- 676 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Bilgelik
Bilgelik
“Arife tarif gerekmez”
Bilgelik çok şey bilmek değildir, bildiklerinden emin olma veya bilmediklerinin farkında olma halidir!
Bu anlamda bilge kişi, çok fazla bilgi sahibi olmak durumunda değildir! Bildiklerinden emin olduğu için az bilgi ile çok yol alır! Zaten bilgi evrende mevcut, “Adem’e eşyanın hakikatinin öğretilmesi” sırrınca her insanda bu bilgileri çağırabilecek potansiyel mevcuttur! Arifler kendir, potansiyellerini açığa çıkarır ve kendinden emin bir şekilde yol alır, avam ise ezber öğretileri esas alır ve kendi potansiyelini açığa çıkaramadığı gibi ezberin sınırında takip yapmaya çalışır! Bu nedenle arifler, bilge kişiler sıra dışı işleri başarabilir. Yol açabilir, ezber öğretilere bağlı kalmazlar!
“İlim kendin bilmektir” Yunus’un bu sözü insanı özüne davet eder. İnsan önce kendi potansiyelinin farkında olmalı ve bizzat kendi bilmeli, ezber ettiği şüpheli bilgilerle başkalarını takip etmemeli! Kimse insani potansiyel olarak başkasından daha ilerde değildir! Potansiyelinin farkında olanlar açığa çıkarır ve öne geçer! Takipçi olmayı seçenler ise ya kendine güvenmez ya da kolaycılık yapar veya riyakarlık yapar…
Emanet mal kullananla, kendi malını kullananın durumu aynı değildir! Eski su değirmenleri hidroelektrik santrallerine benzer, “Taşıma su ile değirmen dönmez!” daimi bir kaynak gerek! Baraj inşaatı kararı verilmeden önce on yıllarca suyun akışı ölçülür. Potansiyele göre hareket edilir!
Sokrates’e atfedilen bir söz var; “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir!”. Ben bu sözü şöyle anlıyorum; “Neleri bildiğimin veya neleri bilmediğimin farkındayım!” Çünkü hiçbir şey bilmediğini bilmek olmaz! Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şey bilmediğini dahi bilemez! Yani söz günümüze taşınırken söylendiği zamandaki kastı önemli! Salt kelime çevirisine takılmamak gerek. Bu örneği vermemin nedeni buna benzer binlerce durum olabilir! Eski zaman ve zemin şartlarında insanların birbirleriyle anlaşma şekilleri ve kabulleri de dikkate alınmalı. İngilizce “Perdeyi aç” dendiğinde perde devreye sokulur, dışarısı görünmez şekle getirilir. Yani perde kapatılır! Türkçe “Perdeyi aç” tam tersidir, perde açmak dışarısının görünmesi manasına gelir! Çevirilerde buna dikkat edilir! Çok eski kaynaklarda ise akıl yürütülür!
Bilgelik, ariflik “Kitap yüklü merkep” gibi çok bilgi yüklenmek değildir! Bilgiyi hazmetmektir! Bilgiyi işlemektir. Perde örneğindeki gibi tam zıddını gösteren nakli bilgileri irdeleyip doğru sonuca varmaktır! Eski bilgileri yarım yamalak çevirip manaları kısarak hatta zıddına mana çıkararak binlerce eser yazılmış! Hala da bu hatalara devam ediliyor! Kuranda sık sık akla vurgu yapılmasına rağmen bazıları hala nakilde ısrar eder! Nakli de aklıyla doğru anlasa sorun çıkmaz ama onu da yapamama durumu var!
Son tahlilde; aklını kullanan ve kendi öz potansiyelinin farkında olanların kendine ve evrene faydalı olması mümkün! Eski nakli bilgileri yarım yamalak ve manalarını bilmeden ezber edip tekrarlayıp duranların ise ilerlemeleri mümkün olmaz! Evrene de topluma da faydası olmaz, zararı ise pek çoktur!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Gerçeksiz Yalan Olmaz!
