- 753 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MORG
MORG
Morga inen bodrumun her basmağında hava bir dağ zirvesinin çıkışında olduğu gibi gitgide soğuyordu. Tüm hastanelerin gelenek haline getirdiği gibi bu hastanenin de morgu binanın bodrumundaydı. Ve tüm ölü bedenler çekmeceli birer buzdolabı içinde ebedi istirahat öncesi hareketsiz bir şekilde bekliyordu.
Onları uyandırmamak için basamaklara olduğunca sessiz basmaya çalışırken, nefesimden çıkan havanın burayı az da olsa ısıtmadığını adım kadar biliyordum. Diğer bildiğimse daha dün geceye kadar fotoğrafının haricinde hiç görmediğim bir yüzün sahibinin bu çekmecelerin birinde uzanıyor olduğuydu. Merdivenlerin son basamağı bitip sol tarafa döndüğümde metal çekmecelerin birinin başında duruyordu Robert.
En son görüştüğümüzün arasından henüz yirmi dört saat geçmemişti. Ona doğru sakin adımlarla yürürken burnuma bu hastanenin morgunda yatmış olan sayısız insanın ölü kokusu çarpmıştı. Ölen bedenlerinden geriye kalan ruhları morgun griye boyanmış duvarında sanki beni bekler gibiydi. Bu düşünce tüylerimi diken diken ederken, vücuduma değişik bir üşüme de katmıştı.
Sayısız ceset görmem ya da sürekli bu bodruma inmeye alışık olmama rağmen bu ürpertiye bir türlü alışamamıştım . Bunun dışında, dışarıda temmuz sıcağı varken buranın bu kadar soğuk olmasını hiçbir zaman umursamazdım. İçine daldığım bu düşüncelerden bir anlığına sıyrılıp buraya geliş sebebime yeniden konsantre olmaya çalıştım.
Yüzü kadar sesi de bu bodrumun soğuk atmosferine uyum sağlamış olan beyaz önlüklü doktor Robert “ Dostum her zamanki gibi dakiksin…” derken kolundaki ve duvardaki saati aynı anda gözüyle kontrol etmişti. Yine geç kalmıştım.Morgun duvarındaki saate baktığımda onu orada yirmi iki dakika bekletmiş olduğumu fark ettim. Üzgünüm Robert akşam trafiğine takıldım diye mazeretimi söylemem sonucu değiştirmeyeceği için bu konuda bir şey söylememeye karar verdim.
“Nasılsın Robert ?” sorusunu her ne kadar sormuşta olsam, onun en son gördüğüm kadar dinç durmadığını gözlerindeki yorgunluktan anlayabiliyordum. Aslında iki saat uykuyla benim de ondan farklı bir yanım yoktu. Ben ceketimin iç cebinde duran fotoğrafı çıkarırken, o, sırtını bana dönüp parlak çelik çekmecelerin birinin kolundan tutarken “ Dostum sen nasılsan bende senin kadar iyiyim işte..” demişti.
O sırada ikimizin benzerliğini düşündüm.Ben bu şehirdeki işlenen cinayetlerden arta kalan ölülerle katilleri caddelerde ararken, Robert cesetlerin üzerindeki yara izlerindeki ip uçlarından katilleri arıyordu. Bu şaşırtıcı benzerlik belki de bizim en belirgin ortak yönümüzdü.
Metal çekmecenin tekerleklerinden çıkan sesler bodrumun duvarlarına çarpıp yankılanırken dikkatimi açılan çekmeye verdim.Onun bulunduğu yere doğru birkaç adım atarken bir yandan da ofisten çıkarken yanıma aldığım fotoğrafı yeniden incelemeye başlamıştım. Robert cesedin üstündeki beyaz örtüyü kaldırıp daha iyi görebilmem için kenarı çekildi. Tomhas Lark’ın göz kapakları kapalı olduğundan mavi gözlerini göremesem de kireç beyazı yüzünü gayet iyi görebiliyordum. Elimdeki fotoğraftaki gibi artık Tomhas Lark’ın gülümsemediği açıkça ortadaydı.
Robert cesedin üstündeki örtüyü biraz daha açtı.O anda Tomhas Lark’ın karın bölgesindeki sayısız dikiş izine odaklandım. Beş yıla yakın bir zamandır bu görüntüleri görmeye alışkındım.Ama yinede bu manzaralar her seferinde fazlasıyla beni geriyordu.
Dört günlük tıraşsız yüzümü ovalarken başımı kaldırıp, Robert’ e baktım.
“ Bir şey bulabildin mi ?” Robert başını olumsuz anlamında sağa sola sallayıp, elindeki sarı ince dosyaya bakarak, “ Kanında uyuşturucu ve alkole rastlanmadı. Onun dışında yaptığımız testlerde herhangi bir bulguya rastlayamadık. Meslek hayatımda gördüğüm en ilginç intihar şekli bu sanırım.İşine yarar mı bilmem ama test sonuçlarının bir öreğini senin için ayırdım.” diye açıklamalarda bulunmuştu.
