- 3378 Okunma
- 11 Yorum
- 2 Beğeni
Mektup/3 Acı Bile Beni Sinsice Terkediyor
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Keşke öldürseydin yada yaşatsaydın; yaralı bırakmak yakışmadı sana... Suçların altında ağır yaralı! Bu karda bu kışta hangi suç yaralı bıraktırır ki bir güvercini?
Terasyaydık...
Adam: -’Sen benim güvercinler gibisin’,
Kadın: -’Peki Hangisiyim?’,
-’Mardin Güvercini, en iyisidir’,
-’Hayır ben martıları daha çok seviyorum; onlar daha yüksekte uçuyorlar, güvercinler burada kafeste yaşıyor, sen havaya attığında uçuyor, ben martı olmak isterim’-
’İlk kez böyle bir şey duyuyorum, şaşırdım; onlar böyle mutlular belkide, hiç düşündün mü? Ben sevdiğim şeyleri kafese koymayı isterim’
...
’Bir gün gideceksin diye çok korkuyorum’
Hangi aşka sığar, hangi akla... bağladın beni sımsıkı iplerle, hemde en güzel yerinde terk edilmek! Oyunun en güzel yerinde zil çalar ya, işte öyleyim derken şarkı bunu demek istemiş meğer, şimdi daha iyi anlıyorum. Daha şimdi gibi; dilimde tuzu tuzunun, tadı tadımda aşk şarkısıydık; adın adıma yakışan en güzel addı; birdik, bütün, büsbütün, buradaydık; yarım kalan bir sevişmemiz vardı Cuma öncesi; yarım, yasyarım heyecanlıydık, ayrıldığımızı bilmeden, koskoca iki gün yangındık, yalnızdık, görüşmek için sözleşmiş hafta sonu çocuklarıydık ta neden, neden büyüttük korkularımızı, neden ayrıldık? Rüyalarım mı korktuğun? Özgürlüğüm mü? Kim geçti önce esaretin içinden, kim düş tü önce ateşe? Sana sarıldım da kül mü olduk birlikte? neden? ah neden elimi uzattığımda tutmadın sonra? sözlerimde tamam bitsin derken hayır bitemez diyen ben içimden neden kendi ellerimle boğdum kendimi ? Sen benim son şansımsın demedin, daha önceki gibi olmadı bu kez, son eldi, oyun bitti, kazandık mı kaybettik mi bilmeden!
’Belki pişman olacağım ama...
’Biz çok farklıyız, görmüyor musun sürekli problem yaşıyoruz; seninle her anım heyecan dolu evet, sevmek yetmiyor bazen, bizi buraya getiren ve daha yeni tanışmış gibi heyecanlandıran aşk, yetmiyor bazen, ilişki de iki tarafında bazı kurallara uyması gerekir... Yoksa yalpalayarak yürürüz, çarparak, seni sürekli uyardım, ama sen başından beri beni duymak istemiyorsun...’
’Peki neden dün değil de bugün, kavgayı dün etmiştik, anlaştığımızı sanıyordum’
’Sen benim için bir şey yapmaya hazır değilsin, kendimi biliyorum, seni üzüyorum, kıskanıyorum, elimde değil, senden değişmeni istemeye hakkım yok, ama istiyorum... Sana kötü bir şey söylediğimde senden çok ben üzülüyorum, saatlerce etkisinden kurtulamıyorum... Seni çok seviyorum, içimde bir güvensizlik oluştu bir kere, elimde değil sürekli başa sarıyorum, aslında içim yapmaz diyor, ama elimde değil işte... Sen o gece, o pazar günü...’
