Tımarlı Şair
Mıcıra bulanmış hayaller toplamına hayat demişler.
Eskiden, çok eskiden o şarkıyı her dinlediğimde ağlıyormuşum.
Sebebini bilmediğimiz bir travma sonucu içine kapandığım o dönem yaklaşık iki yıl sürmüş. Tüm hayatım yaşayacak kadar yemek ve su, hastane bahçesindeki o tabure ve okşanmayı bekleyen taranmış saçlarımın masumiyetinden ibaret olmuş bir dönem.
O zamanlardan tek anımsadığım kapanmayan bir ağız, güler gibi donmuş ifadesiyle dolaşan ama sürekli ağlayan bir sarışın kadındı.
Babam öldüğünde anamın ağladığı gibi ağlıyordu bazen.
Bazen istediği gofreti aldıramamış bir çocuk gibi, bazen de kolu bir mayında kopan kaçakçı gibi feryat ediyordu.
Ağlayan ama her zaman gülümseyen ifadesi ile sizi hayatı sorgulamaya itiyordu. Paranın hükümdarlığında kurulan hayatların soğuk, irin kokan ilişkilerinden uzaklaşmaya çalışan her faninin çimdiklenen et gibi acıyan hayalleri ile yüzleşmesine dek sürüklüyordu bu durum her göreni.
İfadesizlik yaşamın en büyük eylemi imiş, düşünememek en onurlu duruşmuş.
Kalp ile ayakların becayişi sonucu emekleyen duyguların andıdır: Çığlık dediğin nedir içine susmaktan gayrı…
Aynı tempoda ısrarlı kötü bir darbukacının zihninde türlü oyunlar oynadığını düşünmek. Heyyaa, heyyamola diye terennüm eden memeleri açıkta siyahi annelerin tuhaf kızıla boyanmış kaşlarındaki anlamı çözmek için üç cilt roman yazmak gerektiğini düşünen bir ergen yazar heyecanı ile susmak…
Yürüyormuşum, yorulmak bilmeden yürüyor ve en sonunda gelip o tabureye oturuyormuşum.
Bana sorsanız Kadıköy sahilinde iyot kokusu eşliğinde çay içiyordum.
Hastane emekçilerinin dediğine göre ise öylece duruyormuşum. İleride çok ötede bir şey görmüş gibi şaşırarak bakıyormuşum kimine göre. Bazısına göre de görünmezlik isteği ile iyice boynumun içine gömülme umuduyla yanıp kavrulurken korkarak bakmaktaymışım.
Size yemin edebilirim kötü bir niyetim olmadığına, ya bir liseli kızın elini tutma fantezisinde titremişimdir mücrim gibi ya da soğan kokusu ile aromalı bir kuru fasulye hayali yüzünden aptallaşmışımdır.
Bir beste ile ünlü olmak isteyen o gencimdir belki ya da en uzağa işeyen delikanlıyımdır. İnatçıyımdır, savaşçıyımdır, mücadeleden yılmayan efsaneyimdir belki…
Kimliğimi tespit edemedikleri o dönemde bana Tarık ismini koymuşlar. Gelenim gidenim olmadığından mahallenin iyi kalpli insanlarından yardım istemişler. Onlardan biri sanki eniştemmiş gibi beni düzenli ziyaret etmiş, türlü hikâyeler ve isimler uydurup beni hayata döndürmeye çalışmış. Bazı günler dedemin asker anılarını, bazen Mısır’dan göçen anne tarafımın hikâyesini birbirinden daha ilginç mimiklerle dinlemişim.
İnanmışım, beni bu adadan almaya gelecek Venedik gondolunu beklemeye başlamışım. Fötr şapkalı kürekçisini bazen Glenn Ford bazen de Timur Selçuk sanıyormuşum. Her seferinde bir sebeple kıyıya yanaşamıyor ve beni kurtaramıyormuş.
Gel zaman git zaman bir göktaşı düşmüş hastanenin bahçesine…
Yeşil gözlerin zindan
Bakma öyle zalim
Öldüreceksin…
Şizofren bir garip gönlüme düşeli beri şiir yazar olmuşum. Yazdıkça güne değmiş, eridikçe şekillenmiş, düne galip gelmişim. Yazdıkça yazmışım yeşil gözler üstüne, acının bin türlüsü üstüne yazdıkça yazmış, zaman üstü olmuşum. Yazdıkça kendime dönmüşüm ama yepyeni bir adama…
İçimdesin dedim inanmadılar
Gözlerim ne zaman bu denli ışıldamış ki…
Şimdilerde ilaç tedavisiyle ayakta kalabiliyorsam bu aşka borçluyum her şeyi. Her gün yeşil gözlümü ziyaret edebilmek için yakınlarda bir ev tuttum. Ekmeğimi de şiir yazarak çıkarıyorum. Hani şu meydanda gördüğünüz gocuklu adam benim, portakal sandığı bozması sehpamla huzurlarınızdayım. O an etrafımda olan herhangi bir kâğıt parçasına, gazete boşluğuna, kaplama kâğıdına yazdığım şiirlerle geçiniyorum.
Bir kopyası bende bile olmayan şiirlerle…
16.03.13
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.