- 414 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
En çok kendilerine yazdıkları şarkıları dinlerdiler…
Ezik düşlerin ardında kalan benlik...
Sadece tek şeyi barındırır, umuda bağlı olan sabır…
Buradaki düşler dediğimiz düşünceler ve umutlara karışmış rüyalardır aslında, bir bekleyiştir, aslında bir ar mücadelesidir, aslında yoklukla ruhsal savaştır, aslında rüzgâr kesiği bir yaşamdır, belki de sevmenin ardında kalan ezilmişlikle sadece barınmaktır hayata, belki de kısmaktır ruhsak darlıktan, uzun zamanlara dönmüş bir bekleyiştir aslında kimsesizliğin, sahipsizliğin ve de cesaretin, umudun son çırpınış son sesleridir bu sabır, sadece gülmek istemektir hayata, sadece gülmek istemektir canından kopan cana…
Kendime az önce defalarca sordum, "artık bir müddet yazmasam geberir miydim ki " diye, o riski göze alamadım, nefes almak gibi bir şey, en sevdiğinle konuşmamak gibi bir şey, ölmüşünle hasret gidermek gibi sanki o an nefes olmak, en önemlisi sevgili, senden ayrılış gibi bir şey, işte bunu göze hiç alamam, hiç alamadım ama yine de giden ben olmadım, yazmaktan da bırakan ben olmam, sen bırakmadıktan sonra, geberinceye kadar yazarım artık...
Sen gideli, günler geçti her şey sana benzemeye başladı, yıllar geçse ki her şey sen gibi olacak, biraz mavi, biraz pembe, belki da daha sonrası gök kuşağı rengine bulanacak, dahası mı ben de sana benzeyeceğim hiç şüphesiz ki gökyüzü kuşlarla donanacak...
Toprağa seni vermekti en çok korktuğum hayatta, gün geldi ağladım, gün geldi vazgeçtim yaşamdan, gün geldi hep yanımda kal diye yumdum gözlerimi dua ettim, şimdilerde ise, baş edilmez korkularım var seni kaybetmeye dahil, şimdilerde vazgeçilmez isteklerim var sevdaya dahil, unutma hayat dar zamanlarda olanların yanında sıkıntılı kalır, oysa sen benim geniş zamanlarımdın...
Aklına geleceğim bir şafak vakti, işte o zaman kâbusun olup çıkacağım rüyandan, o tan yeri ağarırken, bir düşün gözlerimin hâlini, gözbebeklerimdeki sen hâlini ve arsız kelimelerle yaptığım cümlelerle kurşun atmacasına vuracağım kaderimi ki aklına geldiğimde, sen de özleyeceksin kıştan çıkma baharın güneş ışıklarını ben gibi, aklına geleceğim unutma, bu günün yarınını ki hayat sana da artık benden sonra kısa kalacak mahşeri karanlıkta...
En çok hoşuma giden soruydu bir zamanlar, iki cevabı vardı, ben kendim gelirim veya hiç gelme, gibiydi, "yarın seni nereden alacağım" dediğimde, bıraktığın yerdeyim, oradan, derdi, şimdilerde ise, gözümden uzaktan, yüreğimin yakınından almak isterdim onu, gene iki cevabı var bunca yıl sonra...
Aslında hep cevabını bildiğim soruları sorar dururdum, yanılmamak için, yanılmazdan önce, sonraları da yalan olacak diye sorular sormadım, sadece sen de gidiyorsun biliyor musun dedim...
Söylenmemiş sözlerin cevabı bilinmezdi, söylenmemiş cümlelerdi, sorulara cevap aranan…
Adam ve ateş, bir ardı yoksunluk, diğer ardı bir kadın ve sessizlik, düşsel bir görüntü, sessizlik, bir ardı da diplerdeki savruluş, kadın ve adam, bir önü gözler, diğer yanı sözler, sonsuzluk ise sessizliğe sarılmış benlikler, belki de sadece eyvallah geçmişe, öylesine bir yaşam işte...
Bir gün bir yerde bir soruya cevap verirken şaşırmış insanların gözlerine bakarken, sordum yanıldığımı sanan insanlara, bana gerçeğin rengini değiştirecek bir renk karışımın rengini söyler misiniz demiştim herkes susmaktan başka çare bulamamıştı ve ben tekrar ettim anladım dedim gerçek dışılık rengi sus rengidir deyip teşekkür ettim ve o andan sonra hayatımda o kadar çok alkış almadım, demek ki daha sonraları o kadar doğruları söyleyememiştim çünkü hep yanımda biri vardı ve o çok yalan söylerdi...