’Yeter! Bir kez daha duymak istemiyorum bu suçlayıcı sözlerini, lütfen kes artık şunu! Sürekli sana açıklamalar yapmaktan bıktım! Dün gece her şeyi çözdüğümüzü düşünmüştüm, bir kısa etek mevzusundan yine konu taaa o ilk tanıştığımız zamanlara geldi, o pazar günü o çocukla ben! Dürüstçe sana her şeyi anlattım o pazar günü olanlarla ilgili... Seninle çok güzel şeyler yaşadık sonrasında, başından beri bunu kaldıramayacağını bilmeliydin, ama ısrarla bu aşkı büyütmek için emek verdin! Dün gece bana benim için hiçbir şey yapmadın dedin, senin için kendimi değiştirmemi istedin, hayatıma çeki düzen vermemi, seninle ilişkimde ileride eğer istemediğin bir şey olursa onu giyer miyim? buna hemen cevap vermedim diye beni seni sevmemekle suçladın ve yine en başa döndün, bana inandığını söylediğin halde en ufak bir tartışmada yine başa döndün... bense sessiz kaldım çünkü şaşkındım, az önce beni seven o adam gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti, haklı olabilir diye ani tepki vermemek için sustum düşündüm, ta ki sen bana o cümleyi kurana kadar:’ bakma öyle şaşkın şaşkın yüzüme, hayal kırıklığına mı uğradın, ben buyum kızım, ben senin yapboz ilişkilerindeki o adamlar gibi large olamam, bak bu gözlere, bu gözlerde sana bu eteği giydirecek biri var mı? kendine gel... Hayret ediyorum ya ilk kez başıma böyle bir şey geliyor, beni kadınlar böyle sevdiler!’ İşte bu cümle beni o kadar şaşkına uğrattı ki yığıldığım yerden kalktım, yatak odasına gittim eşyalarımı toplamaya başladım, ama bir ses beni durdurdu, gitme... sadece şunu diyebildim;
’beni çok kırıyorsun, ben bunu hak etmiyorum’
Sonra sesin kesildi... Ben mutfakta her zaman ki yerime oturdum; o beni rahatlatan deniz bile engel olamadı gözlerimden süzülen yaşlara... Bir süre sonra ayak seslerin geldi; sonra omuzlarımda o içimi eriten ellerin... Yumuşacık bakışların gözyaşlarıma dokundu, ’Ne yapıyorsun sen burada, yoksa ağlıyor musun? çok üzgünüm, birden yükseldim, özür dilerim, seni kırmak en son isteyeceğim şey, ağlama lütfen! buna dayanamam, hadi gel içeri gidelim’ deyip, ellerimden tuttun ve beni yığıldığım o cam kenarından aldın, birlikte odaya gittik... Ellerinle yüzümü kavrayıp, ’bak bana... gözlerimin içine bak... seni ne kadar sevdiğimi görmüyor musun? inan böyle bir adam olmak istemiyorum, elimde değil... Neden cevap veremiyorsun, sen benden bir şey isteseydin ben bunu emir kabul ederdim... İşte aramızdaki fark bu... Neden korkuyorsun? Senden kötü bir şey isteyeceğimi mi düşünüyorsun? İnsan sevdiği kadından kötü ne isteyebilir?
Derinden bir ağlama ile yeniden sarsılırım... ’Sadece şaşkınım, biz tanıştığımızda böyle şeylerden hoşlanmadığını söylememiştin, aksine çok beğenmiştin... Bu sebeple kafam karıştı senden beklemiyordum, tam sana bağlanmışken, doğrularımla sen arasında turlar attım, belki de buna hemen cevap vermeliydim, ama seni kırmak üzmek istemedim, o nedenle sustum... ’
’şimdi aynı değiliz, giderek daha da güçleniyor bağlarımız, birbirimize karşı sorumluluklarımız var, o zaman senden bunu isteyemezdim, hazır değildin...’(gidecek gibiydim...)
’Bebeğim sarıl bana, sadece sarıl, sev beni sadece, gerisi kolay... seni seviyorum...seni olduğun gibi seviyorum...gözlerime bak, sende söyle, seni seviyorum, seni olduğun gibi seviyorum....’