“Kara bir gecenin içinden geçiyorum
sırt çantam ki bir kara araba
bagajında insanlar
elimde ki ekmek belki bir açma” Filiz Şahin
İnsanın aslına yolculuğu kara bir geceye benzer! Sırt çantasında topladıkları hayat yükü aynı zamanda bir sonraki duraktaki erzakı! Bir sonraki aşama bu çantaya topladıkları ile kurulacak! İnsan, esmayı yansıtırken “Zat”ını topluyor. Bu ruh yazılımının beden donanımında işlemesiyle oluşan tüm yaşamsal veriler! İsrafil’in sur üflemesiyle toplanacak olan insanın “Zat” kişisel dosyası, evrene nur şeklinde yayılmış olan. Bu veriler; güzel ise Cennet, çirkin ise Cehennem şeklinde açılır. Evrende tüm işleyişte hayır vardır!
Işık kütle ve çekime tabi olduğundan maddi olarak görünür ve algılanabilir! Nur ise hem görünmez hem de maddi araçlarla algılanamaz! Nuru bilim adamları ölçemedi, bu “Tanrı parçacığı” gibi ya da “Nötrino” gibi bir şey ama aynısı değil!
Şi-Ra
Sarılıp "Cem" olan, "Bir" görünür.
"Birlik" sarmalda...
"A" ile "B" yi birleştiren "C" ; ABC’si böyle.
Kırmızı, beyaz...
“Karanlığı delen” bu Sirius yıldızının adı. Sirius A ve Sirius B var ve görünmeyen ama olduğu bilinen, olması gereken; A ve B yi koordine eden Sirius C var! Sirius A ve B, DNA sarmalına benzer yörüngede sarılarak hareket eder! Sirius C, görünmediğinden kara delik olarak düşünülür. Sirius, Dünya’dan tek yıldız olarak görülür. Parlak karanlığı delen bir ışık. Kendi kara deliğine kaptırmıyor ışığı. Bu nedenle Sirius’un özel bir yeri var! Kara delik, ışığı yutar çünkü ışıkta kütle var. Nur ise kara deliği de deler geçer. Nur, henüz ölçülmedi bilinir ama ölçülemez. Ölçü araçlarının tamamı kütle ölçer, bu yüzden ölçülmez!
Tüm insanlar yolcu. Yol ebede uzanan insanın seyri. İnsanlar hayat nimetiyle, ekmeğiyle seyrediyor, ilerliyor! Sevgi ise anahtar! Tüm kapıların açılmasını sağlayan…Rızk ise ilim.
Yalan, “Doğru” anlaşılmıyor! Asılsız olan ve iftira, uydurma olana da “Yalan” deniyor; oysa yalan, bambaşka bir kavram! Yalanın olması için bir gerçeğe ihtiyaç var! “Doğru” da yalanın karşılığı olamaz! “Doğru”nun karşıtı “Yanlış”tır! “Gerçek” karşıtı ise “Yalan” dır! Madde, karşı (anti) madde ikileminde evrende var olan her maddeye karşılık bir de anti madde vardır! Bir madde yaratıldığında antisi de eş zamanlı yaratılır. Bu tüm işleyişte böyle; bir iyilik yapıldığında bir yerlerde bir kötülüğün de çekirdeği harekete geçer! Bir kötülüğe karşılık da bir yerlerde bir iyilik tohumu harekete geçer! Bu deveran insan tercihlerine göreceli işler. Yani talep edilene göre insana gelir! Her şeyin iyi tarafına bakmak, güzellikleri seyir şeklinde tercihe sunulur! Güzel düşünmek, güzel bakmak; doğru tercih olur! Cennet ve Cehennem şeklinde sembol olarak bilinen de bu hakikat! Her arz edilen şeyin bir tercih edeni bulunacak! Buradan potansiyel kullanımı ve sınırlaması konusu açılır ki çok uzun orayı açmayacağım! Her insanın bir “İnsan” potansiyeli var! Birileri potansiyelini kullanmaz veya sınırlar ise diğeri onun potansiyelini de kullanır! “Yemeyenin malını yerler!” gibi… Bu nedenle insanların potansiyelini sınırlamaya heveslidir zalimler ve firavunlar; hatta din adamları!
