- 701 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK-6
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Öğleden sonra gözlerini açtıklarında mutluluktan uçuyorlardı adeta. Naciye, yıllardır aradığı aşkını bulmuştu nihayet. Aşkının kollarında olmak bambaşka bir olguydu. “ Aşk, dedikleri şeytan , demek insanı böyle çarpıyormuş ha. Çarpıldım işte bu hergeleye,” diye içinden geçirdi. Aşk bu aşk. Sahi ya bugün sevgililer günüydü. Zavağını hediyeye boğsa fena olmazdı. Söz vermişti kendi kendine: Tapacağım bir erkek çıksın karşıma,onu hediyelere boğacam valla. Tırnak’ın hediye alması olmazdı. Zaten istediği hediyeyi vermişti gece boyu. Bu, yeterdi. Güle ne gerek vardı. Önemli olan fiiliyatla memnun olmaktı. Gerçi bu zamana dek sayısız erkek profiliyle karşılaşmış, sayısız hayat hikayeleri dinlemiş, hatta kendisine deli divane olup ilanı aşkta bulunanlar bile çıkmıştı. Bazı erkekler, erkek değil adeta bir soytarıydılar; karısını hor görenler, kendisini fabrikatör gösterenler, üçkağıtcılar, keşler, züpbeler, cinsellikte hoyratlaşanlar; çorabına dek soyunup tarzan gibi kükreyenler, tir tir titreyen yeni yetmeler… Öf be öff! Gözlerini kapayıp başka alemlere dalıyordu sadece. Bazen yattığı yerden Ankara kalesinin surlarına takılıyordu gözleri. Bu surlardan dürbünleriyle kendilerini dikizleyen yerli ve yabancı turistlerin siluetleri yansıyordu kara bulutlar gibi.
Kollarını gerip esnediler.
-Gece keyiflerimiz gıcırdı, de mi ?dedi Naciye.
Tırnak çocuk, Naciye’nin çıplak bedenini tekrar kollarının arasında sarmaladı.
-Sayende felekten çaldık. Sen olmasan boyacı kıçımla buralara ne gelebilirim ne de buraları görebilirim.
Pohpohlanma hoşuna gitti.
–Sana feda olsun goçççum. Para elimin kiri ama sen, başımın tacısın. Tırnak Çocuk, kolundaki saate baktı;
- Seni de işinden alıkoydum. Benim yüzünden zarara uğrayacan.
– Başlatma işini de zararını da.
Yatakta tekrar topaç olup yuvarlandılar. Yatağa gelen dokuz şiddetindeki darbeler yüzünden bazanın vidaları gevşedi.
–Tapıyom sana ulen hergele. Elimden gelse yanımdan hiç ayırmayacam seni. Benim teklifime he desen var ya daha parlak bir yaşantımız olur. Gaçıp gidelim İstanbul’a. Hem orası apayrı bir dünya. Sanki bir derya. Kimse bulamaz bizi. Kendimize farklı bir düzen kurarız. Ben orospuluğu bırakırım. Mesela bir mağaza açarız. Sen Patron, ben ise tezgahtar. Ya da tezgahtar kızlar çalıştırırız. Ya da içkili bir lokanta açarız. Şöyle sazlı sözlü bir yer. Taverna gibi. Ha ne dersin goççum?
– Olmaz derim, olmaz. En iyisi mi boyacı dükkanı açmak. İstanbul’da inşaat çoktur. Ha bre taştan gökdelen dikiyorlar her tarafa. Çalışırım. Sen de evinin kadını olun. Hem senin bu zamana kadar çalıştığın yeter. Biraz da dinlen.
-Bunları yapacaksak hemen yapalım ki; çocuklarımız olsun. Yoksa beş on seneye kadar ben adetten ney kesilirim. Sonra da çocuk doğuramam. Erkekten farkım kalmaz valla.
-Merak etmişlerdir bizleri. Hadi toparlanalım. Tekrar yıkanıp aptes alalım, diye geçiştirdi.
Naciye, Tırnağa vurgundu ama, tek taraflı bir vurgundu sadece. Tırnağın masumiyet dolu bakışlarında terk edilmeye hazır bir duygunun gizlendiğini pek kestiremiyordu. Ama orospu da olsa onun da bir kalbi vardı. Başını göğsüne dayayabileceği gözü pek yiğide, korkusuza ihtiyacı vardı. Bir çıkmış pir çıkmıştı Tırnak Çocuk karşısına. Kendisini oyalıyordu oyalamasına ama, ah bir beynini çelebilsem , diye düşünüp duruyordu. Kıllı göğsünü eliyle şaplattı. “ Kurban olurum bu ormana. İçine girip saklanması pek de hoşuma gidiyor valla.”
– Naciye yavrum, kerhaneyi ara. Biraz gecikeceğimizi söyle.
