- 2087 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
AŞKIN APTAL BÜYÜSÜ
AŞKIN APTAL BÜYÜSÜ
Kader denilen olgu, kimine hep gülerdi de,kimi içinse tam bir kâbustu .Belki hiç kimse onun adaletsiz dağılımından memnun kalmazdı ama yine , hal hatır sorulduğunda “ Çok şükür “ diyerek geçiştirilirdi. İnsanlar onun keskin kılıcı karşısında suskun ve çaresizlerdi. Sadece tanrıya yalvarmak serbesti .
Mahallenin yıllar önce Sivas ‘tan gelerek, küçük bir bakkal dükkânı işleten çok dürüst ve sevimli Rıfkı amcası vardı .Kimsesiz dullar, yetimler hep onun huzur dolu geniş gönlünden kopan , kırıntı peynirlerle ,ambalajı yırtılmış makarnalarla, satılmayan ,artan ekmeklerle ve onun bazen çocuklar için ayırdığı çikolata, şeker ve gofretlerle geçinip giderlerdi .
Rıfkı amcanın üç kızı ve bir de yakışıklı mı yakışıklı, yiğit mi yiğit, aslan parçası bir oğlu vardı. Sivas ta , komşu köyden kaçarak Rıfkı Babaya gelen güzel Zeynep Teyze, güzeller güzeli üç kızı ile “ Bana çekmiş güzellikleri” diye ,Rıfkı amcaya nispet yapmaktan da hiç geri kalmazdı.
Kızlardan büyük olanı Ruhan, Recep’ten sadece bir yaş büyüktü. İki küçük kız ise Ruhsan orta ikiye , Songül ilkokul beşe devam ediyorlardı. Ruhan liseyi Recepten bir yıl önce bitirmiş ,üniversite ye gidebilmek için hazırlık kurslarına gitmekteydi.
Recep ,hem iyi bir öğrenci hem de babasının en iyi yardımcısıydı. Yakın olan liseden bir koşu gelir, kasaya geçer,”Babam benim, haydi bugün çok yorulmuşsundur. Sen git dinlen, ben idare ederim “ derdi. Kızlar ve Zeynep Hanım da bazen bu yardıma katılır, Rıfkı babayı rahat ettirmeye, evlerinin direğinin mutlu olmasına uğraşırlardı.
Mahallenin çok sevdiği Kısmet bakkalı, iyi iş yapardı doğrusu. Rıfkı baba ile sohbet de bir başkaydı hani. Gülen, güldüren, iyi mal satıp, çoğu kez halden anlayan mahallenin sevgilisi Rıfkı babanın, sürekli kabaran bir de veresiye defteri vardı. Herkes deftere yazdırır ama bir türlü alacaklar ödenmezdi.
Kısmet Bakkalına yıllardır mal getiren toptancı esnafı ” Aman Rıfkı baba insanların alım kapasitelerinin çok üzerinde borç yazıyorsun. Bak bu veresiye işi çok fenadır, bir yerde tıkanır da maazallah “ diyerek uyarılarda bulunuyorlardı.
İlk olarak çok sevdiği fırıncı ekmek vermeyince, Rıfkı babanın eli ayağı titremiş, “Satılmayan ekmekleri almaya gelen yetimlere ne vereceğim? ” diye gözlerinden iki damla yaş akmıştı. Yakınlarına açılan süper market de ,satışlarını oldukça düşürmüştü.
Ruhan, çok alımlı bir genç kız olmuştu. Allah ‘tan ki okumak istiyor, erkeklerle ilgilenmiyordu. Ruhan dükkâna girince Rıfkı Baba birden kendisini toparlayarak ”Buyur güzel kızım. Gel şöyle otur “diyerek çaresizliğini gizlemek istedi. Kız mahcup ve ne söyleyeceğini bilmeden kekeleyerek “Babam benim, canın neye sıkıldı senin bakayım? O tombul yanaklarından bir öpeyim, bak nasılda hiçbir şeyin kalmayacak “diyerek Rıfkı babaya sarıldı. O sırada gözü boş olan ekmek dolabına takılmıştı.
“Bugün ekmeği erken bitirmişsin babacığım. İnsanlar ne çok ekmek yiyorlar. Ama bak ben formumu az ekmek yemeğe borçluyum. Sende bir şey var baba? Ne oldu anlatır mısın lütfen?”
İçeriye peynir, zeytin, tereyağı ,bal getiren toptancı girmişti. Bir kıza birde Rıfkı babaya bakarak o eski selamlarıyla hiç alakasız bir “Esselamun aleyküm” dedikten sonra gözlerini vitrinde buzdolabında gezdirerek “Eh Baba, malları satmışsın maşallah. Ama üçüncü defadır önceden sattıklarını ödemiyorsun. Epey birikti ,bu sefer ödemeyi alırız değil mi ?” dedi.
Rıfkı Baba bir Ruhan’ın bir de peynircinin suratına bakarak” Ramazanda çok veresiye yazdırdılar. Henüz kimsede para yok. Veresiye alacağım çok kabarık, telafi ederim “ diyebildi.
Adam, Rıfkı Babayı o kadar çok seviyordu ki, istediği malları gene bıraktı. Ama üç eski ve o gün bıraktıklarıyla birlikte bir aylık senet almayı da ihmal etmedi.
Adam çıktıktan sonra Ruhan, ” Baba sen ne yapıyorsun? Veresiye verdiklerin geriye öder mi sanıyorsun? Ben buraya dershanenin taksit ‘ini istemeye gelmiştim. Şimdi ne yapacağım? Recep’te bu sene liseyi bitirecek, onu da dershaneye yollaman gerekecek. Dostun olan fırıncıda ekmek vermedi değil mi? Hemen Recep’i çağırıp bu konuyu konuşalım babacım”
Recep okuldan çıkar çıkmaz dükkâna geldi. Ekmek dolabının boş oluşu onunda dikkatini çekmişti.
“ Ne oldu abla burada ,bir şeyler mi var?”
“Evet, Recep, babam bütün döner sermayeyi ,bu kara kaplı deftere yatırmış. Şimdi mal alacak, toptancıya ödeyecek para bulamıyoruz ” dedi.
Üçü birden, kara kaplı veresiye defterinin başına oturdular.