O bunları söylerken ben bir bilim insanının neden kendi ülkesinde değil de bir haftalığına seminer vermek için geldiği başka bir ülkede böyle bir sonu seçtiği sorularını kendime soruyordum. Daha önceki gördüğüm vakaların yüzde doksanında böyle kararlarla sonu seçenler arkasında bıraktığı sevdiklerine genelde veda satırları olan mektuplar bırakırdı.
Tomhas Lark’ın bir eşi ve iki çocuğu olduğunu ofisteki dosyadan okumuştum. Buda onun geride bıraktıkları için kısada olsa bir veda mektubu yazması bana yeterli bir neden gibi gelmişti. Ama o böyle bir not yada mektup yazmamıştı.
Ölümünden on iki saat önce eşiyle esprili, hayat dolu bir şekilde konuşan birinin sonrasında aniden hayata başka bir açıyla bakması bana garip gelmişti. Bu nedenle bu vakayı ayrıntısına kadar incelemeye karar vermiştim.
Robert, Tomhas Lark’ın üstündeki beyaz örtüyü yeniden örtüp onu geçici istirahatı olan metal çekmecenin derinliklerine göndermek için çekmecenin kapısını kapattı. Bana vereceği testlerin ikinci nüshasını laboratuardan almak için asansörün bulunduğu yöne doğru yürürken, morgun serin ve ölüm kokusu sinmiş havasından uzaklaşmak sinirlerimi azda olsa gevşetmişti.
Asansörün kapısında hiç beklemeden yan tarafta bulunan merdivenlerden çıkmaya başladık. Asansör fobimi bilen Robert’in merdiveni tercih etmesi sinirlerimin yatışmasına ikinci defa yardımcı olmuştu. İki kat çıktıktan sonra amonyak kokulu bir koridorun sonunda bulunan laboratuardan üç sayfalık test örneklerini aldım.
Dışarı çıktığımda akşam güneşi batmış, hava alabildiğine kararmıştı. Şimdi caddeleri aydınlatan araba farları ve sokak lambaları güneşin yerini almıştı. Hastanenin park yerindeki arabama doğru yürürken gündüzden temmuz sıcağını içine çekmiş beton zeminden yüzüme vuran sıcaklığı hissedebiliyordum.
Elimdeki test sonuçları yanımdaki koltuğa bırakıp trafiğe çıktım. Bir saat öncesi yoğun olan trafiğin bir saat sonrası bu kadar akışkan hale gelmesi bu şehrin başka bir alışkanlığıydı sanırım. Böyle zamanlarda eve on dakika önce ulaşmam beni hep memnun etmiştir. Yol boyunca Tomhas Lark’ın eşiyle en son neler görüştüğünün ayrıntılarını düşünmüştüm. Ve daha fazla ayrıntıları…
Bayan Marta Lark eşini hastaneden alıp kendi ülkesine götürmek için yarın geliyor olması bana düşünmem için biraz daha zaman kazandırmıştı.
Eve girmeden önce posta kutusundaki birkaç zarfı alırken omzumdaki günün yorgunluğu tüm bedenime çökmüştü. Elimdeki zarfları ve test sonuçlarını sehpanın üzerine gelişi güzel bıraktım. İçinde birkaç biradan başka bir şey olmayan boş dolabı açıp kendime bir bira aldım. En son iki gece önce üstüme örttüğüm battaniyeyi kanepenin köşesine doğru itip televizyonu açtım.
Kumandayla gezindiğim tüm haber kanalları Profesör Tomas Lark’ın intiharı ve özgeçmişi hakkında bir şeyler anlatıyordu. Ve çoğu haber spikeri “genç biyo-kimyagerin otel odasındaki esrarengiz ölümü hakkında araştırmalar devam ediyor” dedikten sonra izleyicilerini daha fazla sıkmamak adına gündemde yer alan magazin haberlerine geçiyordu.
Bu haberlerden en başta benim sıkılmam gerekirken tam tersine pür dikkat Tomhas Lark’la ilgi duyduğum her şeyi kafamın bir köşesine not ediyordum.Bu bilgilerin biride Profesörün otuzlu yaşlarda boşandıktan sonra yaptığı ikinci evlilikti. Bunların ayrıntılı cevaplarını telefonda alamayacağımı bildiğimden bu soruların yanıtlarını yarın uçakla gelecek olan Marta Lark’tan yüz yüzeyken alacaktım.
Televizyonu kumandayla kapattığımda evdeki sessizliği bozan tek şey mutfaktaki contası üç ay önce bozulan musluktan düşen su damlalarının sesiydi. Elizabet’i kaybettiğim günden beri bu sessizlik benim evdeki tek yoldaşım olmuştu. Şimdi hayatta olsaydı mutfaktaki musluktan çıkan damla sesleri yerine onun şen sesini duyacaktım.
O gün evden bir dakika daha geç çıksaydı ya da kamyon şoförü kavşağa geldiğinde kırmızı ışığı fark etseydi her şey çok farklı olacaktı. Aynı şey belki de profesör Tomhas Lark içinde geçerliydi. Bu ülkeye seminer için gelip bir otel odasında kalmayıp eşi Marta ile kendi evinde kalsaydı belki de şu an morgun soğuk çekmecesinde yatmıyor olacaktı.
