- 1655 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"ATATÜRK'E BORCUMUZ" KİTABI "GİRİŞ" BÖLÜMÜNDEN
BAŞLARKEN
Son yıllarda, ülkemizde yaşanan olaylar beni son derecede etkilemekte ve üzmektedir. Ülkemizin geleceği açısından büyük kuşku duyuyorum.
Bu kitabımı; ülkemin şu anda içinde bulunduğu durumu saptamak, bu konuda tarihe bir not düşebilmek ve yaşanan olumsuzlukların çözümünde bir katkım olabileceği düşünce ve amacıyla yazıyorum.
Öyle çelişkilerle dolu bir ülkede yaşıyoruz ki; atılan her adımdan, olması gerekenden farklı anlamlar çıkarılıyor. Her girişimin altında bir bit yeniği aranıyor, bir çıkar amacı güdülmüş olabileceği veya bazı değerlerin istismar edilmek istendiği düşünülüyor.
Çünkü ülke siyaseti ve yönetimi; özellikle son yıllarda, tamamen parasal gücün, siyasi veya kişisel çıkarların, çeşitli istismarların, çevrilmeye çalışan entrikaların, bölücü ve ayrılıkçı senaryoların, emperyalist etkilerin pençesine düşmüş bulunuyor. İyi niyet yoksunluğu, ne yazık ki, ülkemizin en önemli kriterleri arasına girdi.
Bölücü fikirler gittikçe güçleniyor. O kadar ki; aynı ilkeleri taşıyan insanlar arasında bile ayrılıkçı görüş ve akımlar ortaya çıkmaya başladı. Örneğin; Atatürkçülük konusunda tartışmalar yaratılıyor. Atatürk’e sevgi ve bağlılığını ifade eden ve Atatürkçülüğü savunanlara; Atatürk’e karşı olanları bir tarafa bırakın, aynı camiadan olanlar tarafından bile “Sahteci” damgası vurulmaya çalışılıyor. Bu konuda bile bir ikilik yaratılmış bulunuyor.
Öte yandan, Karşı Devrimciler, Atatürkçüleri “Tabu” yaratmakla suçluyorlar. Ben bu kitabımı işte böyle bir ortamda yazıyorum.
Kitabımın adını, sayılan bütün bu çevrelerin sakat ve olumsuz yargılarından uzak tutabilme çabası içinde seçtim. Ama her şeye rağmen yine de haksız eleştirilere uğrayacağımı biliyorum. Ama bunu hiç umursamıyorum ve kitabıma isabetli bir isim koyduğumu düşünüyorum. Evet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Gazi ve Şehitlerimize büyük borcumuz var.
Atatürk’ün ismini kullanmakta herhangi bir çıkarımın olması asla düşünülemez. Çünkü belli bir yaştayım ve bundan sonra aktif siyasete girmeyi düşünmüyorum. Kitabımın çok satması ve çok para kazanmam da söz konusu değil. Zira ben kitaplarımı böyle bir amaçla yazmıyorum ve bugüne kadar bu yolla beş kuruş bile para kazanmış değilim. Beni tanıyanlar bunu bilirler.
Tabu yaratma meselesine gelince; Atatürk, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada varlığını ve değerini yeterince kanıtlamış büyük bir liderdir. Hakkında çok değerli yazarlar tarafından yüzlerce kitap yazılmıştır. Bundan sonra yazılacak hiçbir kitap ve hiçbir yazı onu daha fazla yüceltemez.
Yaptığım bu açıklamayı gereksiz bulanlar olabilecektir. Çünkü insanların ağzı torba değil ki büzülsün. Hem ben bunları fazlaca dikkate alacak olsam, ne kitap yazabilirim, ne de makale. Herkes dilediğini düşünmekte serbesttir.
Bu arada sanırım şu hususu da açıklamam gerekiyor. Kitabımın siyasi bir hedefi, siyasi bir yanı ve yönü yoktur.