gözyaşlarımı öperek silen o adam... Böyle bir gecenin sabahı birbirlerine son ekz sarıldıklarından bihaber , Cuma kahvaltısı çiftleri ,sevgi tomurcukları, bahar çiçekleri, kış sarılışları, yaz bekleyişleriydiler... O gece gördüğüm rüyalar... o gece gördüğüm rüyalar mıydı korktuğun? bana hepsini anlat, gece saat kaç olursa olsun demiştin, ilk kez sana anlattım rüyalarımı... Her korktuğumda beni teselli eden sarılışların, beni rüyalarımı geçmişimi geleceğimi seven o adam mı bu giden? neden? Güneş bizim için doğabilir di!(bu senin sözün)
Hemde yarım, yaralı, uçamayan bir kuş için sahibini özler mi, özlese de gitmez, gidemez... birileri sarmak ister yaralarını, renkli kanatlarına hayran olurlar, ama istemez... İşin aslı uçmakla ta istemez artık... Sensiz bir kafeste şimdi, sen düşüncesiyle... Kızıyor kendin,’ al sana özgürlük ’diyor, nefessiz bir özgürlük... Şimdi gülüyorum daha çok, hürryetime ,sensiz hükümsüzdür! Epeydir ağlamamıştım, ağlama dayanamam, giderim demiştin ya Taksim’ de son oturduğumuz yerde, elimi wc kapısına sıkıştırdığım gün, hani buz getirmiştin içine batırıp çıkarıyorken ne kadar komik görünüyordum, zaten beni gördüğünde gözlerinin içi gülmüştü, yeni ay gibi, kısılmıştı gülücüğün gözünde... en sevdiğim haliydi, kanlı düşmanım olsan teslim olurdum bu gülüşüne... Beni öptün, sarıldık, sonra ne oldu eline dedin, anlatmaya başladım:’ kapıya sıkıştı wc de mahsur kaldım arkadaşlar geldiler vs. ’, sen gülmeye başladın bana, ’ne tatlısın, ne komiksin, sanki başka birinde bahseder gibi bahsediyorsun kendinden... ah sen... çok güzelsin... az önce sana benzeyen birini gördüm, sen sandım... Baktım sen gibi değil, bakışı...yürüyüşü... sen değil... Kısacası seni seviyorum, ama olmuyor işte... Çok düşündüm, dünkü ağlaman gözümden gitmiyor, ben bunu hep yapacağım... sana saygı duyuyorum haklısın, ama kendimi de biliyorum... Ben böyle bi adamım. İnan herkese böyle değilim, aşık olmak beni başka hallere sokuyor... Sana söylediklerime çok pişman oluyorum sonra, kendime kızıyorum, uykum kaçıyor...’
’Bitsin diyorsun yani, bitsin o zaman’
’Hayır bitsin demiyorum, biraz zaman verelim, sen de düşün bende... ’
’Ne değişecek, ben başka bir insan mı olacağım bıu sürede? Sen başka biri mi olacaksın? Hani birbirimizi olduğumuz gibi seviyorduk? Hani beni sev, yeterdi?, hani ruhlarımız çok yakındı, ruh ikizi gibiydik, benzerliklerimize tutunmuş, farkılıklarımız da tutuşmuştuk? Gerek yok zamana, bitsin o zaman, ben sevdiğim birinden uzak kalarak bir sorunu çözeceğime inanmıyorum, beni seviyorsun kendince ama kabullenemiyorsun, yaşam tarzım, kıyafetim ben ve bana ait şeyler dikkat edebilirdim, ama tamamen değişemem’
’Bak, öfkeyle davranma, sadece düşünelim, kendimizi tartalım...’
’Tamam...’ derim.
Kalkarız, inerken büyük boy aynasında kendiem bakarım, gayet rahatım ve caddenin ortasında vedalaşırız, bana ’ne yapacaksın? ben bir şeyler yiyeceğim’ der, bende: ’arkadaşlarımın yanına döneceğim’ derim, yine bir sarılma faslı, içten öfkeliyim... İstiklal boyunca adımlarım küfrediyor, bu ne şimdi! Normal şartlarda bunu asla kabul edemeyen adamla yolda ikiye bölünüyoruz, şimdi de içim içime küfrediyor, bilinç altıma, rüyalarıma, gelmişime geçmişime, geçemeyişime, geleceğime, kaldırımlara sövüyor adımlarım... Canım sigara çekiyor, sırf sen rahatsız olma diye içmediğimden bir de nikotin vuruyor başıma... Başım dönüyor, hızlanıyorum ayaklarım sanki kendi gidiyor, kafam başka yere... bölük pörçük yollarda... Arkama bakıyorum bir kez, o da bakıyor mu diye, çok yol almışım kalabalık yutmuş seni, beni de... Geç artık, arkama bakmamla bir mağazanın önünden birinden sigara istiyorum, yakıyorum sigarayı kaldırıma çöküyorum, yoldan geçenler için nasıl göründüğümü önemsemeden dökülüyorum kaldırıma... Ağlama... Ağla ya da !
