- 5462 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Anne Özlemi
Dersi kaynatmaya çalışan bir öğrencinin hışmanı uğramıştı Selim, defterinden düşen bir kağıdı havada kapan sınıfın haylazı Emir, okumaya başladı kağıtta yazan şiiri :
Gittin gideli ağlarım
silemedim gözyaşlarımı
Selim hızla uçar adımlarla Emir’in üzerine atlayıp kaptı kağıdı, ama haylazın susmasına engel olamamıştı:
“ey adamım kime bu aşkın? Alaylı bir iadeyle ağzını geydire geydire , okuduğu iki satırı okumaya devam ediyordu sınıfın ortasında.
Selim birden Emir’i ayaklarının altına aldığı gibi yumruklarını saydırmaya başladı, kafasına gözüne öyle bir dalmıştı ki öğretmenin sınıfa girdiğini dahi görmemişti, birden sesizlikle irkilip durdu ve öğretmenle gözgöze geldi:
“Şu halinize bakın! Koskoca adamlarsınız utanmıyormusunuz kavga etmeye?”
Öğretmenin sinirlendiği belliydi yüzünden, bir hışımla Emir’in elinden kağıdı alıp okumaya başladı:
Gittin gideli ağlarım
Silemedim gözyaşlarımı
Sel olmadan gel anam
Anam garip anam
Sınıfta bir sesizlik olmuştu, bütün yüzler Selime çevrilmişti, Emir ise başını yerden kaldırıp arkadaşının yüzüne bakamıyordu, demek annesine yazmıştı? Devamını okumadan alay etmişti “aptalın tekiyim” diye düşündü, öğretmenin sesi çıkmıyordu adeta düğümlenmişti kelimleri kursağında, ağlamamak için ağzını burnunu kontrol etmeye çalışsa da başaramadı, sesizce çıktı sınıftan, kendini koridorun boş zeminine atıverdi, birden boşaldı yaşlar gözünde.Ders işlenmedi ama sınıf harıl harıl ders işleyen öğretmenin varlığıyla birdi, kimse konuşmaya cesaret edemiyordu, az önce Emir’le beraber şiirle alay eden kızlar sıraya abanmış ağlıyordu.
Selim annesini siyah beyaz silik bir resimden tanıyordu, küçüçükken annesi onu bırakıp gitmişti? Nedenini hiç bilmiyordu, onu neden götürmemişti yanında, hiç değilse arada görmeyede mi gelemezdi? Köylü, “zülüm ettiler zavallıya, dayanamadı kaçtı” diyor, Dedesi atıp tutuyordu ardından. Üvey annesini hiç sevmezdi, çirkin bir kadındı üstelik, hain bakışları vardı babasının olmadığı her yerde. Babasının yanında tam tersi bir kişiliğe bürünür, şevkat merhamet duyguları kabarırdı nedense? babası hiç bir zaman anlayamazdı oğluna gösterdiği korkunç başka yüzünü, bu yüzden iyi bir analıktı babasının gözünde. Bir de engelli kardeşi olmuştu, köylü Sena’nın ahı tuttu diyor başka bir şey demiyordu. Dayaktan yılmış, ait değilmiş sanki bu köye, huzur vermemişler , bir gün canına tak edip kaçmış babasının köyüne.Selim’i almak istemiş ama vermemiş babası, “adını anmayın” der dururdu dedesi, babası arada dalar giderdi eskilere, “kıymetini bilemedim” der ağlardı kendi kendine. Güzeller güzeliymiş , ince narinmiş, gün doğmasın ben doğayım dermiş şafak vakti güneşe, zekiymiş okuma yazma bilir, sanatın her dalını severmiş, Selimde annesine çekmişti , sınıfın birincisiydi, öğretmenlerinin gözbebeği. Annesi evlenmiş kaçtıktan sonra,ne yazık ki dayaktan kaçamamış, kocası içki içip kendini sürekli döven bir adammış, fazla yaşamamış ve akciğer kanserinden ölmüş, zavallı anacağı yetim üç cocukla kalakalmış hayatta bir başına.Neden hiç aramamıştı kendini? neden sormazdı bir kez olsun? anne özlemiyle büyümüştü bu yaşına gelene kadar. Şimdi kağıtların arasından bulduğu siyaz beyaz bir resimden ibaretti bütün bildiği.
Öğretmenler odasında bir hayli konuşuldu bu konu, öğretmenlerden biri soruyordu Sema öğretmene:
“ demek annesini hiç görmemiş, zor bir durum olsa gerek?”
Sema öğretmen:
“ öyle iyi öyle çalışkan bir çocuk ki anlatamam, annesinden ayrı büyümüş zavallı, defterinden düşen şiirile alay etmiş sınıf anne kısmını okumadan, bilseniz nasıl üzüldüm, sarılıp ağlamak geldi içimden o an için, ne çare yapamazdım daha fazla dokunurdu ona, ama belkide anneye ulaşabiliriz, okula gelmesini sağlarız, en azından görür annesini”
Öğretmenler odasında bu konu saatlerce konuşuldu, bütün öğremenlerin ortak fikri, Selimin annesini bulmak olmuştu.
Selim o sabah farklı bir duyguyla uyanmıştı, hani bazı günler her şey yolunda gider, işte öyle bir gündü, okula gelene kadar kimse tarafından azarlanmamış, üstelik yolda gördüğü güzel bir kızla bakışmıştı içine işleyen bir heyecanla. Belki de evlenebilirdi bu kızla, neden olmasındı? Sonra güldü kendi kendine geçen yıl Yelda için de böyle düşünmüş, sonrada şükretmişti onunla yazılmayan bir kadere, sevmiyordu artık, tavırları gönlünü bulandırıyor yüzüne bakmak gelmiyordu içinden, şıp sevdimiyim ben ? Diye düşündü içinden, evlenince de aynı duygulara kapılırım gibi bir endişe duyduğu bir anda sınıfın kapısı açıldı ve müdür girdi içeriye:
“Emir gel oğlum, bir misafirin var”
Sema öğretmenin eşliğinde yerinden kalkıp yürüdü koridorun sonundaki öğretmenler odasına, öğretmenler toplanmıştı ve "pigango çıkmış" gibi bir haberi kendisine iletmek ister gibiydiler. Bir ara öğretmenlerin arasından fırlayan bir kadın Selimin karşısına dikiliverdi, yalvarır gibi bakışlarla:
“Selim ben senin annenim! ”
.....
Yutkundu bir anda Selim , gerçekle rüya arasında bir yerde sabit kalakalmıştı, ne gerçeğe yönelebiliyor, nede rüyadan uyanabiliyordu.Öğretmenlerin gözyaşlarıyla “annenim” diyen kadının gözyaşları aynı anda boşalıyor, kadın kollarıyla sımsıkı kavramış bedenini bırakmıyordu Selim’in. İlk kez kendine bu kadar içten sarılmıştı bir kadın, bütün varlığıyla ve ahtapotu andıran kollarıyla. Bir an durdu ve sımsıkı kucakladı annesini güçlü erkek kollarıyla, öylece kaldılar uzun bir süre, elleriyle annesinin gözyaşlanına dokunuyor bir taraftan öpüyordu gözlerini, annesinin yüzü yaşlanmıştı bir asırlık, gözyuvaları kaybolmuştu adeta, kan döküyordu yaş yerine. Bazen mutluluktan da ağlarmış insan, onlarla beraber bütün öğretmenler de ağlıyordu...