“ Hafize Teyze ölmüş! Kızı eve bile uğramıyor. Emekli Sami hoca, ancak maaşını alınca çok az bölümünü ödeyebilir. Terzi Hüseyin’in işleri çok kesat. Hiç ödeyemez”
Bu nasıl bir defterdi, bir ekmek, bir sigara, bir kilo domates, yarım kilo zeytin bile yazılmıştı. Dikkatlerini çok uzun ve yüklü sayfalar çekmişti. Bunu yazdıran belli ki, Rıfkı Baba dükkânda yalnızken gelip gidiyordu. Tanınmış bir inşaat firması mahallelerinde inşaata başlamıştı. İşçilerle yemek ve çay çıkartmak için çok miktarda veresiye yapmış ve iki aydır beş kuruş ödememişti. Hep istihkakı alamadık diyorlardı ama yüz elli kişiyi doyurmak için, et hariç her şeyi almışlardı. İçlerinde bir ümit doğdu.
Ruhan “Hadi üzülme Baba, yarın gider firma sahibiyle konuşur, hiç olmazsa yarısını alırız. Bu kadarı bile dükkânı yeniden kaldırır”. Recep de ümitlenmişti ” Tamam işte babacığım, o kadar çok mal almışlar ki, yarısını ödeseler bile, kalanını bir ay daha bekleyebiliriz “
Rıfkı Baba çocuklarına sarılarak, iç dünyasının her kese acıyarak dağıttığı onların rızkı olan parayı kaybettiği için, adeta özür diliyordu. O gün veresiyeyi kapattıklarını ilan ettiler. Ne yazık ki onlara borcunu ödemeyenler ,peşin para ile daha ilerideki bakkala koşuyordu.
Ertesi gün Rıfkı Baba akıllı kızım dediği Ruhan’ı alarak inşaat şirketine gitti. Onu firma sahibi ile görüştürmek istemediler. Ama öylesine geriye dönecek de değillerdi. Ruhan, sesini yükselterek onlardan alışveriş yapan Alım Müdürünü arıyor, bir muhatap istiyordu. Sonunda Personel Müdürü olduğunu söyleyen orta yaşlı bir adam onlarla ilgilendi.
Önce defterin kendilerine ait olan sayfalarının fotokopilerini aldırdı. Sonra elindeki alışveriş listesini incelerken suratı belirgin bir şekilde değişmeye başladı. Kapıcıya derhal Alım Müdürünün çağrılmasını emretti. Sesi titriyor, elindeki sayfalar üzerine kırmızı kalemle bir şeyler yazıyor, çizgiler çekiyordu.
İçeri giren Alım Müdürünün suratı çok ekşi, bakışları nemrut ve tehditkârdı. ”Sen, bu kadar sigarayı, içkiyi, çikolatayı, çerezi bizim için mi aldın? Bu ne rezalettir. Geçen ay ödenen fatura ,bu bakkaldan alınma değil. Sen ne yaptığını sanıyorsun? Düpedüz firmayı dolandırmak demektir bu .”
Personel Müdürünün bu yüksek sesle bağırmasına firma sahibi ve Muhasebe Müdürü de odaya doluşmuştu. Belli ki Alım Müdürü olan adam, iki aydır firma adına bol keseden alım yapmış ama sahte fatura ile şirketi dolandırarak ,Rıfkı Babaya da hiç para ödememişti.
Firma sahibi Rıfkı Babayı suçlayarak ” Bu kadar malzemeyi verirken hiç mi aklına gelmedi bunların amirine memuruna sormak? Hiç mi anlamadın bu adamın karton karton sigara ve içki almalarından. Ben bu parayı ödemem efendi. Anladın mı ödemem. Ne malum senin de onunla ortak olmadığın?”
Rıfkı Baba içkileri ve sigaraları müdürlere alıyorum dediğini hatırladı, oturduğu yere yığılı vermişti. Ruhan çantasından çıkarttığı kolonyalı mendille babasının boynunu, bileklerini ovuşturarak onu kaldırmak istedi. Muhasebe Müdürü de “Bakkal ile ortak olan hırsız Alım Müdürü’nün derhal işine son verilip ,bakkalın fişlerinin, faturalarının Maliye Müfettişlerince incelenmesi gerek “diyordu.
Rıfkı Baba’yı sonunda bir taksiye bindirerek Devlet Hastanesine kaldırdılar. Recep ablasından gelen mesajı görür görmez sınıf öğretmeninden izin alarak hastaneye gelmişti. Annesi ve küçük kızlar da oradaydı. Babasını yoğun bakıma almışlardı. Ne olmuştu da bu kadar önemli, Rıfkı Babayı Hastanelik edecek kadar üzen şey? Önce bir hemşireye yalvaran sözlerle sordu, aldığı cevap “Doktorla konuşun” olunca iyice sinirlendi. Alt tarafı bir fenalık geçirme değil miydi? Neyse ki doktor onlara doğru geliyordu, önce Ruhan a doğru yaklaştı. ”Sizler hastanın yakınlarısınız sanırım. Babanız çok derin bir beyin kanaması geçiriyor, maalesef sol bölge olduğu gibi felç olmuş. Kalp tarafında olduğu için çok tehlikeli. Hemen ameliyata aldık, gereken her şey yapıldı. Bir müddet konuşamayacak. Daha sonra gereken fizik tedavileri başlatacağız. Geçmiş olsun”
Aile ne yapacağını bilemiyordu. Orta direk ne yazık ki kırılmıştı. Hepsi ağlaşıyor, birbirlerine daha çok sokuluyorlardı. Ruhan kendisini diğerlerine göre daha çabuk topladı.
”Kalk Recep ağlamayı ,doğru git dükkânı aç. Veresiye asla olmayacak ve eski alacakları isteyeceksin. Yoksa yeni mal koyamayız. Bu firma ile de uğraşacağım “
Recep aile reisliğinin sorumluluğunun artık ona geçtiğinin farkındaydı. Küçükler okuyacak, büyük meslek sahibi olacak, ablası ile bu düzeni yeniden kuracaktı. Dükkânın önünde Rıfkı Babadan haber bekleyen insanlar birikmişti. Durumu kısaca anlattı. Bazı insanlar ,borçlarının bir kısmını getiriyor bazıları ise hiç oralı bile olmuyordu. Fırıncı eski gülerin hatırına yine ekmek yığmıştı dolaba. Okul iki ay sonra bitecek ve Recep lise mezunu olacaktı. Ama sonrası artık çok zordu.
