- 691 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Birkaç Konuyu Açmak İstedim
Birkaç Konuyu Açmak İstedim
"Kader hükmettiği zaman hoş tut nefsini! " Katre-i Matem
Kader: "İnsan" içerikli "Adem" adlı ruhsal yazılımın soyut boyutta ismi "Hak" ve somut olarak da ismi "Hay" ile işlemesi olarak kısaca tanımlanabilir.
Genişletince; soyutta "Kalu Bela" olayındaki ruhlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? " şeklinde sembolik soruya verilen cevabın soyut yansıması "Kader" ve somut yansıması "Kaza". Toparlarsak; kader insanın soyut, ruhsal boyutta yaptığı tercihtir. Bu tercihin Dünya boyutunda somutlaşması ise "Kaza" olarak bilinir. Demek ki soyutta tercih edilen, somutta karşımıza çıkıyor. İnsanın soyut boyuttaki özgür tercihi, somut Dünya boyutunda kaza oluyor. Soyut boyutta zamanın olmaması somut boyutta zaman ve mekanın sınırları insanı aldatıyor. Aslında her iki boyutta olanlar eş zamanlı... Somut esfel boyut, (sefil Dünya) somut boyutta olaylar zaman şeridinde akıyormuş gibi algılanır.
Eski teyp kasetlerini bilirsiniz. Tüm bilgi içerdedir ama okuyucu başlığın önünden geçenler o andaki okunanlardır. Kaset içeriğine kader denirse kasetin okuyucu başlığından geçerken "An" işleyişe de kaza denir. Kasette ne varsa o kadarı okuyucu başlıktan geçer. Kaseti dolduran ise insanın soyuttaki tercihidir. "Kalu bela" devam ediyor bu boyutta zaman ve mekan sınırı var o yüzden! Yoksa kalu bela zaman ve mekan boyutu dışında bitmiş bir hadisedir. Şimdi aklımızı kullanalım kaderi soyutta, ruhsal boyutta tercih ettik, somutta ise kaset örneği gibi tercihler okuyucu başlıktan geçiyor! İşte burada "Kader hükmettiği zaman hoş tut nefsini! " demek gerek. Okuyucu başlıktan geçenler, kaza olanlar kendi tercihlerimiz çünkü. Tercihine razı olmak gibi.
Kader bize her zaman hükmetmez mi?
Evet, her an kaderin hükmü icra olur. Kaderin hükmetme zamanı denen şey "An" dır yani somut Dünya boyutundaki kaderin işlerken zaman ve mekanın tesiriyle "An" da yansımasına özellikle işaret edilebilir. Örnekteki kaset şeridi okuyucu başlıktan geçerken üç hal, durum açığa çıkar. Zaten somutlaşan tüm kader verileri "An"da okuyucu başlıkta işlendiğinde yani kader, kaza olduğunda geçmiş ve gelecek oluşur. "An" itibariyle kaza olan kader kısmı geçmiş, kaza olacak olan hazır data ise gelecek konumundadır! Mazi, hal, müstakbel. Geçmiş, an, gelecek! Şeklinde tezahür eder maddi somut boyutta. "An" anahtar, okuyucu başlık.
Nefsi hos tutmak bizi felakete sürüklemez mi?
Önce nefsi tanımlamak gerek. Nefs, ben, ene aynı manayı ifade eder. Somut boyuttaki evrende her şey zıddıyla kıyas edilerek bilinir. Siyah, beyaza kıyas edilir. Çirkin, güzele kıyasla bilinir. Aynı şekilde zıtlarla görünür olan şeyleri duyularla algılamaya çalıştığımız bir evrende boyutta ismi "Hay" cilvesiyle yaşıyoruz. Nefs yani "Ben" Allah’ı bilmek için insana verilmiş, üflenmiş bir emanettir. Sanal bir "Rab" gibi. Sorun şu; bu sanal "Ben" i anlayan Allahı da bilmiş olur. "İlim kendin bilmektir! " Yani hem kendi "Ene" sini bilecek o zaman kendi ayrı bir varlık olmaz! Bunu anladığında "La ilahe illallah" (İlah yok, Allah var) der! Nefsin esfel boyuttaki istekleri somuttur! Bu nedenle tercihleri de çok belirgindir. Nefsin terbiyesi ve nefsin dizginlenmesi konusu da bu yüzden çok ilgi çeker! Arif için nefsi binektir. Somut isteklerin Dünya boyutunda soyut kaderi tercihlerin yansımasında nefs önemli çünkü. Nefsiyle Allah’ı bilen birisi nefsiyle Allah’ı bilebildiği noktada ariftir zaten, nefsini terbiye etmesi geride kalmıştır. Nefsi ona yol gösteriyor. Tüm varlığıyla aydınlanır, aydınlatır.