Amaç Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ülkemiz için yaptıklarını göremeyen veya inkâr yoluna sapanların uyarılmaya çalışılması ve bir hakkın teslimidir. Yapılan şey gerçeklerin halkın önüne serilerek, gün ışığına çıkarılabilme çabasıdır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; gerek Kurtuluş Savaşımız, gerekse Cumhuriyetimizin ilanı ve Devrimlerimizin gerçekleştirilmesinde en büyük payı olmakla beraber, bunları tek başına başarmadığının, asker ve sivil yakın arkadaşlarının büyük katkıları olduğunun unutulmaması gerekiyor. Bütün kazanımların öncülüğü ve liderliğini yapmış olan Büyük Atatürk’ün ismi; bu kitapta, vatan için emeği geçen herkesin ve vatan uğruna canlarını vermiş aziz şehitlerimizin tümünü ifade eden bir sembol olarak kullanılmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yaptığı birçok konuşmasında, hiçbir şeyi tek başına yapmadığını, zaferleri ve başarıları tek başına kazanmadığını, birçok defalar, çok belirgin ve net bir şekilde ifade etmiş bulunmaktadır.
Şimdi asıl konumuza dönerek, bu kitabı yazma nedenlerimi anlatmaya çalışacağım.
Son yıllarda, özellikle de 2010 yılının ikinci yarısından itibaren; ülkemiz ve ulusumuz hiç beklemediği ve hiç hak etmediği birçok olumsuzlukla karşıya gelmiş bulunuyor. Sorunlar azalacağı veya kaybolacağı yerde daha da çoğalıyor. Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım.
1- TBMM’de yapılan anayasa değişikliği görüşmelerinde maalesef demokrasi ile bağdaşması mümkün olmayan bir yol izlendi. Oy çoğunluğuna dayalı siyasi güç muhalefete karşı ezici şekilde kullanıldı. Muhalefetten gelen hiçbir öneri dikkate alınmadı. Vekiller oylarını vicdani kanaatlerini yerine getirebilmekten ziyade, büyük bir baskı altında kalarak: parti liderlerinin istekleri, tehditleri ve hatta emirleri doğrultusunda kullanmak zorunda bırakıldılar.
2- Gerek bu görüşmeler sırasında, gerekse bunun dışındaki zaman ve ortamlarda Anayasamızın değiştirilemez maddeleri ile ilgili tartışmalar yaratıldı. Cumhuriyetimiz, Atatürk İlke ve devrimleri ile Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında, son derece yakışıksız ulu orta konuşmalar yapıldı. Kusurlu olan bireylerin cezalandırılması yerine Türk Silahlı Kuvvetleri kurum olarak tümüyle yıpratıldı.
3- 30 Ağustos Bayramı kutlamalarında gelenekselleşmiş törenler yapılmadı. Kutlamalar Garnizon Komutanlıkları’ndan alınarak Valiliklerin yetkisine verildi. Bu yıla kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nce yapılmakta olan Şehitlikler ve Şehit Anıtları’nın bakımları Kültür Bakanlığı’na devredildi. Böylece ulusumuz için tarihi ve milli değerleri büyük olan bu yerlerin korunmaları ordunun güvencesi altından alındı. Bir çeşit muallâkta bırakılarak kaderlerine terk edildi.
4- Cumhuriyet Bayramımıza verilmesi gereken önem ve değer yeterince yerine getirilmedi. Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri, belki de ilk defa Cumhuriyet Bayramı
kutlamaları alışılandan sönük geçti. Halk, geçmiş yıllardaki bayram coşkusunu göremedi. Böylece, Cumhuriyetimizin ve ulusal bağımsızlığımızın simgesi olan bu en büyük bayramımızın geleceği konusunda kuşkular uyanmış bulunuyor. Bunun yanında, sadece milli bayramlarımız ve kutlanmaları için değil, Türk Milletinin en büyük değerlerinden olan Cumhuriyet rejimimiz için de endişelerimiz var.
5- Okullarda hafta başı ve sonları yapılan bayrak törenlerinde İstiklal Marşımızın okunması, okul yönetimlerinin inisiyatifine bırakıldı. İlköğretim Okulları’nda her sabah
öğrenciler tarafından topluca okunan ve gelenek haline gelmiş olan, öğrencilerimizin milli duygularının canlı tutulmasını sağlayan “Türklük Andı”nın okunması yürürlükten kaldırıldı.
