Peygamber Hüznü Taif
m_meyra
Odanın penceresinden dışarı bakıyorum, sıkıcı, boğucu ve yorucu olan hava, yağdı yağmak üzere… Derken birden havada tüy misali uçuşan kumlar… Ve ben onların oluşturduğu harmoniyi izliyorum. Kış gelince buralarda genellikle kum fırtınaları olur. Çölde uçuşan, hâkim rengi sarı olan, küçük taneler rüzgârın da etkisiyle tüm şehri kaplar. Camlar, kapılar kapalı, her yer kapalı ama nefes alıp verirken kum fırtınası kendini fazlasıyla hissettiriyor.
Gökyüzünde raks eden kumları izlemek ayrı bir haz veriyor; ayrı bir manzara yaratıyor. Daha önce görülmemiş, gözlere yabancı bir doğa olayı karşısında hissediyor insan kendisini.
Bu gün taife gideceğiz, uçuşan, kaçışan, duran, düşen, çarpışan kum tanelerinin arasında iki üç saati bulacak yolculuğumuz. Cidde’den Taif’e denizden dağa doğru bir hareket, düz ovadan sarp kayalara tırmanış.
Yola çıkıyoruz, kızım Vera’nın öğretmeni Murat hoca önde, biz arkada, bu gezimizde mihmandarımız da zaten kendisi. O nereye, biz oraya…
Mekke çıkışına kadar her şey bildik. Yollar, tabelalar, yol ayrımları, kontrol noktaları (Check Points) yabancımız değil, daha önceden tanıyoruz. Her hafta sonu Mekke’ye gidiyoruz çünkü.
Mekke’den yavaş yavaş çıkıyoruz. Yerler, mekânlar, hava, hayat her şey değişmeye başlıyor. Bu arada heyecan da basıyor. Bir dağa doğru arabamızla tırmanmaya başlıyoruz. Kimi zaman çalılıklar, kimi zaman hafif yeşillikler(kış ayında olmasaydık normal şartlarda buralarda yeşillik pek görülmezdi), bazen yarık kayalar, bazen ihtişamlı tepecikler… Zaman zaman ürküyorsun etrafa bakarken. Sonra düşünüyor insan; araba ile çıkarken bile sizi yoran bu yerleri peygamber nasıl geçti, nasıl vardı Taif’e ve neler yaşadı? Gözler yaşla dolsa da yutkunmak bile öyle dokunaklı ki.
Bir tepeye geliyoruz. Nihayet çıktık derken tüm etrafı maymunlar sarıyor. Açık olan camdan insanın elindeki elmayı kapıveriyor. Ardından baka kalmak düşüyor bizlere. Önünüzde arkanızda insan kalabalığı ve onları selamlayan haşin kayalar.
Tepeden aşağıya bakarken anlaşılıyor ne kadar yükseğe çıktığınız. Mekke’yi izlerken, içiniz coşkuyla doluyor. İyi ki varsın Mekke deyip huzura kulaç açmak kalıyor size. Harika bir manzara; tıpkı kartpostal veya natürmort bir tablo misali…
Ruh ve beyin birbirine karışıyor. Duygu karmaşası yaşanıyor sanki. Muallâktaymış gibi asılı kalıyorsunuz. Ne yapacağınızı bilmeden hüzün ve mutluluk arasında izliyorsunuz önünüze serilen cenneti. Şükredip halinize Peygamber duasını hatırlayınız.
Biniyoruz arabamıza. Murat hoca önde biz arkada, dağa çıkmaya devam ediyoruz. Arada kahvaltı yapmak için bir benzinlikte duruyoruz.(Arabistan da benzinlik kenarında durup piknik yapmak gayet normal karşılanıyor.) Kahvaltıdan sonra yola düşüp yine dağa tırmanıyoruz. Soğuk iliklerinize kadar işliyor, donduruyor bizleri. Zira Arabistan’da yaşayanların özlemi üşümek. Cidde de kışın soğuk oluyor ama bu kadar etkili değil. Kış soğuğuna benziyor buradaki. Taif yeşillik, ferah, mesire yeri sanki. Taif bir nevi tatil yeri sayılır bu memleketliler için. İnsanlar üşüyor, mont, kaban gibi şeyler giyip soba yakıyorlar. Dönem dönem kar bile yağıyormuş.
Taif’te bize mihmandarlık yapacak olan Mücahit hocayla buluşma noktamıza gidene kadar, etrafta dikkatimizi temiz sokalar, ağaçlarla, çiçeklerle donatılmış orta refüjler, peyzaj mimarisinin etkin bir biçimde uygulandığı parklar çekiyor. Burası Cidde’den farklı, çok farklı bir şehir. Nem yok, sıcak yok, insanlar dışarıda yürüyor. Cidde’de her yere arabayla gitmek zorundasınız sıcaktan ötürü.
İkinci mihmandarımız Mücahit hocayla buluşuyoruz. Şimdi Mücahit hoca önde, arkasında Murat hoca ve biz takipteyiz. Gidiyoruz. Peygamberimizin sütannesinin köyüne, Mücahit hoca anlatıyor: “Mekke’nin havasından dolayı yeni doğan çocuklar sağlıklı büyüyemiyor ve hastalanıyorlardı. Bu sebepten ötürü aileler çocukları sağlıklı büyüsün ve düzgün Arapça konuşsun diye bu bölgeden sütanneler tutar ve çocuk iki yaşına gelene kadar sütanne yanında bırakırlardı.”
