Yüzümdeki Hayatın Tokat İzleri -4-
Soluk benizli, ürkek bakışlı; uzaklarla evcileştirilmiş Yatılı çocukların anısına…
Avkani’in dünyası başına yıkılmıştı. Az önce babasına sarf ettiği “okula gitmeyeceğim” sözünden pişman olmuş; bir an önce okulun açılması ve buradan gitmesini düşündü. Tabii ya annesinin olmadığı bir yerde ne yapabilirdi ki?
Avkani, Yaz tatilinde bir cehennem hayatı yaşamıştı. Çocuklarla eskisi gibi oyunlara da katılmadı. Okulların açılmasına iki ay kala Babaları hem çifte koşturmak hem de çocukları avutmak için zar zor borçla iki at almıştı. Yazın iki kardeş bu atları sulamak ve otlatmak için köyün üç kilometre uzaklığında geçen çaya götürürlerdi. Akşamları eve geldiklerinde abisi Selay’la köye kadar at koşuştururlardı; artık iki kardeş nerdeyse gün boyu bu atların sırtında inmez olmuşlardı. İyi vakit de geçiriyorlardı. Yaz tatilin son bir ayı böyle geçmişti.
Yaz tatili bitmiş gene iki kardeş okuldaydı…
Okulun geniş bir ormanı vardı, ayrıca öğretmen, personel binalarıyla birlikte beş kademe üçer sınıflık ilkokul, iki kademe üç katlı ortaokul binalarıyla okul adeta bir ilçeyi andırıyordu. Okulun orta yerinde büyük bir yemekhane; ilkokul, ortaokul, kızlar bölümü ve öğretmenler bölümü olarak dört büyük salonda ibaretti. Üç öğün yemeklerin verildiği yemekhane okulun en geniş yapılarında biriydi; yemekler burada pişirilirdi, hemen yanı başında büyük erzak deposu nöbetçi öğretmen tarafından listeye göre erzak çıkarılıp yemekhane mutfağına alınırdı.
Günlerden bir cumartesi günü…
Aralık ayın son haftasıydı; gecelerin uzun, karanlık ve soğuk olduğu bir gündü. Akşam yemeği için yediyüze yakın öğrenci yemekhanede büyük bir gürültü içinde akşam yemeğindeydi. Avkani ile Mustafa, yemek yemeye iştahları yoktu; öğleden sonra ormanda, okul çöplüğünde topladıkları kağıt, karton ve odunla ateş yakmış, başında sohbet etmişlerdi. Geceleyin çoğu zaman acıktıkları için dışarıya ekmek çıkarmayı planladılar. Okulda dışarıya ekmek çıkarmak yasak olduğu gibi dayak yemek de vardı. Mustafa, hınzırca bir plan bulmuş gibi gözlerini açarak:
“Avkani… Somun ekmeğin için pilav, üzerinde de fasulye ekleyip, çaktırmadan çıkarabilirsek gece acıktığımızda yeriz!” dedi.
Avkani, bu planda hoşnut olmazsa da kabul etmek zorunda kaldı ya açlığa mahkum ya da dışarıya ekmek çıkaracaktı. Ve başıyla planı onaylamıştı. Her masada onar çocuk olurdu; iki yemek karavanası, birkaç su bardağı ve bir sürahi olurdu. İki çocuk diğer çocuklara aldırmadan somunun içini oydular sonra içine pilav üstü fasulyeyi doldurup ayağa kalkıp salonda nöbetçi öğretmene görülmeden çıktılar. Oysa öğretmen, onların şişkin ceplerini son anda fark etmişti. Öğretmen masadan kalkıp onların peşine düştü. İki arkadaş daha yatakhanenin yanında bulunan bahçeye girmeden “siz ikiniz… Gelin bakalım!” dedi. öğretmenin sert sesiyle aniden durdular ve korkudan titremeye başlamışlardı. İki boynu bükük, daha yedi yaşlarında iki arkadaş usul usul öğretmene yaklaştılar. Nöbetçi öğretmen, sinirliydi ve bağırcasına:
“cebinizde ne saklıyorsunuz? Ellerinizi bir cebinizden çıkarın bakayım!” dedi. İki arkadaş yakalanmanın utancıyla kıpkırmızı kesilirken yiyeceği dayağın hesabını da düşünüyor olmalı ki ağlamaklı oldular. Öğretmen gür sesiyle
“Yemekhanede ekmek çalmaya utanmıyor musunuz? Yemekhanede ye yiyebildiğiniz kadar fakat ekmek çalmak veya dışarıya ekmek çıkarmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz dangalaklar?” deyip iki arkadaşın zayıf, taze kulaklarına yapışarak “ doğru yemekhaneye… Ekmeğinizi ya orda yersiniz ya da ekmeği bırakıp çıkın! Bir daha görmeyeyim!” dedi.
