- 1607 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mehmet Sadık Kırımlı / M.Mazhar Alphan Söyleşi " Mühür Dergisi s. 45
SÖYLEŞİ : Mehmet Sadık KIRIMLI
“OKU!” DEDİM KENDİME
M.S.K. – Değerli Dr. Mustafa Mazhar Alphan, sizi yıllardan beri tanıyan biriyim. Dostluğumuzun ve yakın arkadaşlığımızın ayrı bir yeri var bende. Yıllar önce sanırım, birbirimizi hiç tanımıyorduk daha . İkinci şiir kitabınız“Dağılsın Bulutlar”ı ; bana yollamıştınız. Kitabı okumuş, şiirleri çok beğenmiştim. Teşekkür etmek için sizi aramış ama bulamamıştım. Yıllar sonra tanıştık sizinle. Dergilerde yayımlanan şiirlerinizi her rastlayışta beğenerek okuyorum. Her kitabınızda değişik dize yapısı var; , şiirde bir arayış içersinde olduğunuz anlaşılıyor. “Mühür” kitaplığınca basımı yapılan son kitabınız “Oku Dedim Kendime” üstüne konuşalım, dilerseniz. Konuşmaya başlamadan önce, biraz kendinizden söz eder misiniz bize…
M.M.A._ Sevgili dostum Mehmet Sadık Kırımlı, 22 Mayıs1941 Artvin’de doğdum. İlkokulu İstanbul, Yenimahalle, Bağlarbaşı İlkokulu’nda, orta ve lise öğrenimimi Haydarpaşa Lisesi’nde, üniversiteyi de Avusturya, Graz’da bitirdim. Doktora çalışmam “Türkiye İle EWG Arasında İmzalanmış Olan Antlaşmanın Hukuksal ve İktisadi Yönden Analizi” ydi.
Çocukluğumdan günümüze devam eden “şıpsevdi” bir yapım vardı. Bugün doğaldır ki değiştim. O zamanlar çok çabuk aşık olurdum. Ortaokul sıralarında yoğun olarak şiir yazmaya başladım. Şiirle yatar şiirle kalkardım. Şiirlerimi yazdığım sarı saman kâğıtlı defterlerimin çoğu, kız arkadaşlarımda kaldı. Lise çağlarında yazdığım“Evvel Zaman İçinde” adlı şiirimle, Haydarpaşa Lisesi’ndeki şiir yarışmasında üçüncü oldum. Babamın en sevdiği, bana defalarca okuttuğu “İstanbul’da Sonbahar” adlı şiirim ise tam kırk beş yıl sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, İstanbul’un 550. Fetih Yıldönümü nedeniyle hazırladığı “ İstanbul Şiirleri Antolojisi”’nde yayımlandı. Aynı şiir, Salihli Belediyesi’nin çıkardığı İkindi Şairleri Antolojisi “2012” ‘de de yer aldı. 1964-1990 arası uzun bir suskunluk dönemi yaşadım. Sonra mı? Sizlerin de tanık olduğu gibi şiire hızlı ve yoğun bir giriş yaptım. Bu azimle günümüze kadar geldim. Şiiri arayan bir çırağım hâlâ. Bu okulun öğrencisi olmak, sizin gibi şiirsever dostların arasında bulunmak, şiir solumak ve en önemlisi kendimi kendimden süzerek tüm kötülüklerden arınmış olarak görmek çok güzel.
Sevgili Dostum
M.S.K. – Şiir kitaplarınız : Evin Önü Yeşil Pınar (1991, kendi yayını, 02.10.1991 TC M.E.B. Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nca Öğretmen ve Öğrencilere tavsiye edilmiştir.)
