- 354 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TENCERE DİBİN KARA
TENCERE DİBİN KARA
“İnsanın önce kendisindeki kin, kıskançlık, hırs, zalimlik gibi kötü huyları görmesi, onlardan arınması lazımdır.” (Mevlana Celaleddin Hz.)
Bir insanın başkalarının hata ve kusurunu araştırma arzu ve eğilimi;
Gerçekte kendi kusurunu görmemesi veya kendi kusurunu meşrulaştırmak için emsal arama “TENCERE DİBİN KARA, SENİNKİ BENİMKİNDEN KARA” psikolojisinden kaynaklanan savunma refleksinden başka bir şey değildir.
Hal böyle olsa bile hiç bir kimse, başkalarının kusurlarını araştırma, bulma, görme, onları hata ve kusurlarından dolayı rencide etme hak ve yetkisine sahip değildir. “şahsı adına zararından emin olma, tedbirli davranma düşüncesinin dışında”
Çünkü insan insanlara karşı değil, ancak Allah’a karşı sorumludur.
Allah’ın, insanları yargılamada, sorgulamada, hata ve günahlarının tespitinde hiç bir kimseye ihtiyacı olmadığı gibi kimseyi bu konuda görevlendirdiğinden de söz edilemez.
Menakıptan (menkıbe kitaplarından) okuduğum ve modamot benzerini bizzat yaşadığım bir olayı faydası olacağı düşüncesi ile paylaşmakta fayda gördüğümü için dikkatlerinize arz ediyorum.
Bir gün Bursa ilimizin bir ilçesinde kalabalık bir cemaate sohbet ederken,
önceden tanıdığım Ni... isimli bir arkadaş, suratı pancar gibi kızarmış bir halde kalabalığı yara yara ta dizimin dibine kadar gelip oturdu.
Oturdu amma;
Bu kardeşimiz öyle kokuyordu ki, meyhanenin kapısından dışarıya taşanı değil, bizzat tüketilen yer olan içinde ancak bu kadar rahatsız edici yoğunlukta bir koku olabilirdi.
Haklı veya haksız, cemaat içinde rahatsızlık duyanlar oldu.
Bir müddet sonra sohbeti bitirdiğimde, Ni.. isimli arkadaşı onunla konuşmama fırsat vermeden yakın dostlarının alıp götürmüş olduklarını öğrendim.
Sorduğumda da mahcubiyet içinde onun adına özür beyan ettiler.
Bu arada menakıptan okuduğum menkıbeyi o arkadaşlara anlattım.
Ve keşke Ni… ile görüşmem engellenmeseydi diye üzüldüm ve bu üzüntümü dostlara da his ettirmekten kendimi alamadım.
Menkıbe benim yaşadığımın bir benzeri.
Kamil bir mürşidin vaz-u nasihatine bizim Ni… gibi birisi sarhoş hali ile gelmiş.
Bu uygunsuz hale bizim dinleyici dostlar gibi cemaatten tepkiler gelmeye başlayınca!
O alim zat cemaatine hitaben aşağıda naklettiğim kulaklara küpe olacak zaman üstü sitemini beyan etmiş.
“ Ey cemaat eğer hepimizin işlemiş olduğumuz irili ufaklı haram ve günahlar, hata ve kusurlar şu kardeşimizin içtiği içki gibi sarhoş etseydi, şuan BEN DÂHİL bu cemaatte ayık insan bulamazdınız.
Siz işlediğiniz günahlardan utanmıyorsunuz da size günahlarınızı hatırlatan bu kardeşinize neden buğz ediyor, öfke duyuyorsunuz.”
Evet,
Maalesef insan yaratılış itibariyle imtihana, teste tabi olduğundan dolayı kendisine verilmiş olan tüm his ve duygular mütecavizdir. (yani sınırsız ve zararlıları tercihe meyyaldır.)
Akıl, ilim, irade, vicdan, sevgi, korku, hırs, haset vs. gibi his ve duygular,
doğru kullanıldığında sahibini meleklerden daha üstün ve yetenekli olduğu gerçek kimliğine kavuşması için verilmiş emanet yeteneklerdir.
Dinlerin Yüce Yaratıcı tarafından insanlığa gönderilmesinin sebebi;
doğru kullanıldığında medeniyetlerin kurulmasını mutluluk ve huzur içinde bir hayat yaşanmasını sağlayan bu duyguların müspet istikamette gelişimini sağlamak;
kötü kullanıldığında ise medeniyetleri yıkmasını, dünyayı yaşanamaz hale getirip insanın çevresine ve nesline zararlı bir hal almasını önleyici, ıslah ve terbiye edici İlahi metot olduğunda aranmalıdır.