Avkani ile Mustafa, kulak acısıyla doğru yemekhaneye geri geldiler. Yemekhanede Avkani, Mustafa’ya
“Ya zaten kulağımız çekildi, cezamızı aldık hiç olmazsa gece aç kalmayalım… Ekmeğimizi bırakmadan mutfak kapısında çıkalım!” dedi. Mustafa hala kulak acısıyla kıvranırken:
“He vallah… Haklısın” deyip masalarda kalan birkaç kirli tabakla mutfağa girdiler. Mutfak bulaşıkçısı olan kadın onları güler yüzle selamlayıp “ah canlarım bana tabak toplamışlar!” deyip cebinde bir avuç kuru üzüm çıkarıp onlara verdi. İki arkadaş teşekkür edip, diğer mutfak personellerin şaşkın bakışları arasında yemekhanenin arka kapısında çıkıp karanlıkta kayboldular.
Avkani, hafta içi gündüzleri sürekli Zümrütle arkadaşlık yapardı. Akşamları, gündüzlü olan Zümrüt eve giderdi. Akşamları Avkani, Mustafa’yla sık sık beraber gezerdi; yatakları aynı ranzadaydı zaten. Yatakhane, beş kademe olup altışar odalardan, her odada otuz yatak vardı. Kızlar kademesinin iki-üç katı bazen boş olurdu çünkü kızların okula fazla gönderilmediği yıllardı. Her sınıfta ancak beş-altı kız olurdu!
Avkani ile Mustafa, gece yarısı kalkıp yemekhanede aşırdıkları pilav üstülü ekmeklerini yemeye koyulurken nöbetçi öğretmenin gece yoklaması için sesi duyulmuştu. Gece saat onda, yatma vaktiydi.
Öğretmen, yoklama yaptıktan sonra elektrikleri söndürüp giderdi. Yatakhanelerde sadece lavabolar, ara salon ışıkları açık kalırdı. Nöbetçi öğretmen yoklamayı alırken, kapı eşiğinde almıştı yoksa iki arkadaşın tekrar yakalanma olasılığı vardı. Öğretmen çıktıktan sonra iki arkadaş gizili ekmeklerini yiyip, beraber lavabolara çıkıp sularını içtikten sonra yataklarına geçip uyudular.
Geceleyin bazı zaman, çocuklardan yalnız başına tuvaletlere çıkmaya korkuyorlardı; ya yanında bir arkadaşını uyandırıp beraber giderlerdi ya da sabaha kadar kendini tutmak gerekirdi. Bazen zaman yatağını ıslatanlar da vardı. Sabahları, bu altını ıslatan çocuklardan bir kaçı, ıslak elbiselerle sınıfa girerlerken hem üşür hem de arkadaşları tarafında farkediliğinde onların horlamasına maruz kalırlardı. Bu aslında çoğunlukla psikolojik ve gece yalnız başına lavaboya çıkmamasından kaynaklanıyordu.
Aslında uzaklarla evcileştirilmiş soluk benizli çocukların ızdırapları bununla da bitmiyordu; kimi zaman avuçlarında sıcaklık yerine buz sıkılırdı, gözlerinde intihar kokusu yayılırdı ve akabinde yalnızlık ve sessiz çığlıkları kalırdı...
ARKASI YARIN...
YORUMLAR
Öykü ilginç gibi. Fakat n harfiyle aranız pek hoş değil galiba. Bu hoş öykünün böylesi minik imla hatalarına kurban gitmemesi için azıcık daha dikkatli olmanızı önersem kabalık mı etmiş olurum?
DemAN
Çünkü yazan da çok okuyan daha iyi görür düşüncesindeyim.
Ve çok ama çok teşekkür ederim, çekinmeden bana yanlışlarımı yazabilirsiniz çünkü bu hikayeler hepimizin ve katkılarınızı bekliyorum
Saygı ve selamlarımla güzel yürek