-Dağılsın Bulutlar,(1994 Repar /İst.), -Köpüğü Kırık Dalga (1995, İleri Kitapevi/İzmir), -Aşk Kül ve Köz (1997, İleri Kitapevi /İzmir-Etki / Dize 4.ncü basım2006), -Yaşam Yankılandığı Yerden Sürer (Köpüğü Kırık Dalga ve Aşk, Kül ve Köz’ün birlikte basımı, 2001, Toplumsal Dönüşüm Yayınları) , -Şimdi sana (2004, Etki/ Dize, 2’nci basım), -Kendime Uçurum (2006, Etki /Dize, 2’nci basım), Kaos ve Delta (2007, Etki / Dize), - Kuşlukçiçeği (2008, İleri Kitabevi /İzmir), -Söz Örse Düşer (2011, Mortaka Kitaplığı / Trabzon), -İnsanın Kırılgan Sesi (2011, Mortaka Kitaplığı /Trabzon) ve son Şiir Kitabınız, Oku Dedim Kendime, (2012, Mühür Kitaplığı)… Ayrıca; şiir kitaplarınızın aldığı ödüller var :
- 1996 Ceyhun Atıf Kansu Şiir Yarışması / Övgüye Değer
- 2002 M.Mehmet Başaran Şiir Yarışması / Başarı Ödülü
- 2003 40. Ulusal 14. Uluslar arası Hacıbektaş Serbest Şiir Yarışması/ İkincilik Ödülü
- 2004 İzmir – Karşıyaka Belediyesi / Şiir Emek Ödülü
Buradan bakınca da görülüyor ki, hemen hemen her yıl bir şiir kitabıyla okur karşısına çıkmışsınız; Bu sizin olağanüstü çalışkanlığınızı ortaya koyuyor. Bir hayli de ödül almışsınız. Bu konulardan biraz söz eder misiniz.
M.M.A. – ilk sorunuza verdiğim yanıtta; şiirin benim için bir yaşam biçimi olduğunu ve uzun bir suskunluk dönem geçirdiğimi söylemiştim. Tekrar gözlerimi açtığımda, şiirin vahasındaydım. Susuzluğumu şiirle gidermeye başladım. İçimdeki yangını söndürmek şöyle dursun, devamlı bu ateşi körüklediğimi fark ettim. Dış dünyayla iç dünyam arasındaki yolu şiirle döşemeye başladım. Duygu koridorumun ucundaki Premetheus’a kavuşmak ve insanlığa faydalı olmak istiyordum. Çok okuyup yazmanın bilincine vardım. Kaybedecek zamanım yoktu. İyi bir şiir işçisi olmalıydım ve bunun için de çok çalışmalıydım.
Şiir ödülleri, iyi bir şair olmanın kanıtı değildir diye düşünen biriyim. Bence ödüller, şiir işçiliğinin teşviki için düşünülmüş bir araçtır, ayağa düşürmemek şartıyla tabi ki. Bir şair için gerçek ödül, kalıcı olmakla eşdeğerdir. Öldükten sonra bile şiirlerimiz topluma mal oluyorsa ve güncelliğini hâlâ koruyorsa, gerçek ödül budur bizler için.
M.S.K. – İzmir, Karşıyaka Şiir Atölyesi’nin sürekli öğrencilerinden birisiniz. Onca Şiir kitabı yayımlamanıza ve ödüller kazanmanıza rağmen bu atölyenin sürekli öğrencisi olmanız, ne kazandırdı size? Değerli Şair Veysel Çolak’ın yönetiminde uzunca bir süredir çalışmalarını sürdüren bu atölye hakkında biraz söz eder misiniz ?
