- 2086 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÜLTÜR -İNSAN ve TÜKETİM ÜZERİNE NOTLAR
Tv.lerdeki diziler, reality şovlar, haber kuşakları arasına sıkıştırılan dramatik yaşam öyküleriyle insanlar kendi gerçekliklerinden koparılıyorlar. Medya bir bütün olarak görsel bir terörist eylemle (nedenlerini gizleyerek) izleyicilere gösterdiği acılar, yoksulluklar, ölümler, kazalar, çatışmalar, savaşlar yoluyla insanlara kendilerini unutturmakta, yaşamlarını özelleştirmekte ve çaresiz insan görüntüleriyle bireyleri hiçlik duygusuna itmektedir. Medyanın bu tür yayınları kendi içinde bir şiddet taşıdığı için insanları o anki koşullarına razı olmaya çağırmaktadır.
İster yazılı ister görsel olsun medyanın yaptığı yayınların (özellikle haber içerikli olanların) kitlelerin bilincinin boşaltılması, bilginin imha edilmesi dışında sonucu olduğunu sanmıyorum. Sermayenin insanlık dışı gelişimi ve vahşi politikaları karşısında yarın kaygısı ve ürküntüsü duyan insan yaşamak zorunda bırakıldığı koşullar ile izlediği veya okuduğu haberleri birleştirerek kendisini yok ediyor (görünmez kılıyor). Dövülmek, soyulmak, işten çıkarılmak, ölmek, evsiz kalmak vb. tehlikelerden ‘kurtulmanın’ yolu olarak görünmezliği (kimliksizliği) seçiyor. Bu aynı zamanda ortak aklın ve birlikte yaşamanın dışlanması anlamına geliyor.
Tarihsel kökenleri de olan ‘güçlü’ye boyun eğme kültürü insanın kendini koruma güdüsünü öylesine öne çıkarıp baskınlaştırıyor ki yanımızdakileri unutuyor, görmüyor, görmemek için uğraş veriyoruz. Bu noktada şans oyunları, internet, tv.lerdeki eğlence yapımları, diziler bu görmeme, unutma uğraşının en önemli araçları oluyor. Bu araçlar tek kişilik düşler, avuntular, kaçışlar, unutuşlar için sığınak oluyor. Bunun sonucu ise “İçinde yaşayan bireylerin birer terminale dönüştükleri, artık ne denetlenebilen ne de ortak bir şekilde kullanılabilen yanyana konmuş bir iletişim uzamından ibaret paramparça bir toplumsallık. Oysa toplumsal ancak perspektifin bulunduğu bir uzam içinde var olabilir. Aynı zamanda bir caydırma uzamı olan simülasyon uzamı içinde ölür.” (1)
Dünyanın yaşanamaz noktaya geldiği günümüzde tv.nin, intenetin başındaki insan aile bireylerinin, komşularının, arkadaşlarının herhangi bir sorunu dile getirme girişimi karşısında “bi dur. Şurada azıcık kafamızı dinliyoruz” tepkisiyle bir şey duymak, görmek, öğrenmek istemediğini gösteriyor gibidir.
İnsanın bu sığınaklardan çıkışını (kurtuluşunu) sağlayacak yöntemleri, araçları bulmamız gerekiyor. Ölüm ya da büyük yıkımlara yol açan olayların an’lık etkisi dışında insanın insanla yanyana gelmesini sağlayacak koşulları, olanakları, araçları bulmak zorundayız. Medyanın ‘habercilik’ adına estirdiği terörist yayınların yol açtığı kaçma ve kendini görünmez kılarak korunma çabasına karşılık gelecek; kendini açığa vuran ve çoğulluk’un içinde korunmanın olanaklı olabileceğini (yırtıcılara karşı bir arada –iç içe- durarak en az zarar gören av hayvanları gibi) gösterebilecek araç ve olanaklarla bilinçlerimizi hedef alan terörist medya eylemiyle baş edebiliriz ancak.