Hz peygamber doğduğu sene Beni Sad kabilesinden olan Halime de Mekke’ye gelerek çocuk almak ister. Zira Beni Sad kabilesinin yaşadığı yerde kıtlık vardır. İnsanlar sıkıntı içindedirler. Halime’nin merkebi hastadır bundan dolayı Mekke’ye geç gelir. O kente gelene kadar herkes zengin ailelerin çocuklarını alır. Kendisi de boş dönmemek için yetim olan Muhammedi alır. Muhammed ile birlikte bölgede başlayan bolluk bereket iki yıl sürer. İki yılın sonunda Muhammed Mekke’ye dönmek zorundadır. Evlerine gelen ferahlıktan ayrılmak istemeyen Halime Mekke’ye giderek süreyi iki yıl daha uzatır. Böylece Muhammed dört yılını burada geçirir.
Peygamberimizin çocukluğunun geçtiği köyde onun izlerini ararken, koşup oynayan, yerdeki taşları atan, boş dağlara bakan, zaman zaman patika yolda yürüyemeyen ve düşen, sıcaktan bunalan iki buçuk yaşındaki oğlum Metin, gün gibi gösterdi peygamberi ve oradaki yaşamını. Çünkü Peygamber de bir çocuktu; çocuk ruhuyla yaşadı buralarda oğlum Metin gibi. O’nu görmüş ve O’nun çağında yaşamış hissettim kendimi. Sevdiğim sanki Metin değil küçük Muhammed idi.
Taif’in bağları bahçeleri çok güzel, her türlü sebze ve meyve yetişiyor. Bu bölgede en çok yağış alan yerlerden birisindeyiz. (Zemzem suyunun kaynağının burası olduğu da söyleniyor.) Keskin kokusuyla etrafta reyhanlar, naneler, tadı güzel domatesler… Kendinizi farklı bir yerde hissettiriyor size. Çölde yaşadığınızı unutturuyor.
Peygamberimizin Taif’te taşlandıktan sonra dinlendiği rivayet edilen bahçedeyiz. Yaşanılan olayı hatırlayınca insan hüzünleniyor. Acınız tazeymiş gibi içiniz yanıyor. Zeyd’in acısını, sızısını bir de siz yaşıyorsunuz. Peygamberimizin burada yaşadıklarını hatırlıyorsunuz.
Hz Peygamber İslam’ı anlatmak için Taif’e gitmeye karar verir. Bunu duyan Mekkeli müşrikler Peygamber Taif’e gitmeden, oraya varır ve O’nun geleceğini haber veririler. Ve Peygamberimizin adına kötü bir propaganda yayarlar. Taif’e gelen Hz Muhammed ve Zeyd bin Haris’in niyeti tebliğdir.
Taif halkı İslam’ı kabul etmedikleri gibi Peygamberi taşa tutarlar.
Taifliler, Peygamberi ve Zeyd’i şehrin çıkışına kadar taşlarlar. Son derece üzgün ve yaralı olan Peygamberimiz, yol üzerinde bulunan bir bağa sığınmak zorunda kalır. Bu bağ Mekkeli müşriklerden Utbe ve Şeybe b. Rebîa’ya aittir. Onlar, Peygamberin halini görünce, köleleri Addâs’ı bir tabak üzümle Allah Resûlü’ne gönderirler.
Hz. Peygamber kendisine gelen köleyle sohbet eder. Hıristiyan asıllı köle, aniden Peygamberin başını, ellerini, ayaklarını öpmeye başlar. Taif iman etmemiştir ama Addâs Müslüman olmuştur.
Allah Resûlü, yaralı bir haldeyken dahi davetten vazgeçmiyor, yılgınlık göstermiyordu. Addâs’ın imanı ve mutluluğu için taşlanmaya değerdi. Zira Addâs’ın hidayete ermesi yerle gök arasındaki her şeyden daha güzeldi. Onca işkenceye rağmen Hz. Peygamber, merhameti, şefkati, sabrı ve geniş gönüllülüğünü gösterir. Beddua etmez, helak olmalarını istemez. Ve onlara şöyle dua eder:
“Ya Rabbi! Kimsesizliğimi, çaresizliğimi, insanların gözündeki değersiz halimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan yabancılara mı? Yoksa bana galip gelme gücünü verdiğin bir düşmana mı? Eğer sen bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Fakat Sen’den gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Senin üzerime gazab indirmenden yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Her şey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet Sende, Senin Elindedir!”
Bütün olup bitenleri Peygamberin yaşadıklarını öğrenince, bir başka bakıyor insan mekâna, bir anda gözünde kararıp manasını yitiriyor her şey. Düşünüyorsunuz; Zeyd gibi ben de siper olabilseydim diye.
Sana duana hayranım
Sadakatine doğruluğuna
Adaletine keremine hayranım
Duruşuna imanına
Sevmene şefkatine hayranım
Beni sen yapan sen
Beni sana adayan
Yine sen
Heyecanla başlayan bu gezi birçok heyecanı da birbirine katarak son buluyor. Taif’in o güzel parklarının birinde, akşamın ayazında fark ediyoruz ki üşümeyi özlemişiz. Mücahit hocanın eşi Fatma hanımın yaptığı güzel yemekleri yiyerek son buluyor gezimiz. Gecenin karanlığında dağdan inerken ine cine görünmeden ay ışığını kendimize rehber ediniyoruz.
Taif’ten Mekke’ye kadar süratle kayan arabaların balata kokusu eşliğinde yorgun, bitkin, bir o kadarda mutluyuz. Yine Murat hoca önde biz arkada bu gezimizi bitirip, ulaşıyoruz Cidde’ye.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.