Nefsin besini günahlar degil midir?
Hayır! Çünkü günah olarak tanımlanan şeyler de aslında evrendeki esmanın yansımalarıdır. Allah abes iş yapmaz! Bu noktada hayır da şer de Allah’tan ve tercihler iyi kötü olarak insan göreceliliğinde tezahür eder. Bir eylem ki insanın kendine ve çevresine zarar veriyor ise "Şer" sayılır. Kimseye zararı yok ise serbest, faydalı ise iyi... Örnek vermek isterim; şeker sağlıklı bir insan için serbest, çocukları neşelendirmek için (miktar önemli elbet) iyi, şeker hastasına kötü. Şeker aynı şeker. Evrendeki tüm oluşlar ve tercihe sunulan her ne varsa Allah’ın onayından geçmeden tezahür edemez, açığa çıkamaz. O halde O izin vermişse birileri de tercih edip açığa çıkaracaktır! Sonuçları ise açığa çıkarmak için tercih edenin hesabına kaydolacak. Ceza ve mükafat olayında esmanın seyri gizli. Esma bir şekilde açığa çıkar! Çıkan esma abes olmaz. Yani kimse Allah’ın seçenek listesine koymadığı bir şeyi tercih edemez. "Ben"in, enenin, nefsin tercihleri de bu şekildedir. "Günah" denen şeyler insanın tercihinin göreceli sonuçlarının kötü olmasına bakar ki. Elbet sonucu insanı rahatsız eden her şey "Günah" kapsamındadır. Nefsi illa günahı tercih edecek diye suçlamak aslen yersiz olacaktır. Peygamberler ve arifler nefslerini öyle verimli kullanır ki tercihlerinden de hoşnut olurlar.
Nefis hoş tutulmaz. Nefse ancak nasihat edilmez mi?
İşte bu soruda bir gerçek açığa çıkıyor. Nefs Allahı bilmek için insana verilen bir araç! Bu araç vicdan ile iş görüyor. Vicdan tüm işlemleri ölçüp tartıyor. Nefse nasihat verecek olan makam kim olabilir? Allah olabilir. O halde nefsi sonradan nasihat alsın diye eksik ve yetersiz vermiş gibi düşünüp Allah’ın verdiği, üflediği emaneti eksik görüp onu kendiyle eşit yaratılmış başka insanlardan aşağı sanıp başka insanların nasihatine muhtaç sanmak, zaten nefse zulümdür. Nefsin izzetini kırmaktır. Nefse nasihat zaten yapılmış. İnsan tercihleriyle nefsi kendi "Zat"ını oluştuırmak için kullanacak. Çok yazımda tekrarladığım zat konusu mühim. Zat: İnsanın ruhsal yazılımının yani nefs,ene,ben olarak bilinen soyut varlığının Esfel boyuttaki beden ile birleşip ismi "Hay" etkisyle tezahürüdür. Açığa çıkan yaşamsal verilerdir. Bu veriler evrende her yana dağılarak çoğalır, yansır. İsrafilin üfleyerek topladığı da zattır. Eğer bir nasihat gerekiyor ise bu zatı oluşturan ruh ve bedenle oluşan canlı varlık insanın tercihlerini etkilemeye yönelik olmalı ki bu da zaten paralel boyutta yapılan tercihin yansıdığı bu esfel boyutta anlamsızlaşır! o halde nasihat de bu boyutun işi değil. Paralel zaman ve mekandan münezzeh tercih boyutunun bir işidir. Nefsin hoş tutulmamasından anladığım ise nefsin maksadının haricinde başka maksatlara hizmet ettirilmemesi. Yani esmayı yansıtırken kişiye göreceli "Doğru" yansımayı sağlayacak şekilde kullanılması. Nefs hoş tutulabilir, nasihat ise vicdanın bir tezahürü. Zaten bu boyuttaki tüm işleyiş zaman ve mekan göreceliliğinde bir önceki boyuttaki tercihlerin yansımasıdır. Nasihat ise bir sonraki boyutta işe yarayacaktır ki. Bu anlamda önemlidir. Ne ekersen onu biçersin hakikati. Dünya tarla bir önceki boyutta ekileni veriyor. Şimdi bir sonraki boyuta tohum bırakırken verimlileri adeta seçiyoruz. Nasihat de bu kapsamda... Geleceğe dair sonuçları olur.
