- 508 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRKİYE'NİN NE KADAR ÖMRÜ KALDI?
Her zaman söylediğimiz bir söz var:
Tarih, eğer ibret alınmayacaksa boş ve kuru bir bilimdir. Faydasızdır. Ama ders ve ibret alınacaksa, yol gösteren, çok faydalı ve çok gerekli bir ilimdir.
“İnsanlar ve Mallar” ismi ile yeni çıkan kitabımız dikkatle okunduğunda, tarihteki bir çok devletin ömürleri hakkında ipuçları görülebilecektir.
Bu bilgilerden hareketle şu anda yaşamakta olan devletlerin ne kadar ömürleri kaldığını kabaca tahmin etmek mümkündür. Kitabın içinde bulunan örneklerden iki tanesini zikretmek istiyorum.
İlk olayımız Emevi tarihinden:
Emevi halifelerinden Hişam Bin Abdülmelik, Miladi 724 tarihinde 34 yaşında halife oldu. 18 yıl koltukta oturdu, 743 yılında vefat etti. Tarihler onu mal, servet ve rüşvet hırsı ile öne çıkarırlar.
Halife Hişam ve ailesi rüşvetin adını hediye koymuş, bu yolla servetler elde etmişti. Valilerden hediyeler alır, bununla yetinmez, yenilerini isterdi. Depolar dolusu serveti vardı. Ama bunlara el sürüp yemiyordu. Kimseye de yedirmiyordu. Halife Hişam büyük servetine rağmen, son derece cimri davranırdı.
Depolar tıka basa altın, mücevher ve kıymetli eşya dolu idi. Her gün de yenileri geliyordu. Halifenin üzerindeki elbise, ta halife olmadan önce giydiği elbise idi. Yamalı ve soluk. Yeni elbise almak için paraya kıyamıyordu.
50’li yaşlarında öldü gitti.
Hazinelerinin anahtarları en yakın adamı İyaz’ın elinde idi. O ölür ölmez koşarak tüm hazineleri kilitledi ve anahtarlarını sakladı. Halifenin yakınları ona geldiler ve dediler ki:
-Ey İyaz! Halifemizin cenazesini kaldıracağız. Masraflar için bir miktar para gerek.
Cevap verdi:
-Bu hazinelerdeki paralar aslında devletindir. Gayrı meşru kazanılmıştır. Bunları yeni halifeye teslim edeceğim, size en küçük bir ödeme bile yapamam.
-Hiç olmazsa, su ısıtmak için bir kazan ve kefen bezi parası ver.
-Hayır asla!
Halife Hişam için ödünç bir kazan buldular, su ısıtıp yıkadılar, kölelerinden birinin verdiği eski bir elbiseyi de kefen yaptılar, öylece defnettiler.
Müthiş bir ibret! Ama daha mühimi, ondan sonra gelen iki halife de aynı rüşvet ve mal sevgisi geleneğini devam ettirince, dünyanın belki de en büyük devleti olan Emevi Devleti’nin ömrü ancak 4-5 sene daha sürebildi, sonra çatırdayıp yıkılıverdi. Yerine Abbasi Devleti kuruldu.
Bu olayı hafızalarımıza not edelim.
İkinci olay yine “İnsanlar ve Mallar” isimli kitabımızdan:
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, 1281’de Bey oldu, 1299’da Osmanlı Devleti’ni kurdu,1326 yılında vefat etti. Miras için mal sayımı yapmak istediler. Bulduklarının listesini çıkardılar, ibretlik bir liste oluştu:
1 Adet Denizli bezinden yapılmış sarıklık bez, 1 Adet at için zırh takımı, bir tuzluk, bir kaşıklık, bir çift çizme, Alaşehir dokumasından kırmızı renkli sancaklar, bir sade kılıç, bir ok torbası, bir mızrak, birkaç at, bir miktar koyun... (Koyunları Bey olarak misafirlerine ikram için besliyordu)
Nasıl olur? Bıraktıklarının arasında dünya malı namına hiçbir şey yok. En gizli yerleri tekrar tekrar araştırdılar. Altından, gümüşten, dünya malından zerre miktar herhangi bir şey bulamadılar.