Telefona sarılıyorum, çok boktan diyorum, anlam yüklü bir tren düşün, raydan çıkıyor, vagonlar birbirinden ayrılıyor tutamıyorum aksine parçalıyorum vagonları... Çıktı bir kere... Kaçınılmaz diyorum, neredesiniz? ’Biz kalktık çoktan, eve geçtik, çantanı da burada unutmuşsun, cüzdanın da burada, sen onunla gidersin diye önemsemedim valla aramadım senden de ses çıkmayınca...’ ’Lanet olsun! Kaldım burda’ , neyse ararım kardeşimi falan... Kardeşimi ararım açmaz, bir kaç arkadaş, ses yok, Gs maçı varmış... Caddeler tıklım tıklım, serseri mayınlar, holiganlar... Off sarhoşlar, sloganlar, sokak müzisyenleri her ses birbirine giriyor, taksimde kalabalıklara ağlıyorum, ayaklarım sustu, gözlerim küfrediyor gelip geçenlere, ne bakıyorsunuz , hiç ağlayan bir kadın görmediniz mi? diyemiyorum, sadece elimde telefon, senin numarana öyle bakıyorum... tik tak tik tak... bir cesaret mesaj atıyorum, burada kaldım... Hemen geliyorum diyorsun... Ben kalabalıkların içinden geçerek anlaştığımız noktaya ilerliyorum, seni bıraktığım yerden beklediğim için gözlerim geride ama sen benim olduğum noktadan arkamdan geliyor omuzlarıma dokunuyorsun , korkup bağırıyorum, sonra dönüyorum sensin, gülüyorsun yine, gözlerinde bin yıllık hasretim, gözlerini alıp içime sokasım var, gözlerin yeni ay gibi kısık gülümseyişine müebbet yiyorum yine!
Beni eve bırakmak üzere arabaya gidiyoruz, yolda mahcup yarım seslerle konuşuyoruz... Eve geliyorum, evde kimse yok, anahtarım da, dönüyoruz, kardeşimin iş yerine yol alıyoruz, acıkmışım, sinirlerim berbat! Seni oracıkta öldüresim geliyor ardından yas tutuyorum bunu düşünüp, piskopat gibi... Ufak bir tartışma yaşar gibi oluyoruz yine... Neyse sakinleşiyoruz, adresi ararken...Adres özürlü olduğumu söylemiştim önceden, yaşamış oluyoruz, hakikatten de öyleymişim, ben! Neyse geldik şirkete, veda vakti, aynı günde iki veda... Bakıyorum yüzüne gözlerimden akıyor yine keder damlaları, her şeyin başı su ya, felsefenin de... Kaç kova felsefe var gözlerimde daha! Her neyse, gel bir sarılayım sana diyorsun, sarılıyoruz, öpüyorum seni dudağından, sonra boynundan... Hoşçakal, diyorum; ayrılıyoruz, bir daha hiç görmeyecekmiş gibi, ’Zaten seni hiç sevmedim Müjgan’ sahnesi gibi... Ne halt ediyorum anlamıyorum, zaman diyor adam, ben buraya kadar diyorum, hem ağlarım hem giderim diyorum... Klasik biriyim işte, ne marjinali? Türk sinemasının fakir ama gururlu kadını! Seven ama gururlu kadın! İşte gidiyorum... ’Sen beni sevmiyorsun’ demeden olur mu hiç bu sahne, ’sen beni sevmiyorsun’, diyorum... ’Hayır, her şey gerçekti, seviyorum, hemde çok ’, diyorsun... kapıyı çarpıp iniyorum arabadan...gururluyum ya! Arkama bakıyorum tekrar, sokak ıssız, bizi yutamaz hiçbir şey...Arabanın hırıltısı duyulmuyor hala, geriye bakıyor mu acaba? Bir korna sesi duyuyorum, ama bakmıyorum geriye, yürüyorum bu kez ardıma bakmadan...merdivenler dik, başım gibi!
