insanların vay haline… Allah onlarla cehennemi dolduracaktı. Müslüman’ın böyle bir inanca sahip olması mümkün değildir. Zira böyle bir inanç putperestlikten başka bir şey değildir.
Mekke’de gönderilen ayetlerin özünden çıkan anlam, şefaat inancı putperestlik inancıdır. Mekke döneminde yaşayan Müslümanların inancında putperestlik inancı olan şefaat inancı yoktur. Şefaat inancı Müslümanların kültürüne, inancına, sonradan sokularak Müslümanlar tevhit inancından putperestliğe dönüştürülmüştür.
devam edecek....
YORUMLAR
Sayenizde sabaha AllahCelle yi anarak ve Mukaddes Kitabımızdan ayetlerle başladık.Yazmak çok büyük sorumluluk değerli hocam.
Ebedi kayıt altına alındığı için insanı gittiği yerde de kazandırıp kaybettirecek hususiyette bir eylem yazmak.
Allah iki cihanda aziz etsin sizi.
Selam saygı ve muhabbetle.