Ruhan ile birlikte yeniden kolları sıvamışlardı. Ruhan kasada oturuyor ,kibarca eski borçları hatırlatıyor ,kara kaplı deftere çizikler atıyordu. Recep ise çok erken kalkıp babasının mirası olan dükkânı açarak ,ticareti döndürmek için elinden geleni yapıyordu. Rıfkı Bey tekerlekli sandalyede evin başköşesinde oturup onları izliyor ama tek kelime konuşamıyordu. Yine de gözleriyle soruyor ve seviyordu karısını, çocuklarını. Hayat ne çabuk tersine dönüyordu böyle. Acınası günler ,hep boş muydu? Tansiyonu bazen yükselirdi de bu felç, nereden çıkmıştı. O hırsızla bir tutulmak ha. Yazıklar olsun du bu insanların düşüncesizliklerine.
Neyse ki inşaat firması sigara, içki, çikolata, meşrubat gibi listede kabul etmediklerinin haricinde ki parayı Ruhan’ı çağırıp toptan ödemiş ve Ruhan’dan “Borcu kalmamıştır yazısını da almışlardı “
Umursamadılar epey bir sermayenin kaybını. İki kardeş var güçleriyle dükkânı yeniden işler hale getirdiler. Veresiye müşterilerini kaybetmişlerdi ama kalanlar tıkır tıkır paralarını ödüyorlardı. Rıfkı Baba devri bitmişti.
Yıllar akmaya, Ruhana talipler gelmeye başlamıştı. Ruhan aileyi bırakıp evlenmeyi kendisine yediremiyor “Daha çok gencim hele bir her şey düzelsin de” diyordu .Kısmetlerini geri çevirmesi bile Rıfkı Babayı kahrediyordu. Dükka’nın hemen yanındaki küçük bir otopark ve içinde oto yıkama yeri vardı. Recep’in gözü buradaydı .Bir alsa ,araba yıkamak nasıl olur, müşteri nasıl memnun edilir, herkese gösterecekti.
Bir gün yıkama yerinin devredeceği söylentisini duyarak konuyu ablasına açtı. Ruhan sevinerek onay verince, Zeynep Hanım’da kolundaki bilezikleri oğlu için hemen sıyırmıştı. Sahibi ile konuşup devir işlemlerini yaptılar biraz borçlanmışlardı ama olsun du.
Çok itinalı çalışması, arabaları evlerden alıp yine evlere teslim etmesi ona epey müşteri kazandırmıştı. Recep henüz yirmi iki yaşındaydı açık öğretime kaydını yaptırmış askerlikten şimdilik muaf olmuştu. Rıfkı Baba’yı sabah getirip yıkama yerinde müşterinin beklediği salona oturtuyor ,artık sağ elini kullanarak yazı ile anlaştıkları babasına görevini eksiksiz yapıyordu. Evet, Rıfkı Babanın altından alıyorlar ,sonda ile gezdiriyorlardı ama adam pırıl pırıl çıkıyordu insan içine. Hepside hayırlı evlatlardı.
Yakınlardaki bir Hastanede Fizyoterapist olan hanım doktorun arabasını yıkamışlar, hastaneye götürüp teslim etmişlerdi. Ama Terapist Hanım bir hışımla gelmiş “ buranın patronu kim? Bana Amerika’dan hediye gelen CD çalınmış ben. Bu işin peşini bırakmam “diye bağırıyordu. Böyle bir hırsızlık Recebin yerinde asla olmazdı.
Recep, kadının yanında üzerinde tulum ,ayaklarında sarı çizmelerle dim dik durup neyin kaybolduğunu soruyordu ama kadın elindeki epey kabarık CD çantasının boş gözüne takılmış bar bar bağırıyordu.
“Affedersiniz hanım efendi ,en son ne zaman dinlemiştiniz?”
“Siz hastaneden almadan önce dinlemiştim. Yani işe gelirken”
“Elemanlarımızın radyo, teyp gibi cihazları ellemeleri kesinlikle yasaktır. Rica etsem ,bir kez CD düğmesine basar mısınız? “
“Sen patron musun nesin? Ben sana, o CD çok değerli orijinal ve bana hediye diyorum. Beni anlamıyor musun sen ?”
“Hanım efendi böyle unutkanlıklar oluyor, müzik setinin CD tuşuna basın diyorum size, ne kaybedersiniz lütfen”
Kadın arabasına girip müzik setinin CD tuşuna basınca , CD bir den çalmaya başlamıştı. Terapistin yüzü kıpkırmızı oldu. Çok hakaret ettiğini, bir CD için kalp kırmamak gerektiğini aklından geçirdi. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu
“ Özür dilerim. İnanın aklıma gelmedi. Tabi ya sen geri çıkartmazsan CD çalar içinde muhafaza eder değil mi ?”
“Buyurun doktor hanım, bir çayımızı için. Sizin branşınız nedir”
Doktor Rıfkı Babayı görmüş ona doğru ilerleyerek sağ elini tutmuştu .”Ne kadar zamandır böyle babanız?”
“Üç yıl oldu. Bu en iyi hali. Sağ eliyle istediklerini yazıyor, sorularımızı anlayıp başı ile cevap verebiliyor. “
“Ben fizyoterapist’im. Onu yürütemem ama en azından sağ bacağını ve sağ kolunu kurtarabilirim. Hatta ağzını düzgün ve ses çıkartan durumada getirebilirim. Çalışmamı ister misiniz ?”
“Bizim gücümüz sizin çalışmalarınıza yetmez efendim. Bağ kur güvencesi var ama o bile, senede on beş günden fazlasını ödemiyor”
“Sana maddiyatı düşünme diyorum. Senin adın ne?”
“Recep efendim “
“ Bende fizyoterapist Ayşen”
Ayşen ‘in tedavisiyle Rıfkı Baba da bazı ilerlemeler olmuş karısı ve çocukları ile daha çok diyalog kurmayı başarmıştı. Ayşen yirmi altı yaşında çok güzel bir kadındı. Recep onun gelişini gözler olmuş geleceği saatler tulumu, çizmeyi çıkartıp, saçlarını özenle tarayarak, kokuları bolca kullanıp, güzel sözler söylemeyi içinden tekrar etmeye başlamıştı.
Ah bir ona “ Seni Seviyorum” diyebilseydi. Ne cevap alırdı acaba “ Ben bir doktorum sen kimsin ki, yıkamacı Recep bana sevmekten bahsediyorsun?”
Hayır, hayır bu cevaba katlanamazdı. Hem bu kadar babasına iyilik eden sabırla uğraşan birisine asla onu üzecek bir şey söylemeyecekti.