Yoktu ki bulsalar.
Bu listeye bakanlar, bıraktıklarının cihad için lazım olan eşyadan ibaret olduğunu anlarlar…
Kendi nefsi veya evlatları için bir kuruşluk mal biriktirmediği ortadadır. O adeta malıyla, canıyla her şeyiyle cihad ederek, ömür boyu İlayı Kelimetullah için çalışmıştır.
Oğlu Orhan Gazi de, torunu Muradı Hüdavendigar da, aynen onun gibi, altın, gümüş, para, mal, mülk namına hiçbir şey bırakmadılar.
Onlar malın hükmüne asla girmemiş, bilakis mala hükmetmişlerdir.
Kurdukları ve miras bıraktıkları Osmanlı Devleti altı asırdan fazla, bir cihan devleti olarak yaşamasını ve Kuran Nizamı’nı yeryüzünün her tarafına götürmesinin sırrını burada bulmak mümkündür.
Bu iki ibretlik olayı kalp gözü ve ibret bakışları ile okuduktan sonra, bir de kendi devletimize bakalım:
1923 yılında kurulan devletimiz, hemen ilk yıllarında Yavuz-Havuz yolsuzluk davaları ile çalkalanmış, mahkumiyet kararları verilmiş, bakanlar hapislere atılmıştır. 1950 li yıllarda ilk büyük yolsuzluk Tekel bakanlığında yaşanmış, ortalık toz duman olmuştur. 1960’lı yıllarda ihtilalcilerin yaptığı yolsuzluklar bugün hala konuşulmaktadır. 1970’li yıllarda ABD’de patlak veren Watergate savaş uçağı yolsuzluk skandalının, ülkemizdeki uzantıları net olarak ortaya çıkarılamamıştır. 1980 li yıllarda gerek cuntacıların, gerek sivil yöneticilerin banker ve benzeri vurgunları organize ettiği iddiaları hala ciddi olarak araştırılmamıştır. Hayali ihracat ve döviz vurgunları, belki de uzantıları yukarılarda olduğu için tam olarak belgelendirilememiştir. İhtilalcilerin servetleri daha yeni yeni konuşulmaya başlanmıştır. 28 Şubat sürecini takip eden yıllardaki bulanık sularda banka ve şirket kurtarma ve diğer yollarla yapılan vurgunların, yüzlerce milyar dolarlarla ifade edileceği en yüksek perdeden seslendirilmekte, ama sonuca ulaşılamamaktadır. Yeni türedi zenginler kaynaklarını açıklarken, evlatlarının düğün hediyeleri, ya da piyango gibi bahanelerin arkasına sığınmaya devam etmektedirler. Havuz sistemi hala devreye sokulamamakta, bu yolla çok büyük miktarlar rantiyecilere akıtılmaya devam edilmektedir. Son 10 yılda faiz olarak rantiyecilere akıtılan paranın 500 milyar liraları aştığı bilinmektedir. Bundan sonra da bu miktarın her yıl artarak devam edeceği görülmektedir. Maalesef gelen iktidarlar kendi doymaz acları ile gelmekte ve soygun devam etmektedir. Yukarda saydıklarımız, dışarıya irade dışı olarak sızan bilgilerden derlenmiştir. İçerde kalan ve anlaşılamayan vurgun ve soygunların miktarını bilen yoktur. Mesela ülkemizin yaşadığı depremlerin ardından, gelen yardım paralarının bile nasıl vurgun konusu yapıldığına dair az mı hikayeler dinledik? Mücahit, müteahhit, müsait hikayeleri her gün konuşulmuyor mu?
Muhterem okuyucularım. Yukarıda iki tane tarihi olayı size sundum. Bunların ışığında, bu devletin bu şekliyle, bu düzene daha ne kadar dayanabileceğini ben mi ifade edeyim, yoksa siz mi tahmin edersiniz?
TIRLARLA SOYGUN
Devlette soygunlar var çeşit çeşit,
Doluyor rüşvetle, hatırla tırlar;
Ülkem dolu, yetim, gazi ve şehit,
Bir gün bu hesabı hatırlatırlar…
Ekrem Şama