Epey bir geriye sardım... Yine çaktı şimşekler birden, hastayken insan sevdiğini daha çok istiyor, unutmak için çırpındığı kareler bir bir batıyor etine... Senden sonra bir kaç depresyon atlattım, grip, yüksek ateş yanında bir de bronşit, bünyem hepsiyle savaşırken, ilacın önleyemediği tek bir şey var aşk acısı!
Evet gitmemiş, kahretsin bitmemiş... Şimdi üzerimde turuncu çizgili kazağın var,hani o ilk gün bana giymem için vermiştin, sonra sana çok yakıştı senin olsun demiştin... O beni sarıyor, ısıtıyor, dinliyor, gözyaşımı siliyorum, tenime yapışmış hiç terk etmiyor beni... Kokun kalmadı ama hissediyorum, tıpkı hiç kokunu almadan hissettiğim o ilk günlerdeki gibi... Bana dönmenden daha çok önemsediğim bir şey var, gerçek miydi her şey, unu artık cevaplayamıyorum? Sanki tek başımaydım, tıpkı şu anda olduğu gibi... Tıpkı karşılıksız bir kaç mesaj gibi yaşadığım aşk, karşılıksızlığım, alışık olmadığım bir hastalık, bir virüs gibi... Ben yapamazdım sana, ne yapmış olursan ol, cevapsız, yokmuşsun hatta hiç olmamışsın gibi yapamazdım... Bağırırdık, kızardım, belki vahşi bile olabilirdim, ama yok sayamazdım seni... Dediğin gibi ben bir dişi kuşum, ben gerçek bile değilim... İşte bu, bir fotoğraf , bir şiir, bir yapıt, olabiliyorum bu aşkta ama insan olamıyorum bir türlü! Hayal ürünüyüm sanki, imgeyim... Nesne ama özne değilim bu cümlede ben! bana en çok dokunan beni gerçek bir kadın yapan o adamı uydururan bir şizofren gibi hissetmem, halbuki ’ben çizseydim böyle bir şey çizerdim’ diyen sen, film replikleriyle konuşan sen, bu ilişkide en son suçlanacak kişi benim, seni hep sevdim ve hep seveceğim diyorsun! Ama yokuz biz... Halbu ki, yokluk nedir çok iyi biliyoruz... Yine de Git-me! diyemeyiz, romantik klasiklerden bir kadın ve erkek! ’Terkederken yanına al’ diyen şarkı tam da bu, daha iyi anlıyorum şimdi... Modernize! Postmodern aşk! Terkederken, yanına al...
Sana sarılıp seni koklayarak, tek başıma konuşuyorum, saf, katıksız, sek sarhoş oluyorum... senin suçun değil, ben yaptım bunu, bedelini de ödüyorum... Bu aşkta ehliyetim yok, üstelik sırılsıklam sarhoşum! Uçuruma sürüyorum... İyi ki kazağın var...
Yaranın da bir kabuk bağlama bir dökülme süresi varmış... Hiç bu kadar derini görmemiştim yüzeyden. Neredeyse iyi ki yaralarım var diyeceğim; nasıl da şahit oldum sürece, içimden dışıma vuruşuna, acıdan hafifçe kabuklanıp dökülüşüne, sonra hiç olamamış gibi gidişine... Yaralarda terkediyor işte; tıpkı mutluluk anları gibi... Ama hangisi daha çok iz bırakır, hangisini daha çok anımsarız? ikisi de gerçek, ikisi de dair, ait değil. Yaramı da sevdim senden olan, bir zamanlar seninle gülmeyi nasıl sevdiysem. Şimdi o da gidiyor, senin gittiğin yere... "Veremem kimseye acımı"derken şarkı bunu demek istemiş meğer, şimdi daha iyi anlıyorum. Acımı da kolay bırakamıyorum işte, kendi gidiyor... Gitti, üzgünüm! Daha yeni dökülüyor kabuklar. Ne garip hala bitti diyemiyorum, acı bile beni sinsice terkediyor!