Ayşen de sürekli Recebi görmek, ona kendisini beğendirmek çabaları içindeydi. Mini eteğini çekip, takviyeli sutyenlerinden fırlayan göğüslerini Recebin gözüne sokacaktı neredeyse
Sıcak ve nemli bir havada arabasını yıkatmaya geldi. Çocuklar arabayı yıkarken o Recep’le koyu bir sohbete girmişti “Bu sıcakta ne duruyorsun burada. Haydi, havuza gidip serinleyelim. Bir de bira patlatırız”
Recep kulaklarına inanamıyor du ”Tamam gidelim” dedi. Bir koşu Ruhan’ a söyledi, havuza gideceğini. Kasadan biraz para vermişti Ruhan. “Al Recep bu sosyetik karının nereye gitmek istediği belli olmaz, yanın da bulunsun.”
Gerçekten çok pahalı bir otel havuzuna gitmişlerdi .Recebin mayosunun eskiliği onu utandırmıştı. Derede yıkanmaya giden ,öy çocukları gibiydi. Kadın ise arabasının arkasında bulanan çantadan çıkarttığı bikinilerini giyip bembeyaz vücudu ile çıka gelmişti kabinden. Havuza yakın bir yer buldular. Recep bahşişi bol keseden verince servis çok hızlı ve özel olmuştu.
“Ay Recep ben bu havuz başında buz gibi votka-Redbull içmeye bayılıyorum. Ne dersin hayatım .”
Yanlış mı duyuyordu acaba.” Hayatım” derken ne demek istemişti, gerçekten onun hayatı olabilir miydi? Peki, ona ismiyle mi hitap etmeliydi, Ayşen Hanım mı? Demeliydi.
“Ayşen Hanım, bu sıcakta votka- Redbull benim bildiğim çarpar da “
“Bana Ayşen diyemez misin? Garsonlar duysa rezil olacağız. Bana içki tesir etmez Recep. İçmeyen erkeklerden de hiç hoşlanmam. Anlayabiliyor musun?”
Recep votkayı pek sevmez ,içkiden de çok çabuk etkilenirdi. Ama şimdi ne yapabilirdi ki? İçecekti mecburen Ayşen ‘e uyup.
Bardaklar peş peşe geldi. Bir yanda kızgın güneş, havuzdan ayna gibi yansıyan ışıltılar ve süt gibi beyaz, tüysüz hafif dolgun bir kadın. Recep başının dönmesine de ,azgından çıkan sarhoş dilinin yarım yarım söylediği sözlere de hâkim olamıyordu.
Ayşen kendisine aşk ilan eden bu genci dinlemekten, şuh kahkahalar atarak onu daha fazla tahrik etmekten çok zevk almıştı. Onu zorla şezlongdan kaldırıp kabinde elleriyle giydirdi. Bu sırım gibi vücut, kaslı kollar, pençe gibi eller ve her şey onun olmalıydı.
Arabaya bindiklerinde Recep uyumaya başlamıştı. Ayşen bu ter içinde kalan genci evine götürüp önce bir güzel yıkadı. Oğlan kendine gelmiş güzel kadına karşılık vermeye başlamıştı. Çok güzel bir gece geçirmişlerdi.
Ertesi sabah Ayşen işe giderken Recep’i yıkamaya yerine bıraktı. Ruhan ve annesi gece eve gelmeyip telefonunu da kapatan Recep ‘e biraz kızmışlardı. Oğlan perişan görünüyordu. Ruhan, gömleğinin yaka altından gözüken morluklara bakarak “ Neden gelmediğin belli ama bir telefon etseydin be kardeşim ” Recep aklına hiçbir şeyin gelmediğini anlayış göstermelerini isteyerek yazıhanenin arkasındaki yer yatağına uzanıp kalmıştı.
Aradan birkaç gün geçmesine rağmen Ayşen ortalıkta görünmüyordu. Telefonlara ise kısa cevaplar veriyor soğuk tavırlar takınıyordu. Recep hiçbir anlam verememişti ,kendisini evine götürüp geceyi birlikte geçirdikleri güzel kadının bu hallerine.
Dördüncü gün bir telefon geldi Ayşen den .Çok samimi ve sevecen bir sesle ona ihtiyacı olduğunu ,akşam eve gelmesini istiyordu. Recep yine umutlara boğulmuş, kısrak görmüş damızlık aygır gibi akşam olmasını sabırsızlıkla beklemişti.
Muhteşem bir sofra harika yemekler ve buz gibi rakı. Sonra birlikte güzel bir banyo ve yatak. Yine sabaha kadar azgın sevişmeler emmeler ve ısırmalar vardı. Kadın, sanki bu çocuğu sevişirken öldürecekti.
İlişkileri aynen bu tempoda, her üç veya dört günde bir sabaha kadar sürüyordu. Kadın, gündüz çok meşgul olduğunu söylüyor, sadece istediği geceler Recebi evine çağırıyordu. Ruhan kardeşinin dikkatini çekmek için konuşmak istediğinde Recepten beklemediği bir tepki aldı .Sanki Recep bu kullanılmaya razı gibiydi.
Günler böyle akarken bir gün Ayşen yıkamaya gelip ,arabasını on günlüğüne park yerine bıraktı .Anahtarlarını da Recep’e teslim etti. Ailesi ile Alanya ya gideceklerini,uçakla yolculuk yapacakları için arabaya ihtiyacı olmayacağını söylüyordu. Recep, hani birlikte tatile gidecektik, niye beni burada bırakıyorsun gibi laflar söylese de ,kız ailesi ile gitmeye kararlıydı.
Beş gün sonra Ayşen den bir telefon geldi. Ani bir iş için ailesinin geriye döndüğünü, otelde beş günlük daha kalabilecekleri paranın peşin ödendiğini ve arabasını alıp hemen gelmesini söylüyordu. Recep büyük bir sevinçle hazırlanıp deniz kenarında giyeceği şort, tişört ve mayo da alarak gece falan dinlemeyip Ayşenin Jeep’ i ile yola çıktı.
Arabayı çok hızlı sürüyordu. Bu beş günü lüks bir otelde çok iyi değerlendirmeliydi. Sabah saat dokuzda Alanya da deniz kenarında ki beş yıldızlı otel de idi Ayşen onu otelin önünde karşılamış, boynuna sarılıp öpmüş ve kol kola kahvaltı masasına oturmuşlardı. Beş günlük hasret ve sevgi konuşmaları adeta dudak dudağa oluyor du.
Kahvaltı masasından kalkarken garson Ayşen ‘e bir dekont imzalatmak istedi. Ayşen biraz bozularak ” Bu ne şimdi? Çıkanın yerine gelen bir başkası için ilave para mı alacaksınız ?” dedi.