Umuda dair gerçekleşmeyecek olan beklilerimi ve keşkelerimi bir kenara bırakıp, yastığa başımı koyduğum sırada duvardaki saat yirmi dört sıfır beşi gösteriyordu. Sabah ilk işim hava alanında Marta Lark’ı karşılamak olacaktı.Ve uyudum…
YORUMLAR
Hikaye anlatmayı seviyorsunuz; bu da işin olmazsa olmazı. Kendi deyişimle, yazmak için yazanlardan değil de, anlatmak için yazanlardansınız. Bu da okuyucuya keyif veren bir unsur.
Samimiyetle yazmama izin verin: Bir okuyucu olarak yazarı/anlatıcıyı yazarken hayal etmeyi severim. Sizi düşünürken gözümün önüne yazdığı süreden fazlasını kalkıp, etrafta dolaşarak harcayan, hikayeyi düşünürken bir yandan da civardaki objelerle ilgilenen biri geliyor. Bu durum ilham verici olabileceği gibi, bazen öyküye olumsuz dönüşleri de olabiliyor. Örneğin bir önceki öykünüzde bir ara arka arkaya her cümlede saatin kaç olduğundan bahsetmeniz gibi.
İlk paragrafın üzerinde durmak istiyorum.
Morga inen bodrumun her basmağında hava bir dağ zirvesinin çıkışında olduğu gibi gitgide soğuyordu. Tüm hastanelerin gelenek haline getirdiği gibi bu hastanenin de morgu binanın bodrumundaydı. Ve tüm ölü bedenler çekmeceli birer buzdolabı içinde ebedi istirahat öncesi hareketsiz bir şekilde bekliyordu.
Bence anlatıcı kendini kahramanın yerine koyuyor. Onunla birlikte basamakları iniyor, soğuk havayla ürperiyor. Ama ifade etmeye gelince pürüzler yaşıyor; 'Morga inen bodrum' gibi. 'Çalışma odasına çıkan çatı' türünde bir ifade olmuş. 'Morga inen merdivenler' daha uygun gibi. Her şey bir yana, bir sonraki cümlede zaten o merdivenlerin nereye ineceğini söyleyeceğiz: 'Tüm hastanelerin gelenek haline getirdiği gibi bu hastanenin de morgu binanın bodrumundaydı.' Bir üçüncü cümlenin girişi biraz göz tırmalıyor. 'Ve' diye cümleye başlamak pek doğru değil.
Bütün olarak öykü her türlü kullanıma açık. Kullanımdan kastım, şu andaki haliyle bütünlüğünü korurken, istenildiği halde devamı da getirilebilinir. Yalnız intiharın ilginç olması ama niye ilginç olduğundan bahsedilmemesi devam beklentisini güçlendiriyor. Belki bu nokta aydınlatılsaydı, ertesi sabah havaalanındaki karşılamada polisin yaşayacağı zorluğun da altı çizili olurdu. Ya da en azından karşılamada bir şeyler hissettirilseydi:
Sabah ilk işim hava alanında Marta Lark’ı karşılamak ve ona ''Kocanızın uzaylılarla ilişkisi olduğunu biliyor muydunuz?'' sorusunu sormak olacaktı. Kelimeleri seçerken uyumuşum.
gibi.
Okuyanı havaya sokan bir öykü olmuş. Saygılarımla.
DİLEK YILDIZI
Yazıya gelince,
Bu yazıyı hazırlarken kısa mı uzun mu olsun diye git gel yaşadım. Tabi bu arada yazarken düşüncelerim sürekli çekirge gibi zıplayıp durdu. Hatta bir yerde aklıma yabancı bir soy isim gelmeyince bir sigara markasını soyad olarak seçtim :-)
"Bodrum kata inen merdivenlerin her basamağında.." diye bir şekilde başlangıç yapmam doğru bir kullanım olurdu.Devamındaki cümleyle "Ve" kelimesinin kullanımıyla ilgili olarak da haklısınız. Bunları yazarken hissetmiştim ama görememiştim tam olarak. (tabiki bunda alelacele yazmamında etkis var sanırım) Ama şimdi yorumunuzla daha iyi görmüş oldum.
Devam konusuna gelince bilinçli olaak cevaplanmamış kısımlar bıraktım. ( olaki can sıkıntısından bir kaç bölüm daha yazarak uzatırım diye düşünmüştüm.)
Bu arada unutmadan bu yazıda birinci kişi mi yoksa üçünçü kişi gözüylemi anlatayım diye gittim geldim. Sonuç olarak çalakalem böyle bir şey çıktı.
Dostum önerilerin her zaman benim için çok değerlidir. ( bunu tüm samimiyetimle diyorum çünkü dediğim gibi tüm yazıları gıpta ile okuyanlardan biri olarak )
Yapıcı olan bu eşsiz güzel yorumun için sonsuz teşekkür ederim...
En derin saygı ve selamlarımla....