Yaşamındaki gereksinimleri kendi gerçekliğine göre değil de sistemin sunduğu ve biçimlendirdiği tüketim yönlendirmesine göre belirleyen insanlar bu belirlenmiş şeylere sahip olmak için uğraşırlarken birbirleriyle de rekabete girmektedir. Sınıf atlama göstergesine dönüşmüş tüketim maddelerine (hatta ilişkilerine) yönelik yaratılmış talep bir yandan kapitalizmin krizini derinleştirmekte, bir yandan insanları sahip oldukları bağlardan ve değerlerden koparmaktadır. Artık insan tüketerek var olabildiği gibi bir yanılsamayla yaşamaya başlamaktadır. İnsana ilişkin herşey bir tüketim nesnesidir artık. İnsan ilişkilerinden bilgiye, temel gereksinimlerden gelecek düşlerine kadar herşey bir öncekini de yok ederek (anlamsızlaştırarak) insanı kendi gerçekliğinden koparmaktadır.
Bu durum bir yanıyla yalnızlaşmaya (örgütsüzlüğe, içe kapanmaya, kişilik parçalanmasına) bir yanıyla kapitalizm (daha doğrusu tüketilenler) karşısında tutsaklığa, bir yanıyla da insani eylemlilik diye bildiğimiz tüm davranış ve düşüncelerin (değerlerin) körelmesine yol açmaktadır. Kitlelerin kuru kalabalıklara, insanın bencilleşmesine yol açan bu süreç kendisinden daha kötü koşullarda yaşayanlara bakıp (duyarsız kalarak- gizlenerek) avunmaya, daha iyi durumdakilere bakıp onlarla (tüketerek) boy ölçüşmeye (sınıf atlamaya-rekabete) itmektedir.
Gereksinimlerin karşılanması, insani eylemliliklerin yaşam bulması ve insanın toplumsallaşması önündeki en büyük engel şiddet-baskı değil insanı tüketicilikten ‘tüketen’e dönüştüren kapitalist tüketim kültürüdür. “Ahlaksal sorumluluğa ve akla sahip, bağımsız bir varlık olarak bireyi yaratmak, aydınlatmak ve eğitmek yerine, kültür günümüzde, bireyin kişiliğini yok etmeye, onu herkesken farksız kılmaya ve ‘kitlesel’ üretim ve tüketim çarkları arasında öğütmeye çalışmaktadır. Önceden tasarlanmamış olmasına karşın, kapitalist toplumda insanın kültürel yabancılaşmasını büyük bir güçle yansıtan da işte kültürün bu ‘kesinkes kuramsal’ görüşü olmuştur. (2)
İnsani anlamda toplumsal krize yol açan tüketim kültürünün geldiği aşama kapitalizmin de krizidir. Duygulardan nesnelere herşeyin anlamını yitirdiği bu koşullarda talep edilenlerin karşılanamaması veya karşılanmasındaki (maddi-manevi) maliyetin yüksekliği (istekler sonsuz- kaynaklar kıt’tır diyerek tüketimin kaçınılmazlığını savunan kapitalist öğreti) bu krizin başlangıç noktasıdır denilebilir.
Medya tüm yayınlarıyla bilginin imha edilmesi ve kendi gerçekliğinden (nedenlerinden) koparılması işleviyle birlikte, kapitalizmin rekabet ve rekabetin zorunlu sonucu olan vahşiliklerini de görünmez kılmaktadır. Dolayısıyla emekçiler, yoksullar arasında boy gösteren rekabet, sessiz kalmak, dayanışma ilişkilerinden uzat durmak gibi davranışlar olağanlaştırılıp yaşam biçimine (birer kültürel alt yapıya) dönüştürülmektedir. Sermaye karşısında tek dayanağı olan sınıf bilinci ve örgütlü davranma gereğini (kendisini ilgilendiren sorunlar dışında) anımsamayan emekçiler, yoksullar, köylüler, işsizler tüketim kültürünü ve kapitalist rekabet anlayışını bilinç durumuna getirirken; örgütlenmeyi, sınıf temelinde düşünmeyi külfetli bir uğraş, hatta (tüketim isteklerinin belirlediği) yaşamlarının önünde engel olarak görmektedir.