Recep “ Bir dakika ben hallederim “ diyerek ,doğruca Recepti ona gitti. Tabii ki Ayşen de bir telaşla arkasından gelmişti. İkisinin de aklı, bu basit otel kuralını pek almıyor du.
“Bakın iki kişi otelden erken ayrılmış zaten. Neden ben onların yerine geçemiyor ve yeniden para ödüyorum?” diyor du Recep.
“Bey efendi ,otelden sadece bir kişi ayrıldı. Çok özür dilerim. Önce Recepti ona uğramış olsaydınız ,size de mavi bileziği takardık ,böylece bir nahoş hadise hiç olmazdı. Lütfen sol kolunuzu uzatır mısınız ?”
Ayşen kolunu çekiyor “ Haydi gidelim buradan ,tamam işte halloldu “diyordu. Ama Recep’in kafasına otelden bir kişinin ayrıldığı ve ayrılanın Ayşenin odasından olduğu yazılmıştı bir kere.
Odaya yerleşirken ,gözü tuvaletteki çöp sepetine ilişti .Kâğıtların altında kaliteli bir özel Zaza tıraş fırçası, pilli bir jilet makinesi ve tıraş sabunu duruyordu. Bu Ayşe’nin babasının olabilir miydi ? Hiçbir şey söylemeden çıktı banyodan.
Yine seviştiler ama bu sefer Recep ,ilk kerhane ye gittiği kadınla sevişir gibi ruhsuz ve sadece görevini yapıyor gibiydi. Ayşen ,”Buna ne olmuş böyle? Tam sertleşmedi bile. Ama yoldan geldin ya, yorgunsun ondandır değil mi sevgilim? ”dese bile Recep içinden “Hala dürüst ‘ü oynuyor ,gelmekle hata ettim” diyordu.
“Bu güzel tatil merkezinin tadını çıkarmalıyım. Her şeyi boş ver be oğlum .Bu kız dengin değil ama böyle bir yere hayatında ilk kez geliyorsun .Bak her şey beleş. İster ye ,ster iç veya istersen denizde ski’lere ,yelkenlilere bin. Bu kadın Ruhan’ın söylediği gibi,beni kullanıyor. Yalan söylediği çok açık. Ama ben aptalı oynamalı ,u beş günü ve ondan sonraki geziyi değerlendirmeli, hiç göremeyeceğim bu yerlerin tadını çıkarmalıyım ”diye içinden geçirdi.
İşte böyle düşüncelerle kendisine yapılan yanlışı içini atmıştı Recep çünkü Ayşen’i seviyordu. Aldırmaz görünerek hemen toparlandı. Havuz kenarında Ayşen’in sırtına güneş yağını sürerken ,yağın tükendiğini görmüşlerdi. Recep bir koşu gidip odadan alıp getirecekti. Odaya çıktığında içeride temizlik yapan hanım saygı ile dışarı çıkmak istedi. Kadının elinde bir liste vardı ve o listeye temizlik yapılan odalar veya barda eksilen içkileri işaretliyordu. Recep üç yüz altı numaralı odanın, Dr. İskender Duran’a ait olduğunu ,o kâğıttan öğrenmişti. Eli ayağı titredi. Kadına usulca” Doktor bey tıraş takımlarını unutmuş. Telefon etti de” dedi.
Temizlikçi kadın” Benim bir suçum yok efendim. O takımlar çöpe atılmıştı ve bende hiç dokunmadan çöpünüzü boşaltırken attım. Lütfen Doktor Bey’den özür dilediğimi söyleyin ”dedi.
“Vay ,vay, vay Ayşen Hanım, demek sen bu odada Doktorla kalırken o gidince yedek futbolcu gibi ,beni oyuna soktun ha. Öyle ya ,senin gibi bir orospu ya tek erkek yetmez değil mi ?”
Kullanılmak herkese çok acı gelir ama Recep gibi yetişmiş bir delikanlıya çok daha fazla koymuştu. Ayşen in cep telefonu hep sessiz modunda duruyor bazen uzaklaşarak birileriyle hararetli hararetli konuşup ,bir şey olmamış gibi gülerek tekrar Recep’in yanına dönüyordu.
Çok güzel eğleniyorlardı. Gece animatör lerin düzenlediği etkinlikte bile rol almışlar ,çok gülmüşlerdi. Bulmuşken jet ski‘ler den inmez olmuştu Recep. Kaldıkları oda –A- sınıfı tutulduğu için ,her şey sınırsız parasızdı. Ah diye düşündü, kardeşlerim ve annem de burada olsaydı. Babamı da bir gölgeye oturtsaydık.
Gece güzel güzel seviştikten sonra Ayşen duşa girmek üzere kalkmıştı. Recep hemen onun telefonundan İskender adını aradı. Aradığı numaraya ulaşmıştı. “İskender Aşkım” yazıyordu. Bu numarayı hemen kendi telefonuna geçti. Ayşen duştan çıktığında o uyuyordu.
Ertesi gün dayanamayıp jetonlu telefonla Dr İskender’i aradı. ” Efendim ben Alanya Mutlu Kız Otelden arıyorum .Bazı özel malzemelerinizi unutmuşsunuz. Bunları hangi adresinize göndermemi isterseniz?”
“Nezaketinize teşekkür ederim. Saatim ve kravatlarım benim için çok önemliydi. Ayşen Hanım ayrıldı mı acaba?”
“Evet efendim ama kalan eşyalar arasında sizin saatiniz yok. Sadece traş takımınız var .Kravatlarınızı da göremedik”
Recep çıldırmak üzereydi .Doktorun verdiği adres Ayşen’in çalıştığı hastaneydi. Yine her şeyi içine atarak havuz başında sere serpe güneşlenen, bikinisinin üzerini de çıkarıp göğüslerini açarak, yabancılar gibi davranan Ayşen’ in yanına uzandı. “ Giy şu bikinini üzerine. Beni kavat yerine koydun be .” Ayşen bu lafa çok sinirlendi ve hırsla giydi üzerini .
“ Sen çok geri kafalı cahil ve kıskançsın. Kimse kimseye bakıyor mu da,bana böyle davranıyorsun. Sende bir değişmeler var zaten. Her şeye görgüsüzce saldırıyorsun. Yıkamacı olduğunu unut biraz. Zaten iki günümüz kaldı. Kavga etmeden değerlendirelim” dedi.