Ancak açılan dava sonucu Danıştay bu son derecede saçma kararı iptal etmiş bulunuyor. Ama ben, sadece düşünce ve tasarı aşamasında kalmış bile olsa, ülkede huzursuzluk yaratan bu konunun, yaşadığımız bu döneme tanıklık etmesi açısından burada kalmasını uygun buldum.
6- Türban bahanesiyle; dinin devlet işlerine karıştırılmasını ve siyasete alet edilmesini engelleyen “Laiklik İlkesi” ile bağdaşmayan, kuşku yaratıcı birçok adımlar atıldı. Bu
yetmiyormuş gibi, anayasanın değişmez maddelerini tartışmaya açan, anayasaya aykırı birtakım kışkırtıcı yazılar yazıldı ve söylemlerde bulunuldu. YÖK tarafından alınan kararla, üniversitelerde farklı uygulamaların oluşmasına neden olundu. Bazı siyasetçiler ve ayrılıkçı
çevreler tarafından, üniversiteler için alınan bu mahut kararın İlköğretim Okulları’na kadar indirgenmesi istendi.
7- Ulusal değerlerimiz birer birer elden çıkarıldı. Özelleştirme adı altında; KİT’ler, Devlet Üretme Çiftlikleri, Tekel, elekom ve Milli Bankalarımızın çoğu, özel sermayeye devredildi. Bunların birçokları da yabancıların eline geçti. Böylece ekonomik bağımsızlığımız zaafa uğratıldı ve milletimizin baş belası olan kapitülasyonlar yeniden hortlatıldı.
8- Devletimizin temel kurumlarından olan Ordu, Yargı ve Üniversite gibi kuruluşlarımıza karşı olumsuz, hatta hasmane denilebilecek tavırlar sergilendi. Anayasa ve yasalarımızda bu yönde olumsuz değişiklikler yapılarak bu kurumlar baskı altına alındı. TBMM’de yapılan görüşmeler sırasında yaşananlar tartışma boyutlarını aşarak tatsız ve yakışıksız kavgalara neden olundu. Böylece millet iradesini temsil eden ülkemizin bu en büyük kurumunun saygınlığına gölge düşürülmüş oldu.
9- Etnik köken ve inanç ayrılıklarına bağlı olumsuzluklar arttı. Bunlar, Ulusal Birlik ve beraberliğimizi tehdit edebilecek boyutlara ulaştı. Bu olumsuzluklara bağlı olarak terör
olayları çoğaldı. Bir taraftan da ayrılıkçı ve bölücü terör örgütleri kazandıkları aptalca cesaretle atağa kalktılar ve siyasi çözüm yaygaraları koparmaya başladılar.
Başlangıçtaki isteklerini abartarak; özerk anayasa, özerk bayrak, özerk bütçe isteme ve bu konularda direnme küstahlığı gösterdiler. Bu konularda devletimizi ve halkımızı pervasızca ve açıktan tehdide yeltendiler. Ülkemizi bölme istekleriyle halkımızı her geçen gün biraz daha artan huzursuzluk ortamına sürüklediler.
10- Tarım ve hayvancılıkta iç üretim baltalanarak; dışa bağlı ve bağımlı bir ithalat rejimi yaratıldı. Geleneksel tarım ürünlerimizin üretimine getirilen kısıtlamalarla çiftçimiz,
dolayısıyla halkımız zora sokuldu ve zarar gördü. Böylece Tarım sektörümüz, yerli sanayimiz ve ekonomimiz zaafa uğratıldı. Bunun yanında; lüks tüketim mallarının ithali ve bunlara sağlanan gümrük indirimleriyle büyük ölçüde savurganlığa neden olundu.
11- İthal edilen GDO’ lu ürünlerle halkımızın sağlığını tehdit eden ve geleceğimiz için büyük endişe yaratan olumsuzluklar yaşanmaya başlandı. Yerli tohum üretimi tamamen ortadan kalktı. Halkımız, damak tadına uymayan, üstelik sağlığı açısından da sakıncalı olan bir
beslenme durumuyla karşı karşıya getirildi.