İhtimal ki bu çilelerle, ihtimal üzgün olacaktı hayatım, sen varlığı doluştukça yaşam karelerime, ihtimal tüm benliğim senli olacaktı ve ben kopmayasıya bir bağla bağlanırken sana, yine ihtimal nefes almalara zorlanacaktı bu benlik, senin varlığın hep çile oldu bana bilmez misin ki ama ben yine de yapışmışım gölgene bu isteklerle, keşkelerim çoğalsaydı hayatımda olmalarına ve de daim kalmalarına dair...
Yangın yerinde her zaman kül olur, yeter ki rüzgârı iyi kullan, küller uçuşsun, hayat bu sevgili hayat, hep yaktı geçti ki küllerimiz şimdi sorun oldu...
Senden gayrısı yalan bana derken, sen yalan olmuş çıkmışsın ki ne yazar bu kalem artık...
Aslında hiç kimse görememişse onu, aslında hiç kimse ne kadar çok güzelsin diyememişse ve hiç kimseye seni ben de sevdim diyememişse, o gerçekten güzel ve sevgilidir...
Koyu bir sevda bu, koyu bir karanlıkta, hepsi üst üste, ardı bir baş ağrısı, vazgeçmek her şeyden bir anda, koyu bir düşünce bu, yalnızlığın üst üste olduğu bir anda, kapkara koyu bir düşünce bunlar çıkmazların içinde, her şeyden vaz geçme zamanı belki de ama şu sevda baş ağrısı bir etken, bir de meraklanmak, neredesin, nasılsın, demek…
Şimdi sen ve ben sen gittikten sonraki bana dönüştü, ardında kalan kurumuş yapraklarla doluşmuş yollar, alaca karanlık bir yol düşü bunlardı arda kalan, kokusu kaçmış yaseminlerin yapraklarındaki kahve renklilikleri ile avuçlarıma doluşan yaprakları, asfaltın zif kokuları kendine yapışmış ki, artık dermansız bakışlarla senden kalan izler çürümüş, yalnızlıkları yapışmış kendi sevdalanmaların, boşalmış tün yollar, kent kendi sakinliğinde ve unutulmaz sanılan anılar karışmış rüzgârın sert ışıltısına, bir ben yalnız sanki sokakları arşınlayan, uğultulu bir karanlık bu, sersem edici rüzgâr yüzümde parçalanıyor sanki her şeyin ardı kesilmiş karanlığa saplanmış şehrin dönemeçlerinde, kendi kendine korkuların acımasız ürpertisi tüm yaşanmışlıkların üstünü örterken, kâbusa dönüşen düşüncelerle tüm anılar boşalmış yollarında bu yorgun kentin…
Bağırsam ayazın yünü bile değişmez, küssem kendimin bakışları değişirken bile artık senden kalan son düş bile düşüyor kesme taşların aralıklarına…
Gitme saklımdasın zaten hep, duruşundu hep gözlerimi yakan, korkuyorum sabahın alaca soğuğundan, ahtımız vardı el tutuşmaya derken, şimdi ardımızda kalana el sallarken aslında sallanan ruhumuzdu, aklım seninle kaldı tüm zamanlara, bir bilsen dün gibisin yıllar sonrada benimle…
Ahtopotun kolları gibiydi bedenimde sarmalanmış kolları, bir dokun bin hisset olmuştum…
Evet diyorum çünkü demesini seviyorum, uzaktan gelen bir ses bu diyosun, unutulmaz anlara iten bir ses, belki biraz kıvrandıran ama gurur veren bir ses bu usulca çıkan, ufakça çığıran, ufaklıkça ataklaşan, sevgiye dahil bu sözler, sevmenin ardında kalan, anılara dahil bu ses, unutmanın çok ardında kalan, hasrete bağlanan bir ses bu diyosun, son gülüşe uzanan, son nefese uzayacak bir duruşa çıkan bir bir duyu bu diyosun, evet diyorum, sevgiye dahil, ne varsa, sevmeye dahil ne olacaksa, hasrete, azaba, efkara dahil ne denecekse, karşısında durulmaz acılar da olsa diyorum işte... Ben bana dahil, oldum acıda, ben bende oldum sabırda, ben bende oldum hayata dahil ne varsa el tutmaya, ben sevmeye dahil oldum kahretse de diyosun...
Sebepsiz düşler kurdum, gereksiz zamanlarda, kendi kendime, korkuları sakladım arsızca bir yerlere, sahipsiz düşüncelerim vardı, kendimce haklılığımda, hoyrat zamanları kullandım sebepsiz sıkıntılarla, gereksiz güldüm, delice düşüncelere, kendime kızdım mantıksızım diye, sonra sana çok kızdım, sebebimsin dar nefeslere diye, ayrılığa kızdım, neden sadece benim başımda diyerek, oysa o kadar ayrılık zamanları yaşayan varmış ki kendime delisin sen dedim.
