- 563 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Nakedveganizm
Birkaç gün önce nette haber sitelerine göz gezdiriyordum. Yıllardır internet bulduğum her ortamda bu alışkanlığım devam ettirmekteyim, güncel hadiseler ile alakalı okumak, düşünmek hoşuma giden bir tefekkür eylemi. Ancak bu eylem içerisine kimi zaman tahammül edilmeyecek derecede saçma haberler de girmekte. Geçen de aynı bu duruma benzer bir olay yaşadım. Okuduğum haber ilginç gelmişti. İnsanlar vejetaryen yemeklere dikkat çekmek için ilginç fotoğraflar çektirip, kurdukları internet sitesinde bu resimleri paylaşıyorlarmış. Üstünde durmayıp, bu haberi geçebilirdim ancak merak edip yönlendirilen siteye girdiğimde şok olmuştum. Nasıl yani? Üç genç arkadaş sağlıklı yemekleri insanlara daha ilginç kılmak için, çırılçıplak soyunup, tarifini de verdikleri yemeğe benzer şeyleri yapıp, kendi çırılçıplak halleriyle fotoğraflarını çekip, siteye eklemişlerdi. Resimlere baktıkça tiksiniyordum ve uykuma ilk defa güzel bir kaçıştan dolayı değer verip, kapatıp siteyi uyumuştum. Diğer gün uyandığımda, kahvaltı yemeye çalışırken, midemin bulandığını düşünüyordum. Oysa sorun benim vücudumda değildi. Geceden kalan iğrenme güdüsü devam etmekteydi.
O gün öyle bitmişti, pek bir şey yiyememiştim. Diğer gün sabah uyandığımda, nihayet güzel bir kahvaltı yiyebilmiştim. Gün güzel geçiyordu. Ta ki almak istediğim netbook için bir bilgisayar mağazasına gidene kadar.
Çalışan kimliği üzerinde Fatih İlkay yazan genç ile muhabbet etmeye başlamıştık. Alabileceğim netbook seçenekleri konusunda yardımcı olmak istiyordu. Aslında alacağı prim için yardımcı olmak istiyordum, ama mağazada beğendiğim netbook seçenekleri çok azdı. Yine de ikram ettiği çayı içmek için onu kıramazdım. Müşterilerin dinlenmesi için özenle koyulmuş masalardan birine geçtikten sonra, ilginç bir şekilde gencin hayat hikayesini anlatma merakını fark edince, belki yazacağım bir şey için malzeme çıkar deyip, çocuğun uzun uzun kendi hikayesini anlatmasına razı oldum. Tabi netbooklardan dört farklı model de alıp, inceleme fırsatım doğmuştu. Onu dinlerken, gözlerimde açılmasını beklediğim netbooklardan ilkindeydi.
‘Burada çalışmak o kadar koyuyor ki bana abi!’
‘Çalışmak zorunda mısın peki?’
‘İhtiyacım var.’
‘Ailenin durumu nasıl? Maddi durumu?’
‘İyi, çok iyi. Zaten üç kişiyiz.’
‘Nasıl yani? Anlamadım..’
‘Kardeşim dört sene önce öldü. Elektrik çarptı. Kız kardeşim…’
‘Başınız sağ olsun…’
‘Sağ ol abi. İşte üç kişiyiz. Annem de çalışıyor. Babamın da şirketi var. İyi yani durumumuz.’
‘E, senin gibiler buralarda niye çalışır ki o zaman?’
‘Zevk be abi!’
‘Zevk mi?’
‘Hı hı, zevk!’
Ne değişik bir tipti! ‘Burada çalışmak bana koyuyor’ diyordu, kendisine koyan, kendisini rahatsız eden sebep neydi ki acaba? Zevk için çalışıyordu burada zaten. Elime aldığım ilk netbook’un arkasını incelemeye devam ediyordum. Konuşuyordu.
‘Hem zaten benim gibi biri için ilginç olan da böylesi. Ailemde bilmiyor. Haberleri yok, farklı şehirlerde oturuyoruz. Üniversiteyi okuyorum burada. Özel bir üniversitede. Burslu filan da değilim. Arkadaşlarım gel hadi dolaşalım, beraber bir şeyler yapalım diyorlar ama ben kabul etmiyorum.’