Vay anam vay. Ne kadına çatmıştı o CD ‘ yi kaybedip ,erkesi haşladığı lanet güne gitti aklı. Bu iki günü ondan uzakta değerlendirecekti. Peki ya bu çok yücelttiği kadını unutmak kolay olacak mıydı? Hayatında hiç bu kadar güzel biriyle birlikte olmamıştı.
O gece otelde Türk Gecesi adı altında ilginç bir eğlence yaşanacaktı. Akşam üzeri bütün kadınlar ve erkekler temiz ve çok şık elbiseleri ile yavaş yavaş kollarına taktıkları veya ellerini tuttukları eşleriyle açık antik tiyatro yerine doğru yürüyorlardı. Katılmak isteyenlerin masaları, oda numaraları ve isimlere göre ayrılmıştı.
Mahalli kıyafetler giyen güzel teşrifatçı kızlar, oda numarasını sordular. Üç yüz altı dediklerinde ise, “Doktor İskender Bey, size en güzel masayı ayırttık efendim. Şöyle buyurun “
Recebin koluna sülük gibi yapışıp, diğer kadınların dekolte kıyafetlerini süzen Ayşen ,birden duyduğu bu isimle ilkindi ama Recep hiç aldırmadan yer gösterecek kızın ardından onu da sürükleyerek yürüyordu.
Masaya oturduklarında Ayşen bir tepki bekledi . Recep hiçbir şeye aldırmaz bir halde etrafına bakıyor ,masayı paylaştıkları diğer insanlarla gülümseyerek konuşuyordu .Gece, Ayşen’in tedirginliği hariç çok güzel gidiyordu. Türk Gecesi’nde ,kebaplar ,dansözler ,lklor ekipleri ve sanat müziği solistleri vardı.
Gelen Adana kebabı ,tabağındaki ince lavaş ekmeğinin içine koyup, birazda soğan ve yeşilbiber ekleyerek dürüm yapıp yemeğe kalkınca,Ayşenden ikaz hemen gelmişti.
“Çüş be burası Sivas ‘ın bilmem ne dağ köyü değil. Şu yemeği herkes gibi yesene. Biraz görgü öğren. Salatanın suyuna ekmek banmak ,çok ayıp doğrusu. Kabasın ,seni yontmak gerek”
Recep hiç istifini bozmadan yemeğe devam etmekteydi .Karşısındaki adam “Doktor Bey, hangi hastanede çalışıyorsunuz?” diyince, Recep” Ben doktor değilim efendim. Oto yıkamacısıyım. Buraya Doktor İskender Bey sayesinde geldim” deyi verdi.
Ayşen buz gibi olmuştu. Yaşından olgun görünen Recep’i savunmak için “Recep bu sene doktor olacak, oteldekilerin şakası galiba dedi”
O gece çok sıkıcı konuşmalar ve küçük atışmalarla geçti .Recep hemen hareket edip dönmek, Ayşen ise bütün Akdeniz ‘i ,Egeyi dolaşarak gezmeyi istiyordu .Bu durumda nasıl beraber olabilecekleri ,bilinmezdi.
Erkenden yola çıktılar. Ayşen şehirlerarası yollarda araç kullanmaya korkuyordu. Antalya ‘ya kadar tek kelime etmediler. Artık bütün yalan ortaya çıkmıştı. Ama oğlan onu affetmenin yollarını arıyor, içindeki aşkın aptal büyüsü nü bozmak istemiyordu. Ayşen ise ,Antalya çıkışında arabanın İstanbul yoluna dönmemesi için adeta Allaha yalvarıyordu.
Araba Antalya dan İstanbul levhasının gösterdiği istikamete dönmüştü. ayşen için için ağlamaya başlamış ,Jeep in arka koltuğuna geçerek ,çengel gibi kıvrılıp elleriyle yüzünü kapatıp ,ağlamasını sürdürmekteydi. Kepez’i geçip ,o geniş yola gireceklerdi .Koca bir döner kavşak vardı önlerinde. Recep ,bu ağlamaya dayanamıyor ,hayal ettiği büyük gezinin olmamasına, içine düşürüldüğü lanet duruma, çaresizliğine yanıyordu.
Kavşağa yaklaşırken süratini iyice arttırdı. 110 km – 120 km -140 km… birden ayağı frene gitti. Jeep kayarak kavşağın yuvarlağında durmuş ,Ayşen kıvrıldığı arka koltuktan ,araya düşmüştü. Recep ,sinirli hareketlerle direksiyonu Kemer yazan istikamete çevirdi .Ayşen ne olduğunu anlamamış, kaydığı koltuk önünden hiçbir şey söylemeksizin Recep’e bakıyordu.
Bunca pisliğine rağmen, kazanan yine Ayşen olmuştu. Kemer’de öğlen yemeği yerlerken, ilk konuşmaya başlayan Ayşen ,“ Bak Recep ,senden çok utanıyorum. Sana yalan söyledim ama seni çok sevdiğim, kaybetmek istemediğim içindi. Doktor İskender ile bir yıldır nişanlıyız. Seni gördüğümden beri onunla adeta irtibatım bile kalmadı. Ben seni seviyorum. Seninleyken çok mutluyum. Beni anla ve affet sevgilim”
Bu sözler tecrübesiz genci yine çevirmeye yetmişti. Parmağı ile Ayşen ‘in gözlerinde oluşan yaşları silerken” Ağlama Ayşen ,ben de seni çok seviyorum” diyebildi. İlk geceyi Patara da, ikinci günü Ölü Deniz’de, üçüncü geceyi Göynük’te geçirdiler. Ayşen elindeki ek kredi kartıyla kıyasıya harcamalar yapıyor Recep’e yeni kıyafetler, gözlükler, çeşit çeşit şapkalar alıyor, en lüks yerlerde kalıyorlardı. Recep’in yanındaki para bu gezinin bir gününü bile karşılayamazdı. Dördüncü gün Marmaris Hisarönü’nde konakladılar. Geceyi barlar sokağında geçirmiş, sabaha karşı dönerlerken Ayşen çantasından çıkarttığı, kırk bin dolarlık rolex saati ,Recep’in koluna taktı. Bu saat, Doktor İskender in kavga edip hırsla Alanya’da ki otelden ayrılırken unuttuğu saatti. Recep içkili kafayla o an için durumu pek kavrayamamıştı .Sevinerek kolundaki saate baktı mutluydu.
Beşinci günü Bodrum Bites ‘de geçirdiler. Gümüşlük’ te deniz kenarında yedikleri laos balığını Recep ilk defa tadıyordu. Altıncı günü Cunda Adasında, yedinci günü Assos ta geçirdiler. Ayşen’ in izini olsaydı bu gece çok daha uzayacaktı.