12- Zamanında önlem alınmaması suretiyle, ülkemizde hayvancılık can çekişir hale geldi. Dışarıdan yapılan canlı hayvan ve et ithali ile bu konuda yaşanan olumsuzluklar daha da çoğaldı. Gerek tat ve lezzet eksikliği, gerekse fiyatlardaki yükseklik nedeniyle, halkın en temel beslenme ürünü olan et tüketimi büyük ölçüde azaldı ve sağlıklı beslenme açısından son derecede sakıncalı bir durum yaratıldı.
13- Yapılan dış borçlanma ve özelleştirmeler, bunun yanında Yabancı yatırımcılara sağlanan imtiyazlarla; sömürülmekten yakamızı zor kurtardığımız, ekonomimizi tehdit
eden “Kapitülasyon” belası, yeni baştan ülke gündemine taşındı ve böylece ekonomik bağımsızlığımız yeniden yabancıların tehdidi altına girdi.
14- Bitmek tükenmek bilmeyen siyasi kavgalar, politikacıların sorumsuzca hareketleri, düzeysiz sataşma ve dalaşmalar, karşılıklı hakaretler, gençlere ve çocuklara kötü örnekler teşkil edebilecek boyutlara ulaştı. Bir taraftan da halkta uyanan gelecek endişelerini artırdı.
15- Dış politikada yaşanan tutarsızlıklar, komşular arasındaki ayrıcalıklı ilişkiler, bazı komşularımıza verilen aşırı tavizler ve Cumhuriyetimizin temel ilkelerine ters düşen bazı
hevesler; başta Cumhuriyetçi, Atatürkçü ve Ulusalcı kesim olmak üzere halkımızda kuşku uyandıran bir hal aldı.
16. Emperyalist ABD’nin saldırıcı ve sömürgen emellerine hizmet eden politik yaklaşım ve bu devletle aramızda yapıldığı ileri sürülen gizli ikili anlaşma söylentileri yaygınlaştı. ABD gizli istihbarat kuruluşlarının Türkiye’deki faaliyetlerinin arttığı iddiaları ve bunları
doğrulayacak emareler gündemde daha çok yer almaya başladı. ABD’den, sivil ve askerlerden oluşan çok sayıda kişinin, araştırmalar yapma ve görüşmelerde bulunmak
üzere Türkiye’ye gelişi, önceden var olan kuşkuların artmasına neden oldu.
17- Yakın ilişkiler içinde olduğumuz ve aralarında hamiliklerine soyunduğumuz bazı Arap Devletlerinin bulunduğu çok sayıdaki Arap Ülkesinde yaşanan olumsuzluklar ülkemizi de tedirgin etmeye başladı. Zira bu olayların nerede duracakları ve nasıl sonuçlanacakları
bilinmiyor. Üstelik bu olayların yaratılmasında; başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin etkileri, tertip ve kışkırtmalarından söz ediliyor.
18- Yurt içindeki asayiş olayları, bugüne kadar görülmemiş boyutlara ulaştı. Alkollü araç kullananlara verilen cezaların artırılmasına karşın, aşırı alkol alan sürücüler olmayacak
hatalarla ölüm saçarken, güpegündüz benzin istasyonundan otobüs çalınıyor, bankalar soyuluyor, genç kadınlar sokakların artasında, halkın gözleri önünde tabanca kurşunu veya bıçak darbeleriyle öldürülüyor. Bu kadar olumsuzluk yetmiyormuş gibi, küçük yaştaki çocuklar babaannelerinin üzerine benzin döküp yakıyorlar.
19- Besleme basın daha çok beslenir ve güçlü hale getirilirken, ulusalcı basın daha çok baskı ve tehdit altına girdi. Düzmece iddiaların devamı olarak; yeni yeni suçlular
yaratıldı. İlkeli, ulusalcı ve fikirlerini cesaretle savunan gazeteciler bir bir tutuklanıyor. “Bunlardan daha elim ve vahim olmak üzere” halk arasında korku duygusu yaygınlaştı. Muhalefet tarafından ortaya atılmış olan “Korku İmparatorluğu” kavramı gerçekleşme sürecine girdi.