M.M.A.- Yukarıda da değindiğim gibi öğrenci olmayı her şeye yeğliyorum. Şiirin sonu yok. Şiir bilgisi, şiir yazmaya soyunanlar için vazgeçilmez bir gereksinimdir. İçimizdeki o derin insanı nasıl ve neyle besleyeceğiz başka türlü. Biliyoruz ki her şeyin bir bilgisi vardır. Fizan’da da olsa arayıp bulmalıyız onu. İzmirliler için fazla uzağa gitmeye gerek yok. Hiçbir maddi çıkar karşılığı olmadan, özveriyle şiir çalışmaları yapılan bir atölye varsa, o da Karşıyaka Belediyesi’nin Veysel Çolak Şiir Atölyesi’dir. Orada Veysel Çolak dahil herkes bir şeyler öğrenir. Karşılıklı tartışmalar sonucu çok şey paylaşılır. Edebiyatla ilgili pek çok konu o atölyede işlenir. Yaşayanlar olduğu kadar ölmüş olan Cumhuriyet dönemi şairleri de anılır. Ayrıca bu atölye, birlik ve beraberliğe de güzel bir örnektir. Herkes bir yerlere ait olmak ister ve bu bir gereksinimdir. İstanbul’da olduğum zaman dilimini saymaksak, ben bu atölyenin en genç üyesiyim. Benim gibi on sekizinden gün kaybetmeye başlamış bir iki arkadaş daha var. Cumartesi günlerini iple çekiyoruz. Bir araya geliyor, şiirle ilgili birçok aktivitelerde bulunuyoruz. Zaman zaman çocuklaşıyoruz. Birbirimize küstüğümüz zamanlar da oluyor. Her bilgiyi paylaştığımız gibi sorunlarımızı da paylaşıp çözümler üretebiliyoruz bu birliktelik sayesinde. Şiir kardeşliği ki nasıl desem? Barış ve sevginin su yüzüne vuran arınmış görüntüsü oluyor o atölye benim için.
M.S.K. – Değerli Dr. Mustafa Mazhar Alphan, özgeçmişiniz incelendiğinde Avusturya’da öğrenim gördüğünüz ve ardından aynı üniversitede doktora yaptığınız anlaşılıyor. Anımsadığım kadarıyla, dostluğumuz süresince bundan hiç söz etmemiştiniz bizlere. İlk kez tanık olduğum bir özeliniz bu! Oysa, ne yazık ki günümüz insanları arasında, yalana ve sahtekarlığa dayanan yakıştırmalarla kendilerinden söz etmeye çalışanlar çoğunlukta, bu elbette üzücü ve ayıp bir durum ama, aldıran yok. Siz bu ünvanı hak ederek aldığınız halde kullanmıyor olmanız, şaşırtıcı bir durum. Neden acaba?
M.M.A.- Şiir bambaşka bir dünya. Kendimize şair bile diyemeyeceğimiz bu dünyada mesleki yaşamımızda kazandığımız bu tür ünvanlara yer olmamalı diye düşünüyorum. Mademki sordunuz, mesleki kariyerimle ilgili bazı bilgileri özetleyeyim o zaman:
-Doktora çalışmamdan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi Sanayi Bölümü’nde memur kadrosuyla bir müddet çalıştım. Bu süre zarfında “İşgücü Planlaması ve İşçi Ücretlerinin Tayini” ‘yle ilgili bilimsel çalışmalar yaptım. Ücret tayini ile ilgili yeni bir metot geliştirdim. Bu metot İTÜ bülteninde (1970) Almanca olarak yayımlandı.
- İş Bankası’nda eğitimci ve müfettiş olarak görev yaptığım sırada, hizmet sektöründe bir ilk olan ve şube müdürlerine eğitimini verdiğimiz “Bankacılıkta Pazarlama ve Satış Teknikleri” (Yayın No:60) adı altında bir kitaba da grup başkanı olarak imzamı attım. Teftiş çalışmalarının yeni düzenlenmesinde de görev aldım.
(Not: Son iki kitabımda ki kariyerimle ilgili bilgileri sevgili Veysel Çolak’ın önerisiyle yazdım.)