Naciye, çantasından telefonu çıkarıp açık konuma getirdi. Zavağı ile birlikteyken rahatsız edilmesinden hoşlanmaz, kapsam dışı yapardı.
– Gonca canım, nasılsın? Biz biraz sonra gelecez. Merak etme ya, Tırnak yanımda iken başıma kötü şeyler gelmez. Sonra gelince anlatırım. Hadi öptüm.
Koridordan yemek salonuna geçtiler. Koridorda rastlayanlar, bu ikilinin haşmetinden neredeyse küçük dillerini yutacaklardı. Kenarlara çekilip yol verdiler.
-Aman Allah’ım tam bir afet . Avrat değil, sanki bir yosma!
– Erkeğin tavrına bak, tam bir kabadayı.
-Ne de güzel yakışmışlar.
- Sevgililer gününün sürpriz çiftlerinden …
Salondaki bütün masalar rengarenk güllerle donatılmıştı. Derinden gelen şair Sadri’ nin mırıldandığı dizeler, içerisinin atmosferine farklı bir anlam katıyordu:
“Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü/Sımsıkı etini dişlemek bir elmanın/Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın/ Bahtiyarlığına benzer seni sevmek.
Omzundaki ceketini düşürmeden ani bir refleksle, sandalyeyi çekip Naciye’nin oturmasını sağladı. Garson anında dikildi başlarına. İki aşık gözleriyle birbirlerine sordular, “neler yiyeceğiz?”
-Havyar, kuş sütü dahil masayı donatıver goçum, dedi, Tırnak Çocuk.
Hoşuna gitti, Tırnak’ın bu tavrı. Forsunu yerler altına düşürmek hoş bir şey değildi. Hele de bu erkek, kendi sevgilisi olunca.
– İçki alalım mı, dedi Naciye. Olmaz diyemezdi Tırnak. Hiç kırar mıydı sevdalısını. Nasıl olsa bugün de böyle geçecekti. “ Ne kadar biz geliyoz, merak etmeyin, “ diye telefon etseler de, ok yaydan çıkmıştı bir kere. Hadi hayırlısı. Kadehler, doldu doldu boşaldı. Tekrar doldu, tekrar boşaldı. Tırnak Çocuk’un kıllı göğsü adeta alev püskürüyordu. Ceket yine omzunda, elindeki kehribar tespih yine şakır şakır sesler çıkarmakta.
– Vay ayı var,
- Hangi ormandan ürkütmüşler bu ayıyı.
Etraftaki alaycı gülüşler, kahkahaya dönüşmüşlerdi bile. Hiç de umurunda değildi ikilinin. Onlar kendi dünyalarında çoktan kendilerinden geçmişlerdi. Ta ki; orkestranın oyun havası çalana dek. İkili hemen piste fırladılar. Damarlarındaki kan nerdeyse eğlenenlerin yüzlerine fışkıracaktı. Naciye, haykırdı; çal be davulcu, “Angaranın gızları, pır pır eder gazları’nı.( Ankara’nın Bağları Büklüm büklüm Yolları…)
Pistekiler, adeta çember yaptılar Naciye ve Tırnak’ın etrafında. Ağızları açık ayran delisi gibi seyre daldılar. Böyle bir oyun tarzı analarının kıçlarından düştü düşeli görmemişlerdi. Tırnak Çocuk’un kıllı göğsündeki altın madalyası, sağa sola zıpladıkça boşlukta dönüp duruyordu. Elinden düşürmediği kehribar tespih, seyircilerin burunlarından teğet geçiyor, Naciye’nin kalçaları ise oyunun ritmine göre zıpladıkça, aç kurtların yüreklerini hoplatıyordu.
Nice sonra Tırnak Çocuk,elini cebine götürdüğünde, garson;
- Müessesemizin , bugün sevgililer günü olması dolayısıyla küçük bir ikramıdır efendim.
Dışarda bekleyen ticari taksiye bindiler. Şoför’ün nereye? diye sormasına fırsat vermeden;
- Kerhaneye çek gardaş.
“Allah Allah! Gözlerim şaşı mı yoksa. Bunların ikisi de mi erkek yoksa. “
Dikiz aynasından dikkatlice Naciye’yi süzdü. Naciye, kaçın kurasıydı. Çok görmüştü böyle bakışları. Zılgıt gibi kahkaha attı. Kendini tamamen boşalttı. Bir kahkaha daha.
– Şoför bey, yanlış duymadın. Benim de canım avrat istiyor, çek bakalım kerhaneye, çekkk!
-Emriniz olur, abla. Şey pardon, abi!
Naciye’nin kahkahalarından cesaretlendi. Onun da canı avrat çekti. Bir değişiklik yapsa fena olmazdı. Evdeki bekleye dursundu. Gaza yüklendi. Araba , acı bir manevrayla trafikte yerini aldı…
DEVAM EDECEK...