Ancak inananı ve inkâr edeni ile insan!
Ne hayvan gibi iradesiz itaat,
Ne de bilinçsiz ibadet etmeye mecbur bir melek olarak yaratılmamıştır.
Onun için inanan insanların hiç birisi hatasız, günahsız, kusursuz olamayacağı gibi!
İnkârcılarında yine hiç birisi saygı, sevgi, merhamet, şefkat gibi insanı insan yapan manevi his ve duygulardan soyutlanmış değildir.
Nihayetinde hepimiz insanız.
İnananı ile inanamayanı ile hepimiz ruh ve bedenimiz ile bir olgunlaşma sürecinden geçiyoruz, daha doğrusu geçiriliyoruz.
Önemli olan geliştirmekte olduğumuz ruh ve beden standartlarımızın farkında olmamızdır.
Fiziğin üç boyutlu dar ve ruhsuz sınırları arasında boğulup yozlaşmak değil,
mananın engin ufuklarında her gün bir adım daha yukarıya doğru gelişme trendi yakalama amacına yönelik olmalıdır.
Dikkat edilmesi lazım gelen önemli bir fark var.
Maddi ve manevi açıdan olgunlaşmak inanan insanlar için sosyal hayatın düzenini sağlamanın yanı sıra, yaratıcının kainatı yaratma amacına hizmet önemi taşıdığından dolayı;
ruhunda özlemini duyduğu Yüce Yaratıcısını, bulma, tanıma ve ruhundaki ebedi saadet yaşam standardını kazandırma özelliğini de taşımaktadır.
İnanmayanlar için manevi boyut ve beklentisi olmadığından dolayı sadece sosyal hayatın düzenini saylama adına uyum mecburiyeti bulunan özgürlüklerin sınırlandırıldığı sıkıcı müdahaleler ve fantezilerden öte bir anlam ifade etmemektedir.
Çünkü inanan insan,
İnandığı dinin emir ve yasakları doğrultusunda yaşamak zorundadır.
Tüm inanç sistemleri insan ruhundaki ölümsüzlük hissinden hareketle, hayatın ölüm ile son bulmadığını iddia ederek, inananları adına dünya dediğimiz test alanında sevgi, saygı, hoşgörü temeline dayalı olan inancını nasıl yaşadığı ve çevresine nasıl yansıttığını göstererek yaratıldığı amaca ne kadar hizmet ettiğini ispatlamaya davet etmektedir.
Yani Yunus’umuzun, Mevlana’mız, Hacı Bektaşıvelimiz, Ahmet Yesevi’miz ve sayısız gönül sultanlarımızın hepsinin ilim, marifet, muhabbet, adalet ve fazilet kaynakları olan önder ve örnekleri;
İnsanlığa gönderiliş sebebinin güzel ahlakı tamamlamak olduğunu söyleyen, Hz. Muhammed Mustafa Sav. ve insanlık tarihi boyunca sayıları yüz binleri aşkın sair peygamberler vasıtası ile tebliğ ve tatbik edilmiş dinlerin, Konfiçyus, Buda, Brahma vs. gibi yerel inanç sistem önderlerinin insanlığa vermek istediği, insan gibi yaşamak, insan olmanın onurunu kurtarmak ve korumada, adil ve ahlaklı olma mesajıdır.
Dikkat edilirse bu değerler, insanı insan yapan, zaman ve mekan tanımayan evrensel değerlerdir.
Elde edilmeleri korunup kollanarak aşkın değerler kazandırılması,
insan EGOSUNU oluşturan his ve duyguların hak ve adalet, sevgi ve fedakarlık ölçüleri içinde geliştirilmesi adına gösterilecek gayret ve fedakârlığın devamlılığını istemektedir.
Temindeki zorluk ve devamı adına bir ömür katlanılan fedakarlık,
korunması için gösterilen özveri nispetinde dünyayı aşkın, adına Rüyet-i cemalullah denilen yaratıcısına kavuşup hasret giderme saadeti ve ruhun yaratılmış olduğu sonsuz lezzetlerin son durağı olan ebedi bir cennet ödülünün bulunması gerekir.
Ki, ebediyet sevdalısı her ruhun zorlu ve zorunlu terbiyesi karşılığında basit ve karşılıksız veya sadece dünya hayatının yaşam kuralları olmakla sınırlı bir fantezi olmaktan kurtulup ebedi saadeti kazanma mücadelesi olsun.
Necdet EREM
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.