Bunları söylememin nedeni, araştırmaya dayalı bilimsel çalışmalarım sonucu, belli disiplinler kazanmış oldum. Diğer araştırmalarımda olduğu gibi, şiir çalışmalarımda da bu birikimlerimden faydalandım. “Şimdi Sana” ve “Kendime Uçurum” adlı kitaplarımda biçem olarak şiire bir yenilik getirdiğim söylenmektedir. Son kitabımda da biçem olarak bir yenilikten söz edilmektedir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın savladığı gibi son şiir kitabım “ “Oku!” Dedim Kendime” ‘nin biçimini, ben değil şiirler belirlemiştir. Bu kitabımda sözcüklerin de azami ölçüde sömürülmüş olduğu kanısındayım. Bu şiir kitabı “şiirin dışarıda kalan sözcüklerle yazıldığının” da bir kanıtıdır bence. Nereden bakarsanız bakın, şiir çalışmalarımda unvanlarımın değil, şiir bilgisi ve edinimlerim öne çıkmalıdır. Unvanlarla şair olunmaz. Sanat yapıtlarında unvanın öne çıkarılması, iticilikten başka bir şey kazandırmaz bizlere. Özetle şiir, apayrı bir dünyanın mutlu yüzüdür. Unvanlara gereksinimi yoktur bu ütopyanın. Ayrıca gösteriş de kabul etmez şiir! Şair değildir kalıcı olan, topluma mal olmuş şiirlerdir dilden dile dolaşan.
M.S.K. – Türk Şiirinin gelişiminde emeği geçen ve 1940 kuşağı şairlerinden Enver Gökçe’nin şiirlerini hayranlıkla okumuşumdur. Nedense onun toplumcu gerçekçi şiirleri beni hep etkilemiştir. Onun şiirlerinin her dizesinde Türk Halk Edebiyatı’nın derin izleri vardır. “Oku Dedim Kendime” adlı son kitabınızdaki şiirlerde de ben aynı izleği görür gibi oldum, yanılıp yanılmadığımı da öğrenmek istiyorum. Bu konuda doyurucu bir bilgi sunar mısınız bizlere ?
M.M.A.- Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu üyeleriyle beraber, 1 Mayıs kutlamalarında resmini taşıdığım toplumcu gerçekçi şair Enver Gökçe’nin şiirleriyle bu son kitabımdaki şiirlerin kesişmesi, aynı düşüncede olmamızın doğal bir sonucudur sanırım. Ancak bu durumda bile son şiir kitabım “ “Oku!” Dedim Kendime” yi, Enver Gökçe’nin yazdığı şiirlerin etkisinde kalarak yazdığım söylenemez. Sorunuz üzerine, üstadın şiirlerine tekrar baktığımda, evet aynı izleği gördüm. Benim şiirlerimde de diyalektik çelişkiler hâkim, yalın ve toplumsal içerikli. Bilinçle duyarlılık arasındaki etki ve tepkiler şiirimi belirgin kılıyor. Zaman zaman gelenekten yararlandığım da gerçek. Hayatı şairimiz gibi seviyorum. Halkla benim de göbek bağım var. Kendi gerçeklerimi, evrensel gerçeklerle aynı potada karıştırarak şiirimi kuruyorum. Şiirlerime sosyal ve estetik elbise giydirdiğim de yadsınamaz. Ancak ne var ki Enver Gökçe şiiriyle ayrı düştüğümüz bir nokta var ki bu çok önemli ve belirleyici. Şiirlerimin biçemiyle ilgili bir durum bu. Türk Şiirinde bir ilk olduğu, bazı eleştirmenler tarafından dile getirilmektedir. Ben bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum.
M.S.K. – Söz konusu kitabınızdaki şiirlerde “Aşk” sözcüğüne pek az rastladım. Oysa, tanıdığım Mazhar Alphan duygusal, sevecen ve açıkçası aşk adamıdır. Dizelerinde bu sözcüğe pek az yer vermenizi nasıl yorumlayalım?