20- Ergenekon ve Balyoz adı altında yürütülmekte olan davalar, bir an önce onuçlandırılmaya çalışılacağına, hazırlanan yeni iddianamelerle, daha karmaşık ve ne
zaman sonuçlanacakları belli olmayan bir duruma getirildi. Suçlulukları kesinleşmeyenlerin tutukluluk hallerinin devamı halk arasında oluşan korku ve kaygıları daha da artırdı. Uğradıkları ve alışık olmadıkları yeni yaşam biçimleri ve moral bozuklukları itibariyle, özellikle ileri yaşlardaki tutukluların sağlıkları bozuldu. Bu durumların dikkate alınarak çözüm arama gayretinde bulunulması yerine yaşanan olumsuzluklar daha da çoğaltılıyor.
21- Ülkemiz; okumayan, yazmayan, fikirlerini açıklamaktan korkan ve alıkonulan, geleceğini düşünmekten uzak, üretmek yerine tüketmeyi yeğleyen, kişisel çıkarlarını
ilkelerinden ve ülke çıkarlarından üstün tutan, siyasi tartışmalara kayıtsız kalan, haksızlıklara karşı çıkanları kınayan, adeta üzerlerine ölü toprağı serpilmiş insanların
yaşadığı, Cumhuriyetimizin ve bağımsızlığımızın sembolü olan İstiklal Marşımızın bile tartışmaya açıldığı bir konuma geldi.
22- Kamusal harcamalarda olağanüstü bir savurganlık başladı. Resmi araba saltanatına son verileceği vaadiyle işbaşına gelenler, çok gelişmiş ve ekonomik düzeyleri bizden çok yüksek ülkelerde bile görülmeyen bir biçimde harcamada bulunuyorlar. Zaman zaman basında; İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerle kıyaslama yapan haberler yer alıyor ve bunlarda verilen rakamlara göre bizdeki araba sayıların bunların kat kat üstünde.
Araba saltanatına son vereceğiz diye yola çıkanlar şimdi buna ek olarak bir de uçak saltanatı yarattılar. Eskiden tek bir ATA uçağının varlığı tartışılırken şimdilerde bu hizmeti veren uçak sayısının sekizi bulduğu söyleniyor.
Bütün bunlara paralel olarak; Cumhuriyetin kuruluşundan 2000 yılına kadar, Atatürk ve İnönü dahil ülkemizde görev yapmış bütün devlet başkanları ve başbakanların yurtdışına yapmış oldukları ziyaretlerin en az 100 katına çıkmış olduğunu söylemenin abartılı ve yanlış olacağını düşünmüyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan yaptıkları bütün Yurtdışı seyahatlerini sayın eşleriyle birlikte yapmaktadırlar. Bu durumun, kafalarda gerçekleştirilmesi düşünülen “Yeni Türkiye” modeline ait motiflerin bütün dünyaya yaygın ve etkin bir biçimde
tanıtılma amacı güttüğü düşünülmektedir. Ekonomik ve ticari amaçlarla yapılan yurtdışı gezilerine 200-300 kişilik, şatafatlı heyetlerle gidiliyor olmasının, özlenilen saltanat
tutkusunun bir ifadesi olabileceği akıllara gelmektedir.
Düğünler, toplantılar, eğlenceler ve verilen ramazan davetlerini gördükçe halkımız; Eşref Paşa’nın “Han-ı Yağma” şiirini okumaya başlamış ve iyice ezberlemiştir. Sosyal Medya’ya ait İnternet sitelerinde bu tarihi şiirin sık sık yayınlandığına tanık olmaktayız.
23- Sayılacak daha pek çok olumsuzluk olmakla beraber, Ülkemizde son olarak yaşanan ve tarihimizde bu güne kadar emsali görülmemiş; aralarında emekli kuvvet Komutanlarımız, amiral ve generallerimiz ile çok sayıda muvazzaf subayımızın yer aldığı 163 askerimizin
tutuklanması olayı, olağan dışı olumsuzlukların üstüne adeta tuz-biber ekti. Kahraman askerlerimize reva görülen bu olay toplumumuzda büyük üzüntü yaratıp tartışmalara
neden olurken, bir taraftan da yargı bağımsızlığımıza gölge düşürdü.
24- Sayılan bu temel meseleler yanında, ülkemizin şu anda içinde bulunduğu işsizlik ortamında, en azından bunlar kadar önemli başka olumsuzluklar da yaşanmaktadır. KPS sınavında yapılan sahtekarlık, toplumun kafasını allak bullak etti. Son olarak yapılan YGS’ de ortaya atılan şifre yolsuzluğu kamuoyunun gündemine adeta bir bomba gibi düştü.
