yanlış ve yalnız numara
Akşam saatlerinde ağaca sırtını dayamış sigara içiyordu. Telefonu çalınca açtı. Hoş bir kadın sesiydi. Çok nadir arardı onu kadınlar. Genellikle geciken faturaları, ya da unuttukları eşyaları için…
“Gökhan?” dedi kadın.
Gökhan gibi davranırsam bir düzüş kapabilirim diye düşündü. Fakat keyifsiz ve yorgundu. Oyun oynama havasında değildi.
“Yanlış ve yalnız numara.” Dedi.
“Pardon.” Diyerek kapattı kadın.
Kadının tekrar arıyacağı gibi yersiz bir düşünceye kapıldığı sırada ustabaşı seslendi. Tırtıllı makineler bölümünde çalışıyordu Veysel. Paletli araçlar, ağır ve güçlü makinalar… Hiç kolay değildi, birkaç ton çekiyordu herbiri ve bir arıza anında yoruyorlardı insanı. Bir tanesinin motoru arıza yapmış, arazinin ortasında kalmıştı. Bir ekibin gitmesi gerekiyordu. Ustabaşı boğa boyunlu elli yaşlarında uzun zaman önce öldüğünden haberi olmayan biriydi. Veysel’e baktı.
“Motoru çıkarmamız gerekebilir. Dubaları getirin.”
Her biri otuz kilo çeken lanet dubalar. Motoru söküp onların üzerine koyuyorlardı. Üç işçi ağır dubaları sırtlanıp kamyona taşıdılar.
Ustabaşı sandığı da almalarını söyledi. İçinde her şey olan dünyadaki alet çantalarının atasıydı o sandık. En az elli kilo çekiyordu. Bir kişi kamyonun üzerine çıktı. Yerde kalan ikisi sandığı kaldırıp kamyondaki işçiye uzatacaktı. Veysel, kamyona çıkan adamı zayıf bularak ustabaşına baktı: “Bak, bu adam tek başına sandığın yükünü çekemez. Bacakları güçlü biri lazım bize.”
Ustabaşı ince bacaklı adama baktı. Bir kez burnunu çektikten sonra: “Hiçbir şey olmaz. Kaldırın sandığı.” Dedi.
“Bir kaza yaşanabilir. Hani önce güvenlikti?”
“Burada neyin önce olduğuna ben karar veririm.” Dedi ustabaşı.
İki kişi sandığı yerden kaldırınca sandığın içinden demir sesleri duyuldu. Çok yavaş bir şekilde yerden havalandı sandık. Kamyondaki genç çocuk sandığı alttan kavramıştı. Yanlış yerden tutuyordu gerizekalı. “Dostum yanlış yerden tutuyorsun, çekebilecek misin?” diye sordu Veysel, kamyondaki çocuğa.
“Tutarım.” Dedi genç çocuk. Tutamadı tabi. Elinden sandığı kaçırdı. Sandık hızla yerçekiminin kucağına kaydı. Veysel, kamyon kasasıyla sandığın arasında kalan serçe parmağını çevik bir hareketle kurtarmıştı. Kopabilirdi o parmak.
“Sikiyim! Bu iş böyle yapılmaz! Birbirimizi öldürmemiz an meselesi!”
Kanlı parmağını ustabaşına salladı: “Siktiğim sandığı kendin taşı.”
Hızla uzaklaştı yanlarından. Arkasından ustabaşı sesleniyordu.
“Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun dimi?”
“Biliyorum, ama sen bilmiyorsun. İSTİFA!” dedi Veysel.
Yarım saat sonra sızlayan parmağa rağmen çok daha iyi hissediyordu kendini. Şehir merkezinde yürüyordu. Bir iş daha kaybetmişti. Ne fark eder? Parmağı kurtarmıştı. Kuru kan iziyle morarmış parmağa baktı. Ardından ağzına soktu serçe parmağını. Kumlu kan tadı geldi ağzına, ve tükürdü.
Eve geldiğinde postayı kontrol etti. Yazdığı öykülerden haber yoktu. Birkaç yayınevine göndermişti ancak havagazı. Üst katta oturan kadının sesini duydu. Duvarların içinde ağlıyordu kadın. Onu bu kadar üzen şeyin ne olduğunu merak ediyordu. Ne olacak? Bir erkekti muhtemelen. Bir sigara yaktı ve kaşındı…
Bir hafta sonra yeni iş bulmuştu. İş çok basitti. Uçak, tren, otobüs bileti satan ofiste çalışıyordu. Veysel, uçak biletlerinden sorumluydu. Sabah dokuzda iş başı yapıyor, akşam sekizde çıkıyordu. Öğle tatili yok. Öğle yemeği ya da yol parası vermiyordu işyeri. Her sabah dolmuş parasını cepten ödüyordu. Öğle yemeğini yine cepten veriyordu. Bir terslik olduğu belliydi.