İlim aslında yalandır. Çünkü izafi evrende gerçeklik olamaz. Tüm bilinenler, gerçeği gösteren yalandır! Yalansız gerçek de olmaz. Yalanlanamayan bir şeyin gerçekliği de olmaz! Tüm gerçek bilinen algılara izafi bir hayaldir. Ya da öyle görünebilir yoksa görünür olamaz, algılanamaz. Biz maddi algılarımızla mana üretiriz. Şöyle ki bir şeyin “Yalan” olarak var olabilmesi, adlandırılabilmesi bir gerçeğe görecelidir. O halde bir yalan bir gerçeği gösterir! Bir gerçek de bir yalanla bilinir!
Bu nedenle "Sevdiğini söyle" varsın yalan olsun. Yalan olandaki gerçeği bulmak gerek. “Yalan Dünya” aslında gerçek bir alana işaret eder, gösterir! Yani “Ahret” denilen alanı!
İnsan her deneyimde; sevdiği, muhabbet ettiği bir şeyi öldürür! Bu öldürme, sembol olsa da bir gerçeği gösterir! Yani öldürürken aslında saklar!
“Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.” Özdemir Asaf
"Her insan öldürür gene de sevdiğini
Bu böyle bilinsin herkes tarafından,
Kiminin ters bakışından gelir ölüm,
Kiminin iltifatından,
Korkağın öpücüğünden,
Cesurun kılıcından! " Oskar Wilde
Sevdiğini söyle, varsın yalan olsun!
Hayal olmayan, gerçek olmaz!
Ölüm aslında saklamak! Evrendeki eskime, entropinin kaçınılmaz sonucu ve beden ölür; maddi boyutta, “Zat” ebedi kalır. Saklanır! Enerji bir halden başka bir hale dönüşebilir; her dönüşümünde mutlaka bir kayba uğrar. Entropi (Eskime de diyebiliriz) her şeyde zamanın geçmesi ile olmakta ise tazeleme olmadan varlığın devamı nasıl mümkün oluyor? Zaman her şeyi biraz öldürüyor… Yeni doğan bir bebek büyürken negatif entropi toplar (Negatif entropi; eskime değil, yenilenme! Orta yaş sonrası pozitif entropi toplar bu yaşlanma, eskimedir!), insan, aynı zamanda yaşamının devamı için yavaş yavaş da ölür… Ölüm denklik halidir. Hayat faaliyettir. Her şey, her an biraz ölmeli ki hayatı devam etsin… “Organizma yapılışında görülen küçük entropi azalım, evrenin entropisinde çok daha geniş bir artışla eşlenir” Zaman Oku ve Evrim / Harold Blum
Bu entropi nasıl ve kim tarafından, niçin tamamlanıyor? Yani evren için de varlığın devamı için eskimek var… Salt fiziksel anlamda değil de metafizik manada kullandım entropiyi.
Son tahlilde; insan, “İnsan” olma yolunda seyir halinde! Bu yolculuğundan maksat hedefe yani “Orjin insan” aslına ulaşmaktır! Yolda karşılaştığı tüm yalanlar gerçeklerin antisidir. Gerçeklerin gölgesi ya da “Karşı madde” ile tabir edilen halidir! Yalan Dünya ise gerçek Dünya’nın tarlasıdır. Yalan eker, doğru biçeriz! Ve bir daha; sevdiğini söyle, varsın yalan olsun!
Selametle,
Ahmet Bektaş
Okyanustan bir damla su içen kuşun aldığı su kadar öğrendiklerimiz.
Bilmediklerimiz o kadar fazla ki burada bazı açıkları kapatmada sezgi ve tecrübe devreye giriyor.
Kaç boyutta düşünmeyi başarırsak başaralım yine de mevcut ilmi öğrenmemiz için zaman ve kapasitemiz yetmiyor.
Buraya bir kaç cümle yazana kadar kaç ton kan pompaladı bedenim?
Beynimde ne tür akımlar oldu?
Bu ihtişam beni hayran bırakıyor ve bildiklerimin azlığını hatırlatıyor.
Teşekkürler güzel yazı için. Selamlarla
Ahmet Bektaş
teşekkürler aydınlatıcı bir yazı,ben faydalandım kendi adıma söylemek gerekirse , tebrik ederim ...
( ALINTIDIR )
Mehmet dede, tek başına yaşayan 80 yaşında ihtiyar bir adamdır.Uzun boylu,iri yapılı,geniş alınlı ve hoşgörülü olan Mehmet dede, kitap okumasını çok sever.Hoş sohbet birisiydi.