Henüz sonuçlanmayan ve gerçeklik payının ne olduğu tam olarak bilinemeyen ve durumun düzeltilmesi için önlem alınması düşünülmeyen bu durum, ne yazık ki toplumda büyük bir travmaya neden oldu. Haklarını aramak için eylem yapan öğrencilere yapılan polis müdahalesi ve tehditler ise son derecede çirkin oldu.
Yaşanan olumsuzluk nedeniyle; bilgisayar ortamında gerçekleşecek olan önümüzdeki seçimler için; yaşanan bu kötü örneklerin kötü bir emsal teşkil edebileceği ve duyulan kuşkuların seçimlere de yansıyabileceği, yani seçimlere hile karışabileceği endişesi uyanmış bulunuyor. Bütün bu şeyler, ne yazık ki toplumsal huzurun daha da bozulmasına yol açmaktadır.
25- Bu yazıma başladığımdan bu yana, ülkemizde var olan sorunların üzerine adeta tuz-biber eken ve adeta
Yukarıda sayılanlar ülkemizin son yıllarda içine sürüklendiği olumsuzlukların kısa özetler halinde verilmiş örneklerdir. Bu sayılanlara daha pek çok şeyler eklenebilir. Yaşanan bu kötü örneklerle bardak taşıyor artık !.. Gerçeklerin görülmesi ve ülkemizin daha kötü durumlara duçar olmaması için, artık, milletçe gereken önlemlerin alınması gerekiyor.
Bütün bu şeyler; vatanını seven, devletine ve ulusuna bağlı, bu değerler için her türlü fedakârlığa katlanmaya değeceğini düşünen birçok vatandaşım gibi beni de kaygılandırıyor, duygusallaştırıyor, huzursuz ediyor ve üzüyor.
Bu yılki (2010) 30 Ağustos Zafer ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramlarımızda, karşılığını göremediğim beklentilerim uykularımı kaçırdı. O günlerden beri, vatandaşlarımın neredeyse %80’ lere varan çoğunluğu gibi, ben de anti-depresan ilaç kullanmaya başladım. Bu sözlerim asla küçümsenmemelidir. Bu ulusun başına gelen bütün belalar, zamanında gereken değerlendirmelerin yapılamaması ve önlemlerin zamanında alınmamasından kaynaklanmıştır.
Kafamın içini dolduran olumsuzluklardan; ancak düşüncelerimi yazarak ve paylaşarak kurtulmaya çalışıyorum. Ben amatör bir yazarım. Bir köşe yazısı yazmaya başlıyorum, bunu yaparken kafamdakileri tümüyle boşaltmak istiyorum. Yazdıklarım uzuyor ve köşe yazısı olmaktan çıkıyor.
Makale diye başlayıp kitap olarak bitirdiğim üç yapıtım oldu. “Milliyetsiz Aydınlar”, “YANIT” ve “Kocatepe’den Dumlupınar”a. “Atatürk’e Borcumuz” aynı şekilde yazdığım dördüncü kitabım oluyor.
Evet, Türk Toplumu ve Türk Vatandaşı bireyler olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e büyük borcumuz var. Aynı şekilde yerine getirilmesi gereken görevlerimiz de. Bu kitabımı yazmakla; önemli bir görevimi yenine getirmeye, Atatürk’e ve vatanıma karşı bir nebze olsun borçlarımı ödemeye çalışıyorum.
Saygılarımla…
YORUMLAR
Sayın Sadık ÖZEN,
Bu ve bundan önceki yazılarınızı okudum.
Düşüncelerinizi bir kitap haline getirmeniz sebebiyle sizi tebrik ederim.
Ben Antalya'da ikamet etmekteyim ve bu kitabınızı mutlaka alacağım.
Şayet bir imza günü yapacaksanız, kitabı imzalamanız benim için ayrı bir değer olacaktır.
Böyle bir tarih ve saat şimdiden belli ise lütfederseniz memnun olacağım.
Kitabınızın ve düşüncelerinizin çok sayıda okuyucuya ulaşmasını temenni eder,
Saygılarımı sunarım.