- 886 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YALAN MI ÇIPLAK "Kum Dergisi s.69-70"
Yalan mı Çıplak
Bundan yıllarca evveldi. Ege’nin kıyı köylerinin birinde huzur içinde yaşıyorlardı. Burası yıllar sonra ekonomik ve tarihi konumu nedeniyle Karaburun olarak ünlenecekti. Şeyh Bedrettin’in isyancı müritlerinden Börklüce Dede Mustafa yıllarca sonra burada yaşayacak, Selçuk ‘ta yakalanıp kolları ve ayaklarından çivilenip işkence edildikten sonra da idam edilecekti. Torlak Kemal ise Simavnalı’ydı, o da Manisa’da yakalanıp idama mahkum olacaktı. Şeyh Bedrettin ise Yunanistan’ın Serez Çarşısı’nda asılacaktı… Bu ve benzer öykülerle büyümüştü. Suya bakar şamanlardan günümüze kadar anlatıla gelen masallardan biriydi belki de. Ancak ne var ki bu anlatılanlar Osmanlı döneminde bir bir gerçekleşecekti…
Neyse biz gelelim şimdi öykümüze! Kimi zaman balığa çıkılıyor, kimi zaman safariye. Komşuluk ilişkileri de gıpta edilecek düzeydeydi. Kimse kimsenin rızkına, namusuna bakmazdı. Maddi olarak dayanışma içindeydiler. Yüzyıllar sonra şairimizin dediği gibi “Yarin yanağından gayri paylaşmak her şeyi”… Kazandıkları, mahsulleri, yedikleri içtikleri ortak mülktü. Platon/Eflatun felsefesine dayalı böyle bir düzen Karmatiler’den onlara, onlardan da Karl Marks’ın öğretisine kadar uzamıştı. Sömürü düzenin savunucuları bu sistemi yüzyıllar sonra komünizm olarak adlandıracaklardı. Balıklar bile buna popolarıyla gülmüştü ve hâlâ da gülüyorlardır kim bilir? “Ege’miz hep böyle Eflatun bakışlı, gül dudaklıdır, fazla dokunmayın dökülür” deyip objektifi köyün günlük yaşamından bir bölümüne çevirdi…
Günlük yaşantılarının en büyük hobilerinden biri, çoluk çocuk sabah erkenden geziler düzenlemekti. Her mahallenin bir lideri vardı. Her gün dönüşümlü olarak bu liderlerden biri tarafından gezi güzergâhı saptanırdı. Köylerinin önü deniz, arkası yemyeşil tepe ve dağlarla çevriliydi. Günlerden bir gün şimdiye kadar keşfedilmemiş bir tepeye gezi tertip ettiler. Sabah erkenden çoluk çocuk yola koyuldular. Özellikle bayanlar sabah kıyafetleriyle, makyajsız, ayakta terliklerle bu geziye katıldılar. Şarkılar söyleniyor, erkekler kahramanlık öyküleri anlatıyor, çocuklarsa kendi dünyalarındaydı ve kim bilir belki de anne babalarına benzememenin hayalini kuruyorlardı. Öyle ya anne baba ne derse doğru kabul edilip uygulanırdı. İtaat etmek kutsal bir görevdi, öyle şartlandırılmışlardı köyün şamanı tarafından. Yıllar sonra çok tanrılı dinlerden tek tanrıya geçildiğinde de durum pek farklı olmayacaktı. Yüzyıllar sonra ne olacağını, köyün şamanı suya bakıp söylemişti. “Gelen gideni aratır “diye…”Gelen gideni aratır”…
Yol yoktu. Sık çalıların arasından kendilerine yol açarak ilerlemeye çalışıyorlardı. Bir şekilde kaybolmuştular. Kılavuzları karga değildi ama onları yanlış yönlendirmişti. Domuz damlarının olduğu söylenen yerlerden geçiyorlardı. O hariç herkeste bir korku vardı. O ne de olsa güreşçiydi. Alimallah domuzu ayaklarından tuttuğu gibi ikiye ayırırdı. Henüz bekar olduğu için anlatılanlara göre düş kuruyordu… Neyse, zar zor tek sıra halinde tam düzlüğe çıktıklarında bir küfür duydular. Dostlarından biri karısını fena halde fırçalıyordu. “İnsan kıç üstü düşerken eteklerini kapatmalıymış” Kadın can derdine, adam namus. Tepeyi ininceye kadar adam susmadı. Namus da namus tutturmuş gidiyor. Bilmiyor ki hepsi kardeş gibiydi, bir aileydi sonunda. Yüzyıllar sonra büyük buluşlardan biri olan görsel ve yazılı basın ve onun doğurduğu paparaziler yok ki adam papaz olsun. “Böyle celallenmesine ne gerek var” dedi kendi kendine. Neyse gezi bitti. Herkes evine gitti. Yalan değildi. Kadının mihrabı yerinde, bacakları da çok düzgündü. Geziye katılan tüm erkeklerin de ortak görüşünün aynı olduğunu tahmin ediyordu…
Hep merak edip durur şimdi. Acaba ikinci yaşamı olan günümüzde bu ve benzer durumlar yaşanıyor da insanlar mı pek umursamıyorlar? Ya da cinayetler bu kıskançlık ve benzer nedenler yüzünden mi işleniyor acaba? Değişen ne “Zaman mı yoksa insan mı?” Bu soru, sonsuza kadar yanıtını arayacak belki de bu öyküdeki gibi ne dersiniz?!…
M. Mazhar ALPHAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.