Assos ‘ta deniz kenarında nefis bir balık sofrasında otururken, onlarla biraz samimiyet kuran şef garson, ikide bir masaya gidip geliyor Recep’e bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Sonunda dayanamayarak özürler dileyip ,“Efendim lütfen cüretimi bağışlayın .Ben çok uzun bir süre kolunuzdaki saatlerin distribütörlüğünü yaptım. Acaba rica etsem ,bakmama izin verebilir misiniz?”
Bu yaşlı adamın enteresan ricası onları şaşırtmakla beraber, Recep anlayışla saati kolundan sıyırarak, adama uzattı. Saati evirip çevirerek bazı yazılarını okuyan şef “Bu gördüğüm en güzel, gerçek ve birinci sınıf rolexler den biri. Sakın garanti ve sahiplik belgelerini kaybetmeyin. Güle güle kullanın “dedi.
Recep ,işte o an Doktor İskender le yaptığı telefon konuşmasını hatırladı. Sahiplik belgesi ne demekti anlamamıştı, fatura gibi bir şey olabilirdi. İnsanlar ona saati için bile saygı gösteriyorlardı. Birazda hoşuna mı gitmişti ne.
İstanbul’a geldiklerince Recep değişmiş gibiydi. Yaşadığı ortama yabancı yabancı bakıyor, insanların tatilini nasıl geçirdiği hakkındaki sorularına ,cevap vermek bile istemiyordu.
Aradan on gün geçmişti. Ayşen yine aramıyor, telefonlarını açmıyordu. Recep içine kapanmaya, kimseyle konuşmamaya başlamıştı. Ayşen onuncu gün hiç bir şey olmamış gibi arabasıyla yıkama yerine girdi. Yine tepeden bakan bir hali vardı sanki. Rıfkı Babanın yanına gitmiş, ona bazı egzersizler yaptırıyor, arabanın yıkanmasını bekliyordu.
Recep tulumunu çizmesini çıkartmadan gelip ,“Hoş geldin, seni sürekli arıyorum telefonunu açmıyorsun, evine gelmemek için kendimi zor tutuyorum. Neden yapıyorsun bu işkenceyi?” dedi.
“Lazım olduğu zaman seni çağırıyorum. Daha ileri gitme, yıkamacı Recep”
Recep elindeki ıslak bezi ,hırsla sıkıp sularını akıtarak ayrıldı yanından. Çocuk adeta kilitlenmiş gibiydi. Bakkaldan çıkıp babasını bakmaya gelen Ruhan ‘ı görmedi bile. Bu kadın onu öldürecekti. Esir olmuştu aşkın aptal büyüsüne. Küçük kızlar yanına gelmiş, ondan harçlık istiyordu. Ruhsar ‘da lise sona gidecekti. Güzel bir genç kız olmuştu. Kızlar harçlıklarını alırken ,Recebin yüzündeki hüznü görmüş, annelerine söylemişlerdi.
Zeynep Hanım ,oğlanın bu gidişine çok üzülüyor ama gençliktir geçer diyerek üzerine gitmek istemiyordu. Ruhan ı yanına çağırdı” Kızım bu oğlanın hallerini hiç beğenmiyorum. Şununla bir konuşsan “ diyebildi.
Akşam saat epey ilerlemiş ama yıkamaya gelen arabaların işi hala bitmemişti. Ruhan bekleme salonunda oturup Recep ile konuşmak için fırsat kolluyordu. Dükkândan gelirken getirdiği birkaç bira ve çerezi masaya yerleştirip kapıyı kapatarak, kardeşini karşısına oturttu. Recep onun bu hareketine şaşırmıştı. Gülerek oturdu çilingir sofrasına.
“ Eee Recep, canım kardeşim, söyle bakalım Ayşen hanımla tatil nasıl geçti? Güzel geçti ise, neden mutsuzsun? Kötü geçtiyse, neden hala buraya geliyor? Bu pahalı saati neden sana hediye etti?”
Recep ,o saatin Doktor İskender e ait olduğunu söyleyemedi. Kimsenin Ayşen’ in gerçek yüzünü bilmesini istemiyordu. Şimdi ne söylemeliydi, hayatı birlikte göğüsledikleri ablasına? İki birayı soluksuz içip, ” Abla ben de bir şey anlamıyorum. Bir bakıyorsun canım cicim ,bir bakıyorsun yıkamacı Recep. Ne yapmalıyım bilmiyorum. Ama onu çok seviyorum. Çaresizim Ablacığım”
Ayşen ,onun hastaneye gelmesini kesinlikle yasaklamıştı. Ama telefonlara cevap vermiyor, onunla konuşmuyordu. Recep, mecburen son bir konuşma yapmak için hastaneye gitti. Fizik bölümüne girdiğinde ,servis şefinin kapısında Doktor İskender Duran yazan odanın önünde çakılıp kalmıştı. Derken Ayşen kendi odasından başını uzatıp ,bir hastayı içeri davet edecekti ki onu gördü. Yüzü değişmişti. Kısık bir sesle “Defol git buradan. Yoksa seni dışarı attırırım” diye fısıldadı kulağına.
Hastalar bu kısık sesle yapılan tehdide kulak kabartarak ,olayı izliyorlardı .” içeri gir ve son defa konuşalım Ayşen. Sonra seni hiç rahatsız etmeyeceğim. Lütfen Ayşen ,beş dakika dinle beni. Çok kötüyüm, sensiz olamıyorum”
Ayşen birden ileride duran güvenliğe seslenerek ” Atın bu serseriyi dışarıya, beni tehdit ediyor” diye bağırdı. Recep şaşırmıştı. Üzerine gelip ,kolunu tutarak onu uzaklaştırmaya çalışan güvenlikçiye “Bırak lan kolumu “diye çıkıştı. Ama adam ,daha fazla bükmeye çalışıyordu ,yakaladığı bileği .Öbür kolu ile suratına okkalı bir yumruk patlatınca ,olduğu yere düşürmüştü güvenlikçiyi.
Ortalık karışmış, Doktor İskender Duran kapısının önünde olanları izleyerek , ” Bu ne rezalet ,çıkartın bu adamı buradan “ diye bağırmaya başlamıştı. İlk defa Doktor İskender’ i orada görüyordu. Durakladı, adama dikkatle bakmak istedi elli yaşlarında olmalıydı. Dinç bir görüntüsü vardı ve yakışıklı bir adamdı.