YORUMLAR
Sevgili Sibel,
İnan ki erkeklerin eğitimi ile kadınların eğitimi bu ülkede oldukça uzak birbirinden.
Erkek , dişisinin görüntüsünü bile kimseyle paylaşmak istemiyor.
Kadının kısa eteğine bakacaklar diye bir huzursuzluk yaşıyor.Bu lanet kıskançlık
duygusunun size güvenip güvenmemekle hiç alakası yok.
Ben daha geçen yaz bir arkadaşımın çok ısrarı ile onu mini şortlu olarak motora bindirebildi m. Bağdat Caddesinde dolaşırken , evet 'Bu ayı ,bu pilici nasıl tavlamış 'gibisinden bakanlar oldu ama aldırmadım.Çünkü inandım ki içimdeki söz dinlemeyen ego yu yenmem gerek.
Erkek olmak da inan ki çok zor.
Yazınızı zevk alarak , kendimden bir şeyler yaşayarak okudum .
Hak ettiği kurdeleyi kutlar ,saygılar sunarım.
Sevmek özgürlüğü kısıtlamak mıdır ...nasıl bir gerekçedir ...bırakıp gideceksindir diyerek
kafesteki güvercinlerle özdeş tutup bir yere hapsetmek....
gerçek sevgi ...bu değil ki bu hastalıklı bir ruhum güven yetersizliğinden başka bir şey değil.Güvenmeyi bilmeyişinden.
Pür dikkat kendini okutan, akıcı , ritmik bir yazıydı.
Gönülden kutlarım değerli eserinizi.Selam ve en içten sevgimle.
Sibel Kalaycı
Kendimi buldum bazen, bazen kıskançlığımı, bazen birisini.
Neden yapıyoruz ki biz bunu, yanlış olduğunu bile bile neden abartıyoruz kıskançlığı.
Dün o kıyafetler ile beğenirken, bugün neden bunu giyme diyebiliyoruz, kim veriyor bize bu hakkı. Değişiyoruz işte, çok sevince hepimiz değişiyoruz. Değiştiğimiz için değiştirmek istiyoruz. Yanlış yapıyoruz, biliyoruz, bile bile yapıyoruz.
Ben en çok kıyafet mevzusuna takıldım sanırım.
Özetleyecek olursak;
Aşkı, acıyı, hataları, yanlışları, ayrılığı, gidişleri ne güzel de anlatmış yazar.
Uzun bir yazıydı, fakat tek soluktu, kusursuzdu, mükemmeldi.
Çokça Tebrik ettim.
serdarbarik tarafından 3/14/2013 2:09:32 AM zamanında düzenlenmiştir.
Ne kadar etkili ve güçlü bir anlatım...
Tebrik ederim, çok güzeldi...
Bu arada Mardin Güverci'nini hiç duymadım...
Sibel Kalaycı
(( Seçil Nimet ))
Aslında güvercinler kondu şuan omuzlarıma...
Sıkılmak diye birşey olamaz bu güzel öyküye.
Keskinlik belki beğenime sebep...
Teşekkür ederim, sevgiyle kalın... :)
Sibel Kalaycı
Kurgu mu gerçek mi bilmiyorum ama kılık kıyafete karışan erkekleri hiç sevmem ben. Yani kendine mi güvenmiyor, sevgilisine mi? İkisi de kötü. Sanki biz bu yaşımıza kadar nasıl giyineceğimizi birilerinden öğrenmişiz, bu zamana kadar O yanımızdaymış gibi. Çok çirkin. Bir de kadınlar diye konuşan erkeklerden hayır gelmez. Bir erkek ne kadar vasfa sahip olursa olsun, sadık değilse Ondan kaçmak lazım. Ne kadar acı verse de, aldatılmaktan iyidir.
Sibel Kalaycı
Peri Tozu.
Çok iyi anlıyorum sizi.
Mutlu olmanız dileğiyle...