M.M.A.- Haklısınız. Bu şiir kitabımda diğer kitapların aksine “aşk” sözcüğüne pek fazla rastlanmıyor. Bazı yanıtlarımda da değindiğim gibi aşk benim yaşam biçimimdir oysa. Genellikle tüm sosyal, toplumsal, ekonomik, politik ve psikolojik şeyleri aşık olduğum güzel şeyler üzerinden iletmeye çalışırım. Yani bir yerde aşklarımı sözcüklere yedirir, toplumsal olaylarla bir potada karıştırarak şiirimi kurarım. “ “Oku!” Dedim Kendime” adlı şiir kitabımla ilgili, toplumsal konular, diğer biçem ve biçim özellikleri, kendiliğinden oluştu diyebilirim. Hakkımdaki değerlendirme yazılarında, “ “Oku!” Dedim Kendime” adlı şiir kitabımla ilgili olarak eleştirmenlerin görüşü, şiirimde bir kırılmanın yaşandığıdır. Bu durum aşk için de geçerlidir. Siz bakmayın bu kitabımda aşkı fazla dillendirmediğime!
M.S.K. –Değerli Mazhar Alphan, sizce şiir nedir? Son yıllarda şiir yazanların çokluğundan geçilmiyor. Hangi dergiyi elinize alsanız, yepyeni adlarla karşılaşıyorsunuz. Peki, bu kadar çok şiir yazılmasına rağmen ortada gerçekten iyi şiir var mı? Ben pek var olduğunu göremiyorum. Var da bizler mi göremiyoruz, bu bağlamda ne söylemek istersiniz?
M.M.A.-Bu sorunuzun yanıtını, en son Silgi Dergisi’nin 16. Sayısında yayımlanan Mehmet Büyükçelik’le yaptığım bir söyleşiden alıntılayarak vereyim. Biliyorsunuz şiirin tanımı şairlere göre değişir. Bence şiir, ucunda ışık görülen tüneldeki olumlu ve olumsuz uğultulardır. Yaşamın anlam ve önemiyle ilgili edinimlerin, bu tünelden sürtünerek geçerken çıkardığı sesler bütünüdür. İm ve imgelerdir şiir. Özetle, dizelere döşenen insanın içindeki “ben” ’dir şiir. Cenneti ve cehennemidir şairin. Belli amaçlara odaklanmış, ruhsal ve düşünsel esin perilerinin vazgeçilmez çekiciliğidir. Düşüncenin mimarı ve sebebidir de.
İkinci sorunuzun yanıtına gelince, bu kadar şiirin yazıldığı ortamda tabi ki iyi şiirlere de rastlamak olasıdır. Ne var ki iyi şiir yazmak, yetenek ve donanım gerektirir. Çok çalışmak, usta-çırak ilişkileri içerisinde şiirle ilgili tüm bilgilerin de edinilmesi gerekir. Kolay mı şiir yazmak? Emek ister, bilgi ister, sabır ister. Dünya şiiri ve akımlarından tutun, kendi Halk ve Divan edebiyatı şair ve şiirlerini, Cumhuriyet Dönemi şairlerimizin eserlerini irdelemeliyiz. Şiiri kolay kılmak, tanış olmak yetmez. Şiire yapılmış en büyük haksızlık olur bu. El yordamıyla şiir yazılmaz. Etkilenmek ve etkilemek ancak bilimsel olursa şiire bir fayda sağlar. Faydaları gibi büyük zararları olan bilgisayarı, bu amaçlar doğrultusunda kullanmanın daha doğru olacağı kanısındayım. Yoksa bilgisayarın şiir mezarlığına dönmesine, şiir kirliliğine ve şair adaylarına kötü örnek olmasına engel olamayız."
“ “Oku!” Dedim Kendime" adlı şiir kitabımın XIX. bölümünde (s.36) dediğim gibi: "düşüncenin mimarı insan / sebebi de, / ya nefsin / kabukla yara arası kıldan ince..."tüneldeki isyankâr uğultulardır. Yaşamın anlam ve önemine sürtünüp geçerken yüklenen sözcükler, imler, imgeler bütünüdür şiir. Dizelereiçimdeki ’ben’dir, Cennet ve Cehennemdir.Bu bağlamda kendisini yenileyen, belli amaçlara odaklanmış ruhsal ve düşünsel değişimler tanrısının ikametgâhıdır şiir. Düşüncenin mimarı ve sebebidir de. Bu anlamla oluşan şiirin tüm olumsuzluklara ve kötülüklere muhalif olması kaçınılm
azdır. "Oku! Dedim Kendime" adlı
şiir kitabımın sayfa:36, XIX. bölümünde dediğim gibi: "düşüncenin mimarı insan / sebebi de, / ya nefsin / kabukla yara arası kıldan ince..."