‘O zaman burada canını sıkan ne?’
‘Göremedim abi, ben bir şey arıyorum. Bir şey… Ama aradığım şeyi de pek bilmiyorum. Bu arayışlarım içerisinde o kadar saçma şeylerle uğraştım ki, anlatsam inanamazsın.’
‘Anlat o zaman.’
‘İki sene önce İngiltere’ye gittim. Erasmus diye bir şey var, duydun mu hiç?’
‘Şu öğrencileri değiştirme programı mıdır nedir, o mu?’
‘Hah, evet aynen o abi. Ben de başvurdum. Süper İngilizcem var zaten. Annemin ne iş yaptığını söylememiştim değil mi? Özel bir Kolej’de İngilizce öğretmeni. Devam ediyor hala. Neyse, o öğretti bana. Küçüklükten beri yani. Beraber film izlerdim annemle beraber.’
‘Güzelmiş.’
‘İşte… Dedim sonra kendime, tatile Macaristan’a gitmiştik, ama İngiltere’ye gitmek istiyordum. Manchester Üniversitesinde Fashion and Textile Retailing bölümü var, orada bir yıl boyunca eğitim almak istiyordum.’
‘Senin bölümün ne peki?’
‘Sanat Tarihi…’
‘Fashion filan diyorsun, ne alaka anlamadım.’
‘Özel Üniversite işte abi, ben de anlamıyorum bazen sistemlerini. Ama böyle bir tercihim var, nasıl olur diye sordum adamlara. Olur dediler. Dil zaten var, e… Geriye faso fiso işler kaldı işte. Formalite icabı o işleri de hallettim ve iki sene önce gittim.’
‘Gidebildin yani?’
‘Yani. Bu şey vardır hani, vize alırken senin İngilizce seviyeni ölçüyorlar filan. Öyle şeylerle hiç uğraşmadım. Okulda biliyorlardı zaten.’
‘Sonra?’
İngiltere maceralarına dalmışken, ikinci netbook’u incelemeye başlamıştım.
‘Sonra İngiltere’ye, Manchester kentine gittim.’
‘Nerede kaldın orada ilk zamanlarda? Zor olur yabancı bir ülkede kalmak…’
‘Otelde. İlk birkaç gün otel kaldım. İngiltere’den bahsediyoruz, çok pahalı bir ülke. Yediğimiz yemekten, içtiğimiz suya kadar çok para.’
‘Ama seni fazla kaşımamıştır…’
‘Efendim?’
‘Kaşınmamışındır diyorum sen orada.’^
‘Ne kaşıması, anlamadım abi?’
‘Yani paranız var ya hani…’
‘Ha, tabi abi, babam zaten oraya giderken baya yüklü bir para aktarmıştı hesabından hesabıma.’
‘Şanslısın.’
Şanslıyım dediğim an, az sinirlenmiş gibiydi. Ama onu takacak pek halim yoktu. Üçüncü netbook, parlak mavi renk de olan hoşuma gitmişti.
‘Ne yaptın orada? Hep otelde kalmadın ya?’
‘Yok yok, iki hafta sadece. Sonra eve çıktım.’
‘Eve mi çıktın? Nasıl yani?’
‘Jess diye bir çocukla tanıştım üniversiteden. İyi bir çocuğa benziyordu. Anlattım kısaca hikâyemi. Gel dedi, bizim evde kal dedi.’
‘Bizim ev derken, aile evinde mi?’
‘Yok be abi! Jess, Luke ve Greta. Üç kişiydiler. Onlarda üniversite okuyorlardı.’
‘Hepsi erkek mi onların, yoksa hepsi kız mı? Pek anlamam da ecnebi isimlerinden.’
‘Jess ve Luka erkek, Greta kızdı.’
‘E, ilginç bir şey yaşadınız mı? Nasıldı ortamları? Domuz eti filan… Yemedin di mi sen?’
‘Domuz eti mi? Ne eti abi ya, eti ben lokantada yedim sadece.’
‘Nasıl o zaman, anlamadım?’
‘Abi bunlar dünyada yaşamıyor gibiydiler.’
‘Nasıl, anlat işte?’
‘Ya garip, anlatılacak bir şey değil ama…’
‘Söylesen…’
‘Abi bunların üçü de vejetaryendi.’