“...1-Tüketim, halkın başkaldırısına karşı bir seçenek olarak sunuluyor. Bu noktada Lash, Paul Nystrom adlı bir yazarın betimlemesini anıyor. ‘Yorgun, bıkkın işçi cicili bicili eşyanın şatafatıyla öyle bir kuşatılıyor ki, şartları değiştirmek için parmağını oynatmayı bile istemiyor.’ 2- Tüketim çağdaş yaşamın anaforuna karşı kitlelere bir ilaç olarak görünüyor ya da tanıtılıyor. Lash’in deyişiyle ‘eşyanın propagandası kitleleri şeytanca birbirine düşürüp, rekabet içerisine sokup toplu hareket etme ve toplu düşünebilme düşüncesini öldürüyor.” (3)
Tüketim nesnelerinin ve kullanım değeri biçilmiş ilişkilerin (cinsellik, bilgilenme, konuşma vb) büyüsüne kapılan (çılgınlaşan) insan kendisini merkeze alarak yaşamaya başlıyor. Kendisini ve ailesini ‘kurtarmaya’ yönelen, düşünsel olarak karşı çıkmasa bile eylemleriyle dayanışma ilişkilerini reddetme noktasına gelen insan konuşmalarına birinci tekil şahıs (BEN) olarak başlıyor. Tüm istem ve yargı cümleleri ‘ben’ veya ‘benim’e çıkıyor.
Önümüzdeki süreç bu sorunların çözümünü bulmadan aşılamayacak gibi gürünüyor. Çünkü; “Politika çemberi de bir inanılabilirlik varsayımı üzerine kurulmuştur. Bu varsayıma göre kitlelerin eylem ve söylemlere karşı geçirgen oldukları, bir görüşe sahip oldukları ve sondajlarla, istatistiklerin somut verileri oldukları söylenmektedir. Çünkü politikacılar ancak bu verilerin varlığına inandıklarında politikanın da varlığına inanabilmektedirler. Oysa politika uzun zamandır yarı sportif, yarı eğlendirici bir özel eğlence programına dönüşmüştür.... Halkın gözünde seçimler çoktandır bir televizyon oyununa dönüşmüştür.” (4)
Alışıldık yöntemlerin, sözlerin, kurumların hatta önermelerin büyük ölçüde işlevini yitirdiği, günümüz insanına (gelecek kurguları açısından) pek de anlamlı gelmediğini düşünüyorum. Dolayısıyla yeni yöntemler, yeni söylemler, örgütlenme araçları (veya biçimleri), önermeler üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bugünün olumsuzlukları geleceğe ilişkin çıkarımlar yapmamıza yardımcı olsa da tüm önermelerimizin bir yanıyla geçmişe yaslanması, göndermeler yapması da gerekiyor. “Geçmişin hep göz önünde bulundurulmasının, yeniden okunmasının biricik amacı, şimdi’nin aldatıcı görünümlerinin acımasız bir eleştirisine yönelebilmeyi sağlamaktır. Çünkü şimdi’nin olumsuz içeriğini ortaya çıkarabilecek bir eleştirinin somut ölçüleri henüz gerçekleşmemiş bir gelecekten hareketle kurulamaz.” (5)
Bu yüzden hem yitirdiklerimizi ve yanlışlarımızı görmek (ve gösterebilmek) hem de insanlara nasıl bir gelecek sorusunu sordurabilmek için geçmişi anımsamak ve anımsatmak zorunludur.
Mart 2008/ salim çalık
Dipnotlar:
1- Jean Baudrillard- Sessiz Yığınların Gölgesinde Ya da Toplumsalın Sonu -sf. 57 Çev:Oğuz Adanır- Ayrıntı Yay.
2- Vadim Mejuyev- Kültür ve Tarih- sf.19 Çev:Suat H.Yokova- Toplumsal Dönüşüm Yay .
3- Ahmet Oktay – Zamanı Sorgulamak – sf.34
4- Jean Baudrillard- age. sf.28,29
5- Ahmet Oktay- age. sf. 12
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.