M.S.K. -1994 yılında İş Bankası Teftiş Kurulu’ndaki görevinizden emekli olduktan sonra, Sürgün Kitapevi’ni kurmuş ve yönetmişsiniz. Daha sonra “Düşlem Dergisi” ’nin kurucuları arasında yer almışsınız, bu konulardan da biraz söz eder misiniz bize?
M.M.A.- Düşlem Dergisi kurulurken bana, şiir ve yazılarım gibi mali olanaklarım ölçüsünde bir katkıda bulunup bulunamayacağım sorulduğunda, yanıtım olumlu yönde olmuştu. Bu suretle derginin kurucuları arasında anılıyorum. Böyle bir grupta bulunmak gerçekten güzeldi. Beni aralarına alan dostlarıma tekrar teşekkür ederim.
Sürgün Kitabevi’nin kuruluşuyla ilgili sorunuza yanıtım ise, özelimle ilgili diyebilirim. Yaşam biçimi şiir olan bir kişinin, aşkına paravan olsun diye kurduğu bir şirket diyelim. Kendimi dinlememin ve yalnız kalmamın zenginliği olarak da açıklayabilirim bu durumu. Başım ağrımadan evden uzaklaşmamın dayanağı ayrıca. “Neredesin?” sorusunun yanıtıydı bu şirket aslında. “Neredesin?” “Şirketteyim” veya “Kitap pazarlamak için okulları dolaşıyorum cancağızım,” gibi. Özetle, duygularımın nöbet tuttuğu sığınağımdı, “hazinemdi” bu şirket benim.
M.S.K. –Bundan önceki yapıtlarınızda, normal dizelerle örüyordunuz şiirinizi. Her halde, ünlü Fransız şair Mallarmé’nin : “Şiir sözcüklerle yazılır” deyişi, sizi uyarmış olacak ki, son yapıtınız da şiirlerinizi uzun dizelerden ziyade kısa sözcüklere indirgemişsiniz. Bu tür şiir sizi, belirli aşamadan sonra bir tıkanmayla karşı karşıya bırakmaz mı?
M.M.A.- Evet gözlemlerinizde haklısınız. Mallarme’nin de dediği gibi “ “Oku!” Dedim Kendime” adlı yapıtımda, dizelerden ziyade kısa sözcükler yer buldu. Şiir formu kendiliğinden oluştu. İlk dizeyle beraber aktı gitti şiir. Müdahalelerim daha sonra oldu şiirlere. Cahit Sıtkı Tarancı’yla da aynı görüşü paylaştığımı söyleyebilirim rahatlıkla. Nitekim “Ziya’ya Mektuplar” ‘da “Şair değil, şiir formu belirlemelidir” (s.122) der anılan kitabında üstat. Bu anlayışla oluştu yazdığım bu kitap. Bu tür şiirin beni bir tıkanmayla karşı karşıya getirebileceğiyle ilgili sorunuza yanıtım; “Evet, haklısınız” olacaktır. Eski şiir tarzına dönüşüm ne zaman olur bilmiyorum. Yedi sekiz aydır yazdığım her şiir bir diğerinin aynısı oluyor. O nedenle düzyazı, deneme ve öyküye ağırlık verdim. Ayrıca tekrarlardan kaçınmam için de bir an önce yeni bir şiir aranışına girmem gerektiğini düşünüyorum.