İlk defa delirmek üzere değilken güldüm…
Hayatı zor eyletti bana sevmek olgusu, çoğu zaman mahzunluğa, çoğu zaman çaresizliğe, çoğu zaman da imkânsızlığa baş etmeye çalışmaya, çoğu da sevgide eğilmeye, velhasıl duramayasıya bir uğraşa salarken beni, çoğu zaman bezdim geçtim her şeyden derken bile sevginin o masum duruşu, o boynunu eğmiş hali, her şeye yeniden uğraşa attı beni... Kaç farklı mevsimleri yaşadık biz, kaç hesapsız dertlerle uğraşta kaç gece saldık kendimizi uykusuzluğa, yine de caymadık sevgiden...
Vah sevgi vah, her haliyle perperişan ki gözyaşları kulvarların ıslaklığı artık, gecenin gölgesinde parlayan…
Kahrolasıya eğdiğimiz boyundur bu günlerde bedenimizden eğrisi ile savulduğumuz, her şeyine itirazsız kaç baharı, kışı uğruna geçiştirdiğimiz, gelecek günleri uğruna bağladığımız, artık ben sende yokum diyemediğimiz, tüm kışları buz kesmiş bedenimizle uğrunda savuşturduğumuz, geleceğe ait ne varsa yaşanacak ki hepsinin tek hesabını veremediğimiz sevmek bu, uykularımızı darmadağın eden sevgi bu, sevmek bu insanı ve de sevgiliyi sevme farkı bu...
Hayatı zorlaştırıyorsun bana, içimde birikenlerle dışa vuranları karıştırıp kendimi süzgeçten geçirmemi istiyorsun benden…
Oysa tek bakışına yüreğimin ritmi bozulurken, ağlamaya dayan diyorsun bana, söylenmemiş sözlerin ardında biriken ne biliyor muşun, hayatımın eksik yanı, söyleyemediğim binlerce cümlenin yanında tek kelimeye mahkûm et beni diyorsun…
Oysa sevmeye dahil etmek isterdim seni, oysa sevmede kalmaya zorlamak isterdim seni ama olmadı, tek kelimelik sevdim kelimesine uzattın düşlerimi ve mahkumu ettin prangalayıp, bukağılayarak beni…
Keşke deseydim o tek kelimeyi ki söylenmemiş hiç bir cümle kalmazdı aramızda…
Sevgilim diyebilseydim sana, tüm ezberlerimi bozarak…
Hayatı zorlaştırıyorsun bana derken aslında tüketiyorsun beni demek isterim, çünkü artık uzun bir köprünün son adımlarında dolanıyorum, bitemeyesiye bir uğraş bu yaşam çabası…
Bir de unutulamayasıya cümleler dolaşıyor sana dair ama susa düştü artık dil ve uykusuzluk sürgün gidiyor gecelere…
Belki de bu hayatımın en iyi hikâyesi olacaktı ayaklarım dolaşmamış olsaydı…
En çok kendilerine yazdıkları şarkıları dinlerdiler, sonraları o şarkılarda kaldılar mırıldanarak, sonra da birbirleri ile şarkılar dinlemeyi özlediler, daha sonra da her şarkıyı özlemle ağlarken dinlediler ve bir gün evvel zaman şarkılarını dinler oldular tek başa, bir başa...
Bir devirdi bu döngüdeki, duramayasıya bir devinimle, çoğu zaman hasrete çıkardı ucu, acımasızdı saatlerin vuruşları, acımasızdı zamanın geçişi ve acımasızca kayboldular o zamanın içinde kendi sırları ile, durmayasıya hatırladılar ilk cümlelerini, unutulmaz düşlere daldılar tekrarlarken zamanın vuruşlarını, sonunda kendilerine acıyarak boş verdiler saatleri, günleri, yılları, sonunda hep dar nefesler aldılar ve kaldılar bir köşede kendilerince mutlu sandıkları zamanlarda, küçük hediyeler verdiler kendi kendilerine, hep uzaktan duydular nefes seslerini, adına da evvel zamanlardaydı sevgi dediler...
Oysa karanlıkta da görürdü görmek istediği her şeyi yürek denen kıvrımlar, belki tüm saklambaçlar karanlıklarda saklanarak daha güzel oynanırdı, sevgi uğruna delinirdi çoğu zaman yürekler, aslında unutulmuş gibi yapılan seni sevmek gibi bir şeydi aslında, ulu orta söyleneceğine saklanırdı dipsiz kuyuların gölgeliklerinde, oysa ne güzeldir haykırmak seni ben de seviyorum, sen de bana sevdiğini söyle ki sevinç yaşasın benliğimde demek...
