RUHLARINDA RENGİ VARDIR
-Ah baba! Dedi. Birden niye seni dinlemedim? Niye beni dinlemedin? Niye dinlemedik işitmedik mi yoksa? Yoksa tatlımı gelmişti bize elde etmesi kolay bir orospuyla öpüşmek gibimiydi? Hatırlamıyor muyum hatırlayamıyor musun yoksa? Veya hatırlamak mı istemiyorum? Oysa dün bugünü görmeye çalışıyorken yarınlarımızı satıyormuşuz. Toprak değil canmış aslında sattığımız. Şimdi o sattığın, sattığım, topraklarda benim mezarıma bile yer yok. Ölenler mi çocuklar bebekler. Alıştık baba. Burada bir çocuğun öldürülmesiyle düşüp sağını solunu kanatması arasında ki tek fark ağlayanın değişiyor olması. Bugün 80 yaşıma bastım tamı tamına. Hani senin o 5 para etmez bu kadar para veriyorlar satmak en mantıklısı dediğin yer var ya. Oranın tam üstünde şimdi İsrail Meclisi var. Filistin mi dedin. O senin zamanındaydı. Bir avuçtan ibaretiz.
Mustafa’ma her gün masal anlatırım. Geçen gün bilmem neden? Bizim bir zamanlar gerçeğimiz olan Filistin’i masal olarak anlattım. O kadar şaşırdı ki sonunda masalın aslında gerçek olduğunu söyleyince. Sordu sordu! Sanki büyük biriymiş gibi cevap verdim. Ama bir sorusu vardı ki. Cevap veremedim. Kala kaldım. Sanki o soru benim cehenneme biletimmiş gibi geldi. Sanki tüm dünyayı sırtımda taşısam bu borcu ödeyemeyecekmişim gibi geldi. Ölen her çocuğa her şehide her öksüze her dula aldıkları her nefeste biraz daha borçlanıyormuşum gibi Biraz daha biraz daha biraz bir… Soru ney miydi? Söyleyeyim sana. Önce dedi ki:
-‘’Dede o toprakları kaç paraya sattın.’’
‘’-Çok paraydı o zaman aslanım.’’
‘’-Peki dede o kadar parayı ben biriktirsem babamı geri alabilir miyim?’’
İşte o an anladım biz o paralara karşılık sadece topraklarımızı değil kendi evlatlarımızı da sattık. Şimdi sıra torunlarımızda. Anladığım tek gerçek o para ve hiçbir para bir evladı babasından ayıracak kadar değerli değilmiş. Biz o topraklarla beraber doğmamış çocuklarımızın ölüsünü de sattık. Sana niye mi anlatıyorum? Belki sen kendini affedebildiysen bana yolunu anlatırsın diyedir belki. Yada bende mi geliyorum sizin yanınıza. Peki, oğluma sarılsam affeder mi beni? Sen gördün mü onu.40 daha yaşı. 8 yıl oldu şahadet şerbetinden tadalı. O satmadığı toprakların bedelini kanıyla ödeyenlerden. Çocuklarını sordun dimi Onlar babasız geçecek bir ömre, bu ülkeyse her gün büyüyen kine nefrete düşmanlığa ve kana her günbir defa daha biraz daha bir kez daha gebe kalan bir kadın gibi. Her gün doğuracak kadar sancılı her gün biraz daha şişiyor bu topraklar. Ama her gün sanki doğuma bir 9 ay daha ekliyor.
-‘’Dede’, dede, dede, dede …’’
-‘’Dede gözün açık uyuyorsun, daldın gittin valla !’’Diye seslendi dedesine minik Mustafa Muzaffer dede baktı Mustafa’ya şöyle… Bir dede gibi değil ama. Bebeğini ilk kez emziren anne gibi, seferden gelen bir baba gibi. Hasretle ama ne yapacağını bilemez bir halde.
Mustafa koşmaya başladı evin içinde ’’Dedem beni yakalayamaz, dedem beni yakalayamaz! ‘’diyerek. Hali o kadar komikti ki Mustafa’nın Muzaffer dedenin kırışık yüzüne bir tebessüm kondu. Sanki ıssız bir çölün ortasında bir gül fidanı gibi durdu yüzündeki gamzeler. Daldı gitti Muzaffer Dede tekrar…
Yaşlı vücudu salmıştı kendini. Yıpranmış bir beden ölümü bekleyen bir ruhtan ibaretti artık. Hele o yüzündeki kırışıklar buruş buruş olmuştu. Filistin gibiydi oda. Zaman sanki her gün bir parçasını güçsüzleştirmişti. Yılmamıştı zaman. Anlamamıştı Muzaffer Dede de yavaş yavaş yenik düştüğünü, gücünü zamana kaptırdığını. Tıpkı Filistin gibi.
Filistin’de canını veriyordu zamana. Zamana zamanında yenik düşenler, şimdi aynısını Filistin’e yapıyorlardı. Yahudilere yüzyıllar boyu soykırım yapanlar, utanmadan çekinmeden sıkılmadan Yahudilerden kurtulmak için onlara bir ülke kuranlar onları o toprakların asıl sahiplerini şimdi terörist damgasıyla damgalamaktan da çekinmiyorlardı. Filistinlilerin soydaşlarımı güldürmeyin insanı. Onlar daha çok petrol geliri daha refah içinde yaşam daha fazla güç için bir gecede kendilerini unutabilecek haldeydiler. Onlar Gazze’ deki ablukanın II. tarafı olabilecek kadar RUHLARINI taht’a çakmışlardı.
Hepsinden farklı ve hepsi kadar sıradan bir aileydi işte BAKİ ailesi. Hepsinden farklı bir hikâyeleri vardı. Ama hepsiyle de şaşılacak derecede aynı. Farklılıklar benzerlik düzensizlik ise düzendi burada. Hani bilmesem ki en büyük dinlerin kutsal toprağı olduğunu buranın dünyanın en lanetlenmiş yeri derdim buraya helalde. Ne işim var benim burada? Beni buraya çeken şey ne? Ne buraya aitmişim gibi hissettiriyor.
Buldum galiba düne kadar cevapsız kalan sorularımın cevaplarını. Hani ruhların rengi olsa dünyanın en renkli ruhları burada olurdu galiba. Bukalemun ruhlar dolaşıyor her yerde. Mutluluk mutsuzluğa neşe kedere, barış savaşa dönüşebiliyor burada. Renklerde aynı şekilde. Hayalci pembeler, intikam kokan kırmızılar, özgür maviler, bağışlayıcı yeşiller çözümlenemeyecek kadar kararanlar ve umutlu beyazlar. İçinde azıcık da olsa beyaz bulundurmayan insan göremezsin burada. Sanki aralarında anlaşmış gibi. Her renkte biraz beyaz. Her sokakta, her yüzde, her kalpte beyaz ve tabi ki her göz de birkaç damla kan. Cenazede de görebilirsin umudu, doğumda görebildiğin kadar. İşte buydu bence beni buralara bağlayan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.