Akşam iş çıkışında kendini haksızlığa uğramış, kandırılmış hissederek yürüyordu eve. Ancak bir iş sahibi olduğu düşüncesi güçlü bir şekilde Veysel’i ayakta tutuyor, adeta kamçılıyordu.
Sadece oturup uçak bileti kesmiyordu. Yerleri paspaslıyordu. Sorumlu olduğu kişi kahve fincanını havaya kaldırıp, fincanın altını salladığında, ona kahve getiriyordu. Boş bardakları topluyor, ofisin camlarını ve şirket adının yazılı olduğu dev tabelayı sabunlu bezle siliyordu. Çarşıda yürürken gördüğünüz dükkanların üzerindeki ışıklı, büyük tabelalardan biriydi. Onları kim siliyor sanıyorsunuz? Bir enayi buluyorlardı. Bunları saymazsanız Veysel’in yeni işi kolaydı.
Akşam iş çıkışlarında ayak parmakları uyuşmuş halde, titreme nöbetiyle yürüyordu. İşten çıktığı an titreme nöbeti başlıyordu. Bünyesi henüz düzenli işi kabullenmemişti. Eve gelince üzerini değiştirmeden çam gibi devriliyordu. Bir hafta böyle geçti.
Bir hafta sonra bir yayınevinden mektup geldi. Yazdığı öyküleri kitap olarak yayınlamak istediklerini söylüyorlardı. Kısa bir özgeçmiş göndermesini istediler. Hemen gönderdi. Sonunda, başarmış mıydı?
Ertesi gün iş yerinde zaman hiç geçmedi. Saatler günlere dönüştü. Akşam iş çıkış vakti geldiğinde paltosunu sırtına geçirdi. Kapıya yöneldiği sırada patronun sesini duydu.
“Bugünden sonra biraz daha geç çıkarsın.”
“Anlamadım? Günde oniki saat çalışıyorum, öğle tatilim yok. Şimdide daha fazla mı çalışmamı istiyorsunuz?”
“Evet.”
Ofisin içindeki diğer elemanlara baktı. Hiçbiri rahatsız değildi. Başlarını önlerinden kaldıracak cesareti olmayan insanları acıyarak izledi.
“Hiçbirinizin şikayeti yok mu? Bir kelime söyleyecek cesareteniz de mi yok? Sakın halinizden şikayet etmeyin çünkü olduğunuz yeri hakediyorsunuz.”
Bir yazar oluyordu. Kitabı çıkıyordu, bu rezilliğe katlanmak zorunda değildi artık. Ardından patrona döndü.
“Sana gelince, çalıştığım haftanın ücretini istiyorum. Çünkü az önce işi bıraktım.”
“Öyle mi?” diye sordu patron.
“Öyle.”
“Deneme süresi olduğu için ödeme yapmıyoruz.”
“Anlamadım? Yani çalışmaya devam etseydim maaşıma çalıştığım süreyi eklemiycek miydiniz?”
“Deneme süresi olduğu için ödeme yapmıyoruz.”
“Çalışma bakanlığından bir mektup alınca aynı şeyi söylersin o zaman…”
Patron, Veysel’in yüzüne daha dikkatli bakmak için gözlüklerini taktı.
“Yarın uğra. Paranı alırsın.”
Son kez çıktı o kapıdan Veysel. Birkaç gün önce sildiği sahte ışıkla aydınlanmış büyük tabelaya baktı. Bir iş daha kaybetmişti. Umrunda mı? Elbet değildi, kitabı çıkıyordu yakında. Daha ne olsun? Bir yazardı artık. Bunları yazacaktı. Gerçeği, sadece gerçeği akıtacaktı kağıda. Neredeyse sevinç içinde koşarak geldi eve. Odanın ışığını açmadan postayı kotrol etti. Yayınevinden bir mesaj vardı. Sözleşme imzalamak için davetiye olmalıydı. Açtı ve okumaya başladı.
Veysel Bey, kitabınız hayırlı olsun.
Yayın kurulumuz, kitaplarınızın ilk baskı masrafları tarafınızdan karşılanması kaydıyla dosyanızın yayınlanabileceğine karar vermiştir. İlk baskı masraflarınız öykü için 2800 TL olacaktır. İlk baskıdan sonraki baskıların masrafları yayınevimiz tarafından karşılanacak ve size normal yazar telifimiz gibi yüzde 10 telif ödemesi yapılacaktır.
Bilginize.
İyi çalışmalar.
Uzun süre baktı ekrana. Sonra iş ilanlarını açıp bir sigara yaktı. Otele vale arıyorlardı. Not aldı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.