- 579 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gidişin Adı Yok
’Kendimi bırakıp gelsem olur mu?’ dedi kadın
Çenesinin altına aldığı kedisini sıkarak, kedisinin tırıldama seslerini hissediyordu ellerinde. Elleri titriyordu, ufak bir titreşimle. ’Kedi olmalıyım ben’ diye düşündü, insanlar hep can yakıyordu, hep acımasızdı, insanlar hep mutsuz ediyorlardı.
’Seni özlüyorum’ dedi adam
Hiçbir şey yaşamadığı birisi özlüyordu kadını. Asıl özlemesi gereken özlemezken. Kime yüklenmişti özlem? Suçu neydi yaşanılanların? Özlemek yerinde bir davranış mıydı? Düşündü sadece.
Kadın hep özlüyordu, çünkü yaşanmıştı bir şeyler, yaşanmasa özlemezdi bu kadar. Keşke diye geçirmeye bile kıyamadı içinden. Onunla yaşadığı hiçbir şey p i ş m a n l ı ğ ı çağrıştırmamalıydı. O hep özlerdi, hep kırılırdı, kanatları kırık bir melekti o. Herkesten kırılabilir ama bir tek ona kırılamazdı. Onun karşısına hep en güçsüz haliyle çıkmıştı, yine de kırılamayacak kadar umut kırıntısı biriktirmişti içinde. İçindendi sevmeleri, kimsenin bilmediği kadar içinden.
Sarhoş olmak istiyordu kadın ama olamıyordu, en canlısından hissediyordu acılarını. Acılar uyuşmasına izin vermiyordu, hala onu ayakta tutan da yine acılarıydı. Ama sarhoş olabilseydi; daha az hissedecekti her şeyi, onu da. Yaşanılanlar buğulu camın ardında kalacaktı. Sarhoş olmamalıydı, ama hissetmeyi de sevmiyordu artık. Hissetmelerin acısını yaşıyordu hep içinde, dilinde söylemediği sözler birikiyordu, boğazı hep doluydu, bir cümle yığınıyla. Hissediyordu işte tüm bunları ve hissetmek acı veriyordu. En çok da soramadığı sorular, beyni hiç susmuyordu.
Farelerin kedilerden, aslanların da kedilerden korkacağı bir dünyayı düşlüyordu kadın odasında. Etrafa bakınıyordu, her şey aynıydı. Bir gece konser çıkışı burada kalmışlardı birlikte. O zaman sarhoştu ama hatırlıyordu her şeyi. Söz konusu o olunca hissederdi her şeyi. Hissetmenin tüm nimetleri kendisine bağışlanmıştı.
’Ama ya gidiş?’ dedi içinden.
Gitmemeliydi, giderse hissettirmemeliydi. Dayanamayacağını biliyordu o. Uyuşmak istiyordu kadın şimdi, sonuna kadar. Ama uyuşamıyordu, kendisine de kalamıyordu. Tatlı diye bir şey yoktu artık bu dünyada, her şey zehirdi bundan böyle. Zehirli bir uyuşukluk diliyordu en yavaş öldüreninden. Daha çok hayal almalıydı yanına giderken. Daha çok sevmeye vakit bulmalıydı. Sonra da ölüme yaklaşmalıydı sessizce. Kimsenin duyamayacağı kadar sessiz, hatta üst kattakilerin bile.
Bu odada dinlemişlerdi bir çok şarkıyı, bu odada paylaşmışlardı geceyi, şimdi onsuz kendini öldürüyordu, paylaşmadan. Ölüm tek kişilikti. Yalnız gidilirdi ölüme. Nasıl olsa gelmeyecekti o, gelemeyecekti. Her zaman öncelikleri farklıydı. Uyuşmak tatlı değilken, ölüm şimdi tatlı geliyordu.
Telefonunu kapattı, nasıl olsa aramayacaktı. Saçları da kısacıktı, bir daha uzatmaya vakti olmayacaktı nasıl olsa. Bitmişti her şey. Kısa yaşayıp, uzunca hissettiği hayat sona erecekti sonunda. Bu sefer başka bir sıcağı hissettirecekti vücuduna ve en son bu sıcaklık kalacağı için bu beden bu zehri hissedecekti ve ezberleyecekti.
Ölürken nasıl ölünüyorsa; tekrar dirilene kadar o şekilde oluyor dedikleri buydu galiba. Evet bu zehrin sıcaklığı kalacaktı bu vücutta. Kimse kızamazdı artık bu kadına, hakkı yoktu kimsenin söylenmeye. Çünkü o görevini tamamlamıştı sonuna kadar, kendiyle bile sızamayan, sızmayan acısını yaşamıştı içinde. Kadınlar hep bekler, erkekler hep giderdi, kadınlar hep ölür, erkekler ne yapardı bilinmez.
Ölüm güzelliği gelmişti bile aynaya baktığında son kez.Şimdi bir dalgaydı denizinde boğulan,
bir dalga sesiydi azalıp çoğalan kulaklarda.
Tırmalamadan...
Kedilere inat,
gidenlere inat ağlamadan,
ağlamamıştı,
acımıştı sadece.
Gitmek gibi bir görevi üstlenmişti bu dünyadan ayrılırken...
Acı çekerek ama ağlamadan!..
Onu da tamamlamıştı!...
Gitmelerin asılı olduğu bir kapıdaydı şimdi, eşiğe ayağını atmıştı, ardından rüzgar itiyordu. Denizdi karşısında tek gördüğü, mavisine kanmıştı, yaşamadığını anladığı zamanlarda olduğu gibi. Yine anlıyordu... Bu defa bir bitişi, ölümü...
Rüzgarın yardımıyla gittiği şey denizdi ve yüzmeyi de bilmiyordu artık.
Giderken fısıldıyordu rüzgarın kulağına;
’Bu gidişin adı yok. Gidenlerin adı unutulmaz ama hikayelerine hiçbir zaman isim eklenilemez, gidişinin adı yok. Hiçbir hikayeye sığmayacak kadar büyüktü gidişin, tüm gelişleri iptal edecek kadar fazlaydı’
Kedisini oturduğu koltuğa bırakıp, ayaklarını sürüyerek gitmeyi seçmişti yine ama bu defa sondu, yüreğini alıp gidiyordu.
Yüreğiyle sonsuzluğa
Yirmi İKi Şubat İki Bin On Üç 16 00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.