Kadere iman kapsamında
Zaman sadece sözde
Ezel---Hal---İstikbal
Diye gelişmez mi?
Yani son diye bir zaman kavramı yok.
Evet zaman "An" da gelişir ve geçmiş ve geleceği andan okur. Oluşturur. An itibariyle henüz yaşanmamış veriler kader olarak gelecek olarak adlandırılır. Yaşananlar, geçmiş; kaza ise "An"dır. Yukardaki kaset örneğindeki hal... Son denen şey de izafidir. Zaman ve mekan boyutuyla "Son" kavramından söz edilir. Bu da esfel Dünya boyutuna hastır. Zaman ve mekanın işlevinin, sınırlamasının olmadığı boyutta son yoktur. Ezeli ve ebedi olma hali Allah için söylenir.
Öldükten sonra hayata da inandıgımıza göre
Hayatın dakika ve saniyeden ibaret olduguna inanmak bizi Allah Korusun biat a sürükler mi?
Ölüm zaten bir boyuttan diğerine geçiştir. Aslen ölüm yoktur. Anne karnında doğum ile yolcu edilen bebek anne karnında ölür, Dünya’da doğar! Dünya boyutunda vazifesini tamamlayan canlı (Ruh ve beden birlikteliği canlılık) ruhun soyut boyuta bedenin de somut boyutta çürümeye bırakılması yani ruh beden ayrılığına ölüm denir. Ruh için yok olma zaten söz konusu değil. Bir binanın projesine ruh diyelim tüm ayrıntılar olsun. Klasörler dolusu ya da disketler dolusu bilgi. Soyut olarak tasarı haldedir. Bina yapılırken soyuttan somuta çıkar. Bu bina her hangi bir nedenle yıkılsa plan soyut olarak var olduğundan aynısıyla yapılabilir. Öldükten sonra hayat dediğimiz şey zaten insanın hayattaki tüm yaşamsal verilerinin evrene yayılan verilerin bunlar esmanın da yansımasıdır. İsrafil’in sur üfleyerek toplamasıdır. Bu bilgiler kaybolmaz. Hayatın "An" dan ibaret olduğunu düşünmek yerine bilmek gerek. "İnanma bil! " konusu uzun sürer. İnsan inandıklarıyla değil, bildikleriyle diğer boyutta varlık kazanır. İnanç bu boyutta insana hedef verir. Yani "Neyi bileceğim? " sorusuna cevap verir inanç. Rab ve Rabbulalemin algısı konusu da bu kapsamda akla gelir. Rab: insanın Rabbulalemin’i kendi yetenekleri ve kavrama kabiliyetine göreceli kişisel algılamasıdır. Rabbulalemin ise algılanması istenen Allahtır. Bu nedenle Rab insanın bildiklerini temsil eder. Rabbulalemin ise bilmesi gerekenleri. İnsan Rabbulalemine inanır, Rabbini ise bilir! Rabbulalemin’i tam bilmek tüm insanların tüm bilinçlerinin bileşkesidir. Bu boyutsal sınırlar yüzünden mutlak manada olmaz. Bu nedenle mutlak iman da olmaz, mutlak küfür de olmaz şeklinde görüş bildirir alimler. Sorudaki "Biat" ise sanırım "Bid’at" konusu ki. Sonradan yenilik olarak, delilsiz hüküm çıkarmak manasına. Delilsiz hükümler zaten insan aklında hemen elenir. Vicdan mekanizması eğer perdelenmemişse işlevine mani olunmamışsa yanlış olanları atar. Vicdanı nelerin perdelediği konusu ise çok derin. Tüm insani menfaat ve aldanmalar vicdanın perdelenmesinde etken.
Bu yazıyı kaleme almama neden olan soruları soran değerli dosta teşekkür ederim.
Selametle.
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
hocam yine aklınıza sağlık ve o dostunuzun da aklına sağlık ...nefs kaza ve kader konusunda belki yarım olan bilgileri geniş çerçevede ele almışsınız bence insanın kaderini yine kendi yaptıkları ve nefsi belirler Allah ta onay verir yanlışmıyım bilmem ....birde örnekli anlatılısınız hoşuma gidiyor daha iyi anlıyorum hele şeker örneği güzel benzetme olmuş ....tekrar aklınıza sağlık yazan elleriniz dert görmesin ..