Şimdi tüm yalnızlıklarımı sarmalarken bedenimle, geçmişin tüm huysuzluklarını seninle birlikte adsızlar mezarlığındaki sahipsiz mezara teslim ediyorum...
Hayat artı ve eksileri ile devam ediyor, gelecek de bu iki değişmezin arasında şüphesiz, sadece istesek de istemesek de biri var ki yine göz dikecek hayatımızın kalan kısmına, işte o zaman iki ihtimal var, mutlulukla gülmek veya mutsuzluktan vaz geçmek gülmekten, işte o zamanlarda farkındasızlıkla çok yaş akacak gözlerimizden...
Boş ver bütün acılar küf tutuyor ve küf tutmayan acı yoktur...
Gözlerimiz vardı bakışları ile göz bebeklerimize otururdu, ellerimiz vardı parmak aralarına doluşurdu parmaklarımız, özlemlerimiz vardı sonsuza kalacak düşlere gizlenirdi, geceler vardı sabahı zor olurdu, hasret vardı ki hiç bitmezdi saklanırdı yaşamın içine, bir ben vardı ki kayıptı kendine, kaybolurdu geçmişine, sabahlar zor olurdu yaşamda, dünden kalma anılar gizlenirdi kirpik aralarına ki bir umut vardı saklanan Anka Kuşu kanat altlarına...
Mandalin kokusundaydı ayaz gece, bir de ruhun isyanı olmasa, bayağı iyi olacak gece...
Hep düşlerim mandalina kokulu gecelerde hayatın varlığındaki yaşamda, hayâllerle neler değişir gerçek yaşamdan diye...
Her an sen sen derken, galiba biraz senleşiyorum, yaşam sensiz olmuyor sanki derken, galiba nefes almakta zorlanıyorum...
Hadi bir yerde anlaşma olsun. Özlemin resmini çizelim veya bir şair sevginin resmini tarif etsin...
Aslında iki ucu sağlam bağlanmış bir urgan üzerinde yürüyüştür yaşam, yalanla, doğru arasında, az biraz yalana doğru yürünse ağırlıkla kopan ipin altında kalır kimisi dediğimiz ki, onları tanımak da çok zaman alır ki o zaman da ip zaten kopmuş olur...
Ama bir de yanılgılarımız vardır ki işte o zaman elde etmek istediklerini var güçle inanmışlıkla karşılamaya çalıştıkça yanıla bileceğimizi asla hissetmeyiz, sadece "kişisel çıkar" karşısında çoğu zaman yanılgıya düşer ve ne artık dostluk ne de sevgiden eser kalır ki sadece tiksinti doğar...
O zaman gerçek dost özlemini çekeriz... Oysa benim yanılma payım çok yüksek olmuştur... Sadece kalp gözümde hapsettiğim dostlarım vardır demem gerek…
İpin doğru tarafındayız ki ip bu yüzden kopmaz... Sadece şu var çoğu kez ısırarak elde ediyorlar elde etmek istediklerini...
Öylesine geçen yıllar sanmıştık, öylesine içinde varız sanmıştık yaşamı, öylesine güldük, öylesinden çok ağladık, yıllar, yıllar boyu, gün geldi pişmanlıklar, keşkelere dönüştü gün geldi herkesten önce feryat ettik yaşama, acılanmalar aldı götürdü bizi uzaklara, uzakları yakın eylemek için içimiz yandı, yollarda kaldı tabanlarımızdan parçalar, dilimiz sürçtü, ellerimiz titredi, karanlıklardan korktuk, ekmeğin kırıntısında kaldı damak tadımız, olmadı sürüp gitti yıllar ve sadece kendi kendimize kaldığımızda hayatın uzun kısmının gittiğini gördük ki geride sadece bir hiç kaldı demek isterken yalnız olmadığımızı gördük ve yaşadığımızı bir kez daha gördük, yaşadıklarımızı tekrar okurken, tekrar yazarken bir yerlere...
Hayat bu der geçemediğimiz bir hayattı yaşadığımız aslında...
Şimdi tüm yalnızlıklarımı sarmalarken bedenimle, geçmişin tüm huysuzluklarını seninle birlikte adsızlar mezarlığındaki sahipsiz mezara teslim ediyorum...
Artık mezar taşlarında isimleri bile yok...
Bir bardak çayın gölgesindeydi aslında tüm hayatımızın anlatımı, oysa biz hep arayış içindeydik dar zamanlardaki günlerimizdeki sıkıntılı saatlerinde bizi...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.