M.S.K. –Okullarda şiir pek öğretilmediği için, gençlerin çoğu şiir atölyelerine akın etti. Başarılı olanlar yazdıkları şiirlerle ses getirmeye ve ödülleri toplamaya başladılar. Şiirin geleceği adına, bu konuda neler söylemek istersiniz? Gençlerin başarılı olması sizi sevindiriyor mu?
M.M.A.- Okullarda okutulan edebiyat kitaplarında şiire yeterince yer verilmemesi, ayrıca öğretmenlerin işi ciddiye almamaları ve donanımsız olmaları gibi nedenler, şiire gönül vermiş gençleri ister istemez şiir atölyelerine itti. Tabi ki bu bizi hem üzüyor, hem de sevindiriyor bir yerde. Genç yeteneklerin kendilerini geliştirerek şiir yazmaları ve çoğunun da ödülle taçlandırılmalarını görmek; bizleri, gelecek açısından umutlandırıyor. Onları desteklediğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Duygu ve düşünceler engellenmemeli. Bu tür gelişmeler, duygu tünellerinin ucundaki ışıktır. Gençlerin arasından sıyrılanlar, meşaleyi taşıyanlar olacaktır. Herkesin Prometheus olması beklenemez ama herkesin birer Prometheus adayı olduğu da yadsınamaz.
M.S.K. – Değerli Dr. Mustafa Mazhar Alphan, söyleşimizde sona vardık sayılır. Umarım, sizi fazla yormamışımdır.
Yılların şiir emekçisi ve onca ödülü kazanmış bir şair olarak size son bir soru daha sormak istiyorum : “Rimbaud’a gelinceye kadar şiirin sağlam bir yapısı, uyumlu bir biçemi vardı. Rimbaud, bu uyumu ve sağlam yapıyı imgeyle bozarak bana göre, daha güzel dizeler yaratmayı başardı. Ve bu günkü çağdaş şiirin de temellerini atmış oldu. Siz de şiirin bu yapısal değişikliğini ve bu günkü halini beğeniyor musunuz ? Şiirde imgenin gerekliliğine inanıyor musunuz ? Bu konudaki düşünceniz nedir, öğrenebilir miyiz?
M.M.A.- Şiir akımlarına baktığımız zaman, her “izm” ’in diğer düşünce ve görüşleri yıkarak geldiğine tanık oluyoruz. Her “izm” ’de düşünceler ve şiir anlayışı değişmiştir. Bu aynı zamanda şiirin zenginliğidir de. Ayrıca, Rimbaud’un yaptığı gibi bildik yapıyı bizler de mecaz ve benzetmeler yanı sıra metafor da denilen eğretileme ve imgelerle bozarak, çağdaş şiir anlayışındaki yerimizi aldık. Bugün imgesiz şiir düşünemiyorum. Sözcüklerin yan yana gelmesinden doğan çağrışımı bol üçüncü bir sözcük nelere gebe değil ki? Düş ve düşünce kapılarımızın anahtarlarıdır imge. Evet, şiirde imgenin gerekliliğine inanıyorum. Bu anlayış şiirimizin zenginliğidir. Ancak burada bir konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Anlamsız ve abartılı imgeler, şiirimizin düşmanıdır. “Dikkat” diyorum! Dikkat! İmge yapacağız diye saçma sapan şeylere itibar etmemeliyiz. Yanlışa düşmemeliyiz. Her olumlu tutum ve anlayışımız, hiç şüphesiz ki halkımızı şiire daha çok yakınlaştıracaktır.
M.S.K. – Yıllar öncesinden sürdüre geldiğiniz şiir yolculuğunuzda, bundan sonra da başarılarınızın yanınızda olmasını dilerim. Sağlıkla ve esenlikle.
M.M.A.- Ben de size aynı dileklerde bulunuyorum sevgili Mehmet Sadık Kırımlı dostum. Teşekkür ederim. Sağlık ve esenlikle.
Mehmet Sadık KIRIMLI
1 24 / ARALIK/ 2012 İZMİR