AŞK GÖZÜNÜ KÖR EDER İNSANIN
Beni bekleyen Azrail karalara boyansın, zira ben siyahın on tonunu da görmüş biriyim. Karın delip de yeşerdiğinden kardelen adını alan çiçek, bana da öğretseydi keşke soğukla mücadele etmeyi. Ben ki soğuk hikâyeler demledim kadere zamanında, içtiğimde o çayları yaşım yirmi beşti. Annem fedakâr olmasaydı keşke, keşkelerle büyüdüm, ama keşkelerle can vermeseydim. Sene 1998 ÖSS sınavını kazandığımda her şeyin sona ereceğini düşünmüştüm, ama yanılmışım, asıl şimdi her şeyin başlangıcıymış. Eşim Terfa ve iki çocuğum benimle gelmek için çok yalvardı, ama izin vermedim. İstanbul’a yalnız olarak gittim ama üç kişiyle birlikte ölüme yürüyecektim. Babam beni affetmeyecekti, aşiret reisleri yüzüme tükürecekti, ben ise sadece gülecektim. Öyle bir gülme olacaktı ki bu, elime aldığım yokluk tespihi dağılana kadar ölmüş olacaktım.
ÖSS’de Fen-Edebiyat Fakültesi, Fizik bölümünü kazandığımda sayısala yatkın olan aklım ünlü bir fizikçi olma hayaliyle adım attı yabancı bir şehre. İstanbul’un sisli sokaklarından geçerken, elime aldığım sigara içimdeki heyecanla tutuştu, uçtu göğe doğru. Kiraladığım apartman dairesinde penceremi gazetelerle örttüm, yalnız olmayı sevdiğimden ilk günümü rutubetli duvarların kalın yüzeyinde uyuyarak geçirdim. Babamdan gelen mektuplar, eşimin gözyaşlarıyla kirlenirken, içime attıkları özlem duygusu zirvedeydi. Yavaş yavaş istediğim eşyaları odama yığdığımda fakültenin esrarengiz koridorlarında memleket özlemiyle yandım. Eve geldiğimde karmaşık ama bir o kadar da eğlenceli olan derslere gömdüğüm başımı, Sibel adındaki bir kızla kaldırdım. Her köşede sigara içen gençlerin arasında o çok temiz, o çok iyimserdi. Her erkeğin dikkatini çekebilecek kadar güzel mavi gözleri ve dolgun dudakları, benim içimdeki aşk avcısını çoktan harekete geçirmişti. Parmaklarımın arasından kayan yüzük, bir daha asla yerine takılmayacaktı. Uzun sarı saçları, ince beli, zarif duruşu ve parlak zekâsıyla daha on sekizinde bir genç kız. Ben ise sınava geç bir yaşta girmiş toy bir delikanlıydım. Sigaraya alıştığım İstanbul, büyülü denizini yüzüme vuruyor, serin alnını göğsüme dayıyordu sanki.
Ayakkabım çamur içindeydi ve tüm kâinat bir Elif’i andırıyordu gözümde, ben bu aşk ile sarhoştum. Bir gün derslerden bunalmıştım ve kantinde Sibel’in yanına oturmuştum, o zengin bir ailenin kızıydı, bana bakmaz diye düşünmüştüm. Ders notlarını almak istediğimde beni evine çaya davet etmişti. Pazar günü gittiğim iki katlı evin, geniş salonuna dolan gençler, sanki Sibel’i izleyen iki çift gözdü. Onu sarıp sarmalamak istiyordum, merhaba derken uzattığı sıcak ellerini, tuttuğumda içimin tüm soğukluğu eriyordu. Heyecandan terleyen ellerim, evlilik hayali kurduğum Sibel’in karşısında çok çaresizdi. O ise gülen yüzü, sevecen tavırlarıyla tam da benim aradığım kadındı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.