‘Eee?’
‘E’si vejetaryen arkadaşım çok vardı Türkiye’de de. Annem de vejetaryendi. Bana en yakın örnek işte. ‘
‘Yani?’
‘Ya yanisi manisi garip insanlardı. Çok farklı şeyler yaşadım.’
‘Nasıl farklı şeyler? Adamakıllı anlatacaksan dinlerim. Bu ne karı gibi lafı dolaştırıyorsun böyle!’
‘Abi bunlar bir etkinlik düzenliyorlardı. Gariplerdi demiştim ya, bunların giyinme iç güdüleri pek yoktu.’
‘Nasıl yani?’
‘Evde anadan doğma dolaşırlardı.’
‘Kızda mı?’
‘He abi ya, kız da. Tabi evlerine yerleşir yerleşmez öyle gezinmediler. Yavaş yavaş alıştırır gibiydiler. Ama abi elimizde değil, yani kızın memesi açılıyor, oğlan bir şeye uzanıyor yerde, mesela tombala oynuyoruz ya da monopoly filan, oyundan bir şey kayboluyor, onu ararken karşımda çocuğun kılsız poposu…’
‘La oğlum manyak mısınız siz? Nasıl bir yere düştün öyle?’
‘Hiç sorma abi. Yani bir de iğrençler, hiç sorma!’
‘Nasıl iğrençler? Zaten mallar ortada ya…’
‘Abi tuvaletten çıkıyor mesela Luke. Ya insan kıçını temizlemez mi? Gelip otururdu öyle anadan doğma, kıçıyla da sürtünürdü koltuğa, böyle…’
‘Ya sus kardeşim, benim de içim kalktı. Neymiş bunların amaçları peki?’
Derken netbookları incelemeyi bırakıp, Fatih’in suratına hayretle bakınmaya başladım. O da şaşırmıştı bakışlarıma.
‘Hayırdır abi?’
‘Fatih bu erkek dediğin ibneler göbeklerine kalp işareti çiziyorlar, sonra vücutlarına ‘this is your body’, ‘love your body’ gibi şeyler yazıyorlar. Greta dediğin kızın gözleri mavi. Sarı mı, kırmızı mı saçları var. Sarıydı sanırım. Kilolu bu Greta dediğin kız. Nasıl vejetaryen ise.’
‘Abi sen nereden biliyorsun ya?’
‘Hatta kız daha gencecik, memeleri sarkmış, bir tip olmuşlar böyle. Tam onlara yakışacak gibi yakışıyorlar. Hatta bunlar parti veriyorlar, beraber vejetaryenler toplanıyorlar çırılçıplak, müzik dinliyorlar, biri çalıyor, diğerleri içiyor, kafayı buluyor. Bu ne la böyle?’
‘Abi ben oradaydım ya, sen nereden biliyorsun Allahın için ya? Abi deli oldum. Partileri bile biliyorsun.’
‘Yoksa sende mi o partilere gidiyordun ha?’
‘Abi tövbe de ya, ne gitmesi. Zaten birkaç ay sonra ayrıldım onların yanından.’
‘Peki, sizin evde parti olmadı mı hiç sen orada kalırken?’
‘Oldu abi ya, oldu hiç sorma. Abi geldiler eve, toplandı on sekizinden seksenine millet. Yüzde doksanı da üryan abi. Dal taşak sallanıyor milletin, birinin memeleri sallanıyor. Ortam öyle garip ki!’
‘Sen ne yapıyordun orada?’
‘Ne yapayım abi, viskimi yudumluyordum.’
‘Vay vay vay, viski yudumlayıp milleti dikizliyordun ha?’
‘Abi dikizlenecek değil, direk girecek halleri vardı zaten.’
‘Grup yapıyorlar mı lan?’
‘Yok abi, garip varlıklar. Birinin bile şeyi kalkmıyor o ortama.’
‘Hah hah, mesir macunu götürseydin gariplerime. Puştlar, göthoşaflar…’
‘De abi, arada kaynadı, sen nasıl biliyorsun onları? Greta aynı dediğin gibi bir kızdı. Luke, Jess…’
‘İnternette rast geldim. Blog açmışlar kendilerine. Vejetaryen yemeklerin tarifleri var, yapıyorlar yemeği, çıplak pozla koyuyorlar.’