Evine gelen herkesi güler yüzle karşılar,onlarla candan söyleşi yapar;şakalaşır,gençliğinde gezip gördüğü yerleri anlatır.Güzel tekerleme söyler,tarihi öyküler anlatır.
Çok gezmiş,çok okumuş,çok kültürlü ve kibar bir insandır.Tüm kasabanın akıl hocasıdır...
Kim bir sorunla karşılaşsa Mehmet dedeye gider,ona akıl danışır.Mehmet dede,gününün büyük bir bölümünü okuyarak ve yazarak geçirir.Yazdığı öyküve masallar,tarih araştırmaları elden ele dolaşır.
Mehmet dede,bir gün kitap okuyordu.Birden kapının zili çaldı.Ben kapının yanına gidinceye kadar Mehmet dede gidip kapıyı açtı.Gelen Mehmet dedenin evine yakın bir kulübede oturan bir kız çocuğuydu.Çocuğun giysileri eski,ayakkabıları yırtıktı.Eski ancak temiz giysileri olan kız çocuğu şöyle dedi:
-Paramız olmadığı için kibrit alamadık.Bu nedenle de sobayı yakamadık.Sobayı tutuşturmak için sizden biraz köz almaya geldim.
Mehmet dede,odanın ortasında içi köz dolu mangalı gösterdi:
-İşte mangal,işte köz yavrum!İstediğin kadar al.Ancak kürek getirmemişsin.Nasıl götüreceksin ? dedi.
Çocuk,gülerek ocağa kadar gitti.Ocaktan bir avucuna bolca kül doldurup tekrar mangalın yanına geldi.Mehmet dedeye dönerek:
-Dedeciğim!Avucumun içindeki külün üzerine birkaç iri köz koyar mısın?dedi.
Mehmet dede,mangaldaki iri közlerden birkaçını maşayla çocuğun kül dolu olan avucunun içine koydu.Çocuk:
-İyi akşamlar! Teşekkür ederim deyip gitti.
Çok yaşamış,çok gezmiş,çok okumuş,çok yazmış olan Mehmet dede,kız çocuğunun avuçta ateş taşımak için bulduğu yönteme şaşmış olacak ki;başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Hayli bir süre düşündükten sonra yerinden kalkıp dalgın dalgın evin içinde birkaç tur attı.Sonra :
-Atalarımız boşuna dememiş:"Akıl yaşta değil baştadır."diye.Demekki insan ne kadar yaşasa,ne kadar bilse yine öğreneceği şeyler kalıyor.Öğrenme doğumla başlar,ölüme kadar sürer,dedi...
İlhan Kemal
Bu öyküde akıl gerçekten yaşta değil, başta mı? Yoksa çocuğun bu numarayı bir başkasından öğrenmiş olması olası mı? Çocuğun ailesinin parası yok; kibrit bile alamıyorlar. Büyük olasılıkla kendilerini daha önce de bu durumda buldular. Yine büyük olasılıkla ailesinden biri bu çocuğa közlerin nasıl taşınacağını öğretti. Bu durum çocuğu akıllı yapar mı?
Öyküyü saptırıyorum ama ne yapayım; otuz beş yıldır bu soru aklımda. Kısmet bugüneymiş. Saygılarımla.
Ahmet Bektaş
. Güzel yorumunuz değer kattı. Kıssayı ben daha derin düşündüm. Çocuğun elinde köz taşıması öğrendiği bir durum da olabilir kendi buluşu da ama uygun yerde akıl etmesi güzel. Akıl yaşta değil başta konusunu güzel anlatıyor. Elde köz bu şekilde kolay taşınır mı o da ayrıntı . Kıssalarda ana fikir önemli. Anlamak önemli ve aklı pratik kullanmak. Aynı cinsten olan yani közün sıcak hali ve soğuk kül hali Mevlana'nın"Hamdım , piştim, yandım" olarak ifade ettiği durumu hatırlattı. Yandıktan sonraki aşama kül olmak Aslnda kül olduğunda gerçek kıvamını bulmuş nesne. Ve kül olduğunda yanana hizmet ediyor. Aynı nesnenin halleri. Kıssaalar aklı açıyor. Teşekkür ederim. Saygı ve selamlar.