Birden iki polis koşarak yaklaşıp onu yakaladılar. Henüz birkaç adım atmışlardı ki, Doktor İskender “ Bir dakika durun memur bey. Bu adamın kolundaki saate bakmak istiyorum. Lütfen bir dakika” dedi. Polisler önce durdular sonra doktorun odasına sürüklediler Recep’i .Polisin biri saati kolundan çıkartarak İskender Bey’e uzatmadan önce “Bakın iki polisin önünde söylüyorum .Bu saat benim ve bana ait olduğu arkasında yazan Dr. İ.D harfleriyle sabittir. Ayşen ,bu saati sen almıştın, nişan hediyesi olarak. Lütfen ,sen de gel bak ”dedi.
Saatin arkasını çevirdiklerinde Dr. İ.D harflerini gördüler. Doktor çekmecesinden bu görüntünün ve yazıların resmi de bulunan sahip olma ve garanti belgelerini çıkartmıştı. Recep hiç konuşmadan yüzlerine bakıyordu. Ayşen “ Bu adam aşağıda oto yıkamacılığı yapıyor. Sen otelde unutunca ,saatini çantama koymuştum. Geçenlerde arabamı yıkatırken çantamı karıştırmış olmalı.”
Recep’i önce karakola götürdüler. Suçunu itiraf etmesi için epey dövmüşlerdi. Ama o tek kelime konuşmuyordu. Ertesi sabah mahkeme ,hırsızlık suçundan tutuklayarak onu metris ceza evine yolladı. Ailesi perişan olmuştu. Ziyaretçi kabul etmiyor kimseyle konuşmuyordu.
Doktor İskender şikâyetçi ,Ayşen ise şahit olarak mahkemeye çıktılar.Hâkim avukat tayin etmek istediyse de, Recep kabul etmedi. Sadece mahkeme salonuna el ele giren ve mutluluğu yakalamış olduklarını dışa vuran ,Ayşen ve Doktor İskender Bey ‘e gülümseyerek bakıyordu. Tek celsece hâkim bu kendini savunmak için hiç ağzını açmayan hırsız gence ,bir yıl hapis cezası verip iyi halden dokuz aya düşürmüştü. Ayrıca hırsızlığın olduğu iş yerinin bir ay kapatılması için belediyeye yazı da yazdırılmıştı.
Jandarmaların arasında son bir defa Ayşen’e bakan, susan, onunla ilgili sadece güzel günleri anan adam, jandarmalardan birinin ,”Ya hemşerim senin durumun başka be. Biz gide gele hâkim olmuşuz. Sen, bu saati çalsan kolunda gezdirmez hemen satardın. Hele o hastaneye kolunda saat ile hiç gitmezdin . Hem dikkat ettim de sen ifade vermedin ve hiç konuşmadın. Ama kıza bakarken gözlerin çok şey anlatıyor du ”dedi.
“ Boş ver be kardeş. Aşkın aptal büyüsü de geç git işte”
Dört ay sonra ,sicilinde “Hırsız “ damgasıyla yeniden işine döndü. Belediye kapatınca dağılan kadroyu ,Ruhan yeniden kurmuştu. Kimseye gerçeği söylemedi. Bir robot gibi önüne gelen araçları yıkıyor, sadece babasının sağ eli başının üzerinde ,onu okşayarak dolaşırken, gözlerinden birkaç damla yaş akıyordu.
Bir sabah aşağıdaki çiçekçi, Ayşen’in Jeep ine kurulmuş olarak geldi.
“Selam Recep ,bu arabayı çok iyi yıkayın. Bu akşam gelin arabası olacak. Gelin hanım en iyi senin araba yıkadığını ve sana getirmemi söyledi de. Acayip bir süsleme yapacağız. Aman koçum iyi bir temizlik yap ,mahcup olmayalım. Sana bahşişini de verdi, bak bu zarfta.”
Recep o zarfta ne olduğunu merak ederek tulumun cebine soktu. Arabanın koltuklarını elleriyle yıkarken koltuklara damlayan gözyaşlarını ,o arabayı tanıyan diğer elemanlardan gizleyerek siliyordu. Bodrum’da ona aldığı boncuklu örme bilezik, koltuğun altından çıkmıştı. Özenerek öpüp, vites koluna doladı. Arabayı ,çiçekçiye teslim edip yolladıktan sonra ,içeri girip ağzı kapalı zarfı açtı. Zarfın içinden bir 100 Dolar ve küçük bir kâğıt çıkmıştı. ”Devam etsin mi ?”yazan.
Evet ,devam etmesini çok istiyordu. Kendisinden birkaç yaş büyük bu muhteşem kadından başka,hiç bir şey yoktu aklında ve gönlünde. Saatler boyu iki elini çenesine dayamış masasında oturarak geçirdi zamanı. Elemanlar onu anlıyor, Rıfkı Baba kucağında hoplattığı aslan oğluna bakarken ,onun yerine çaresizlik gözyaşları döküyordu.
Tanıdık bir korna sesiyle irkilerek, başını kaldırdı. Çiçekçi arabayı çok güzel süslemiş teslim etmeden önce Recep’e göstermek istemişti. Koca koca A ve İ harfleri arka cama yapıştırılmış, önde “Evleniyoruz” arkada “Çok Mutluyuz” yazıları ,plakaların üzerine örtmüştü. Çiçekçi arabadan Recep’e doğru, ortası küçük çiçeklerle boğumlanmış ,köşesinde Ayşen- İskender yazan, beyaz ipeksi bir havlu fırlatmıştı.
Artık dayanamadı gözlerinden akan yaşı, burnundan akan sümüğü ,ancak bu havlu temizlerdi. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak koşup ona manalı gözlerle bakan Rıfkı babaya sarıldı.
Yaşlı adam bir zamanlar kendisini tedavi etmeye çalışan Ayşen’e oğlunun âşık olmasının kabullenmiş gibiydi. Sağ eliyle,diz çökerek tekerlekli sandalyedeki babasının kucağına başını koyup ağlayan Recep’in başını okşadı.
Bu büyüyü, aşkın aptal büyüsünü ,kimse bozamaz diye düşünüyordu, uzaklara bakarken ,yorgun gözleriyle.
E. Yaşar Ovalı 06.03.2013
YORUMLAR
dalıp gitmek ve sonuyla irkilmek bu olsa gerek .. :) yüreğinize sağlık..
kukurikuu
İnsanlar zaten hep hayal ve düş görmüyorlar mı?
Saygılarımla.
kukurikuu
Saygılarımla