‘Şerefsizlere bak abi, görüyor musun işi nasıl büyütmüşler.’
‘En iyisi ülkem ülkem güzel ülkem. Bu kadar naked olmadık yani.’
‘Haklısın be abim, haklısın. Beğendin mi netbooklardan birini?’
‘Şu parlak mavi olan, şu güzel. Ancak şarjı kalmamış cihazın.’
‘Dur abi, hemen getireyim de bir dene.’
Fatih şarj aletini getirip, netbooku açıp kapadıktan sonra biraz aletle oyalanmıştım. Sonunda almaya karar vermiştim. İlginç sohbetimizin ardından, eve gidip Fatih’in anlattıklarını içeren bir öykü yazmaya karar vermiştim. Parlak mavi renk de netbookumla ilk yazımı yazacaktım, ama ondan önce aklıma bir şey takılmıştı. Bu üç manyak gencin bloglarında resimsiz yemek tarifleri de vardı. Arada Jess, Greta isimleri geçiyordu ama resim yoktu. Kıçını, göğsünü her bir yerini rahatça gösteren bu üç genç ve bunlarla beraber gösterenler arasında bir şey eksik gibiydi. Fatih’e inanmamıştım tam olarak. Netbookumla ilk iş olarak, Jess’e e-mail atmak olacaktı.
Akşam erken saatlerde e-mailimi göndermiştim. Çat pat İngilizceyle, ona Fatih’i sormuştum. Gece yarısı olmadan Jess’den e-mail alıyordum. Hiçbir şey, Fatih’in kendini anlattığı kadar masum değildi. E-mail’de Jess büyük bir içtenlikle bütün gerçeği anlatmıştı. En azından benim için gerçekti. Çünkü anlattıkları daha ilginç ve Fatih’i düşündüğümde daha inandırıcıydı.
Fatih orada birkaç kez Greta ile beraber olmuştu. Jess ve Luke’da gaylerdi ve bundan yararlanıp, onlarla da beraber olmuştu. Aynı evde üç karısı var gibi yaşıyordu ve okula sabahları zor kalkıyordu. Bütün parasını içkiye veriyor, evin kirasına para bile ayırmıyordu. Jess, Greta ve Luke üçlüsü Fatih’i bir gün evden polis zoruyla atmışlardı. Onun gitmesini ilk başlarda istemiyorlarmış, ancak aldıkları zevkten çok, çektikleri çileleri varmış.
Aldığım netbook ile yazdığım ve okuduğum ilk e-mail, bu lanet olası muhabbet adına olmuştu. Fatih’in er geç o bilgisayar mağazasından da kovulacağını biliyordum. Tiksinmiştim. Özellikle Jess, Fatih’le beraber çektirdikleri fotoğrafları bana gönderdikten sonra, iki gün boyunca adamakıllı Allah’ın nimetinden yiyemedim. Lanet devam ediyor gibiydi. İkinci kez tiksinmiştim, ama gerçekten.
YORUMLAR
HakkınSesi
İnan değerli "HakkınSesi" okumadım yazdıklarını, oturduk sohbet ettik beraber.
Nedeyse "Bi çay söyle abi şurdan" diyecektim ki, kalktım çayımı aldım.
Bu kadar muhabbet tadında yazılabiliyormuş demek.
bundan sonra böyle yazıcam ben de...
Yalnız şu "Resimlere baktıkça tiksiniyordum ve uykuma ilk defa güzel bir kaçıştan dolayı değer verip, kapatıp siteyi uyumuştum" ve "Ha, tabi abi, babam zaten oraya giderken baya yüklü bir para aktarmıştı hesabından hesabıma.’" cümleler bir daha gözden geçirilmeli zanndersem...
Selam ve muhabbetle değerli yazar...
Çok çok beğendim...
Bu muhabbete ben de katıldım... Ordaydım...
:))))))))))))))))))))))
HakkınSesi
Seni yaratana hayran abicim...Selametle :)
A igrenc ya...gercek mi bunlar ya...
Allahım ne bicim hayatları var insanların. ..
Iyi mide...yazabilmissin...
Selamlar yazarıma
HakkınSesi
Girme lütfen...