Ahmet Bektaş
asude_vuslat
Öncelikle çok teşekkür ederim asude_vuslat
. Güzel yorumunuz değer kattı. Kıssayı ben daha derin düşündüm. Çocuğun elinde köz taşıması öğrendiği bir durum da olabilir kendi buluşu da ama uygun yerde akıl etmesi güzel. Akıl yaşta değil başta konusunu güzel anlatıyor. Elde köz bu şekilde kolay taşınır mı o da ayrıntı . Kıssalarda ana fikir önemli. Anlamak önemli ve aklı pratik kullanmak. Aynı cinsten olan yani közün sıcak hali ve soğuk kül hali Mevlana'nın"Hamdım , piştim, yandım" olarak ifade ettiği durumu hatırlattı. Yandıktan sonraki aşama kül olmak Aslnda kül olduğunda gerçek kıvamını bulmuş nesne. Ve kül olduğunda yanana hizmet ediyor. Aynı nesnenin halleri. Kıssaalar aklı açıyor.
-----------------
aslında benim merak ettiğimde aynı : acaba külün içindeki köz eli yakar mı ?
İlhan Kemal
Ankdota gelince. Eğer bir yerde öğrenilen bilginin başka bir yerde hatırlanıp kullanılması söz konusu olsaydı, sizinle hemfikir olurdum. Matematik dersinde öğrendiğiniz çarpım tablosunu bakkaldan alınacak gofretlerin sayısını hesaplamaya yarayaması gibi. Ama eğer doğrudan yapılan işle ilgiliyse, o zaman onun hatırlanması bile gerekmez: Közleri taşımak için koz kullanmak ya da suyun akması için musluğun kulağını açıldığı yöne doğru döndürmek gibi. Buradaki bilgi de doğrudan işleme yöneliktir; başka bir yerdeki fikrin uygulaması değildir. O yüzden de çok başarılı bir örnek değil (Nedense bu öykü bana Diyogenes'in su içme anekdotundan türemiş gelir).
=> Yandıktan sonraki aşama kül olmak Aslnda kül olduğunda gerçek kıvamını bulmuş nesne.
Demek gerçek kıvamımızı entropiyi sfırladığımızda buluyoruz. Olabilir, ilk elde akla yatkın duruyor. Derin saygilarimla.
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş
“Ümit, arzulanan şeye erişme imkânının varlığına ilişkin bir duyudur.” Jeremy Rifkin / Ted Howard.
Enerji bir halden başka bir hale dönüşebilir; her dönüşümünde mutlaka bir kayba uğrar. Entropi (Eskime de diyebiliriz) her şeyde zamanın geçmesi ile olmakta ise tazeleme olmadan varlığın devamı nasıl mümkün oluyor? Zaman her şeyi biraz öldürüyor… Yeni doğan bir bebek büyürken negatif entropi toplar, aynı zamanda yaşamının devamı için yavaş yavaş da ölür… Ölüm denklik halidir. Hayat faaliyettir. Her şey her an biraz ölmeli ki hayatı devam etsin…
Organizma yapılışında görülen küçük entropi azalım, evrenin entropisinde çok daha geniş bir artışla eşlenir” Zaman Oku ve Evrim / Harold Blum
Bu entropi nasıl ve kim tarafından, niçin tamamlanıyor? Yani evren için de varlığın devamı için eskimek var…
Zamanın sırrı nedir ki zaman yavaş yavaş eskitir, öldürür…
Yaşam nasıl bir sırdır ki devamı için her an biraz ölünür…
Yaşamak her gün biraz ölmekse; “aşk için ölmeli aşk o zaman aşk”
Hayat faaliyettir
Ahmet Bektaş
Madde aslına doğru kaçınılmaz bir hareket halinde. Ve doğal sonuç Madde aslına döner. Terkip olan madde eski ahline doğru entropi sonucu aslında entropi teknik olarak eskime de değil. ama biz bu konuda eskime olarak düşünebiliriz. Her faaliyet optimum noktadan sonra geri dönmeye başlar bebeklerdeki hal orta yaştan sonra geri dönüşüm başlar.
Ahmet Bektaş
Zat: Ruh, yazılım ; beden, donanım. Ruh ve bedeni birleştiren Hayattır. Yani hayat ile ruh ve beden birleşir yaşarken meyve verir; evrene sınırsız esmanın yansımalarından oluşan “Zat” ile adlandırılan verileri sunar. İsrafil’in “Sur”a üfleyerek topladığı aslında insanın ruh ve bedeni kullanarak, yaşayarak ürettiği yansıttığı esmanın toplanmasıdır. Evrende aslen iyi kötü olmadığından Allah katında her şeyin esmayı yansıması olduğundan boyutlara izafidir “Şer” olarak kabul edilenler. Yani şer yoktur, şer olarak kabul edilen vardır. O halde insan aslına döndüğünde zatı ile karşılaşır. Ruh Allah’tan, beden (esfel, sefil Dünya) boyutuna; zat da kişiye kalır. Zat dahi yansıtılan esmadan başka bir şey değildir. O halde asıla dönmek denen hal esmaya dönmektir. Yani “Hiç” olmaktır. Bu manada Cennet ve Cehennem ise “Zat” a mahsustur. Sınırsız esmadan izafeten kötü çirkin göreceliliğinde Cennet ve Cehennem kişinin kendi tercih ve kabulüyle oluşur. Yani her ne yapıyorsan sonucunda seni hoşnut edecek ise Cennet’e, üzüntüye sokacak ise Cehennem’e veri üretiliyor şeklinde anlaşılabilir. Zat konusunda kolay anlaşılması açısından özet bir tanım ile bitiriyorum.
Zat: Ruh ve bedenin ismi “Hay” ile hayat bulup, yaşamsal veri üretmesi. Bu veri “Zat” oluyor. Kişinin ismiyle adlandırılan bir dosya gibi.
Sınıfta Kalanlar
Telaş etmeyiniz! Evrensel gerçekler bir bir açığa çıkıyor. Doğru olan kalıcı diğerleri silinecek!
İlkler ya idam edilir, ya çarmıha gerilir, ya da susturulmaya çalışılır! Öğretileri egemenler belirler! Toplumun genel eğilimi yönünde olanlar geçici olarak maddi ve manevi menfaat sağlar. Menfaatleşenler, sonra lanetleşir! Sonrakiler ilkleri doğrular!
Sınıfta kalanlar, hep sorun çıkarırlar; diğerlerinden hem tecrübelidir hem de bilgilidir! Ruhsal alanda da bu problem var! Bir üst boyuttan geri düşenler ya da ilerleyemeyenler alt boyutu mahveder! İlerde bu daha da açılacak. Şimdi özet söz yeterli. Sınıf atlayamayan veya sınıfta kalan ruhlar kinlerini, dinlerini ve ezikliklerini aşağı aktarıyor! Ruhsal tesire dikkat!
Evrensel döngüde mutlak adalet vardır! Yakınanların, yakındıkları şeyler aslında kendi tercihlerinin geri dönüşmüş halidir! Yakınılan her ne ise onda payları vardır!
Evrensel üst boyut da akıllanıyor! Alt boyuta yolladıkları bilgilerin insanlığı getirdiği noktayı gördüler!
Durum tespiti başka, yakınmak başka! Yakınanlar, aslında kendilerini şikayet ediyorlar!
Aslında
Bir damla isen tüm denizin özelliğini içinde taşırsın
bir damla kandan insanın tüm yapısı açığa çıkar.
Geriden gelen toplumlar, öndekilerin çöpe attığı fikirleri yaşar ve öndekilerin hatalarını da tekrar ederler! Öndekiler ilerlediği sürece onlar da ilerler. Sıçrama yapan toplumlar ise öndekilerin hatasını tekrar etmez! Bazı sıçramalar, topun duvardan geri sıçraması gibi daha da feci bir gerilemeyi getirir! Batı’nın geri düşüşünün nedeni bu.Yine de düşmeyenler ileri noktayı yakalayanlar örnek olacak! Doğu ise hala takipte…
Son tahlilde; insanlık “İnsan” olma yolunda! Bu seyir tamamlanacak! Allah nurunu tamamlayacak!
Selametle,
Ahmet Bektaş