- 517 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünce devinimindeki Mutluluklar 8
Parmanides: Tanrı evrenin toplamından başka bir şey değildir demişti. Bunu Mansur ’’Enelhak (ben Tanrıyım) ’’ Diyerek haykırdığı gibi, Cüneyd-i Bağdadi de: “Suyun rengi kabın rengidir” diyecekti. Muhittin Arabî gibi düşünürler: “Tanrı’yı görmek isteyen eşyaya baksın” derken: “Abamın altında haktan başka kimse yoktur”, diyecekti.
Bu kadar somutça bir akıl koyuşla oluşturulan Yüce Tanrı fikrinin, varlık birliğine gelip dayanmış olmasıydı. Buna göre; Yüce Tanrı her şeyi kapsıyordu. “İnsanları ruhundan üfürdüğünü”; “Açık gizli, önce ve ahir benim; yüzünüzü nereye dönerseniz beni görürsünüz” gibi ilahi söylemlerin ifadesel açık anlamlarının altında ki gizli anlamı; “her şey, tek varlığın ürünü ve görünümü olduğudur.” Bu anlayış, tasavvufun akıl yolu ile fışkıran bir düşünmesine neden olacaktı.
Gerçi parça bütünden olmakla bütünün kendisi değildi. Göz, vücut bütünlüğü içinde bir işlev ve ilişkin parça oluşla; ancak kendisi kadar bir bağıntı durumu bütünden yansıtabilirdi. Yerde bulunan göz artık göz değildir. Bağıntısından kopmuş bir et parçasıdır. Artık görünen şeyle sizin aranızdaki mesafeleri kıyaslayamaz. Kıyaslasa bile! Sizde korkma kaçma, ağız sulanması vs. gibi durum ve duyguları oluşan bağıntısı kalmamıştır. Yalın olan en az iki şey (parça) bağıntı ile yeni bir özellikti düzey, düzlem oluşla; yalın halde iken yalının içinde bulunamaz olan bir girişme ve sonuçtu.
Düşünme, ağır aksak olsa, yanlış ta olsa; onlarca doğumla çoğalacak, ilişki ve bağıntı girişmeleri içinde yeni bir sentezle aşılacaktı. Süreç buydu. Yeni sentezde kendi niceleme çatışma ve çelişkilerini ortaya koyacak uzun bir süre sonra başka bir yeni sentez olmanın; kesikli (sınırlı dalga topakları oluşla)olay olgularla sürekli bir hal aşamaları olacaktı. Evrensel yasa buydu.
Bunlara karşın, Yüce Tanrı’nın akıl yolu ile bilinemeyeceğine ilişkin savlarıyla; Ruhçu tasavvuf düşün adamları, İbni Sina, Gazali gibi düşünürlerde, batının ruhçu mistikleri ile buluşur olacaklardı. Yol, iki alanda; madde ve ruh alanında alabildiğinedir.
Ancak bu güzelliğin ikinci yanı olan ruhçu bağnazlıklar, daima ve genelde; birincileri tahrip ve tazyik etmişlerdir. Yakıp yıkmalar daha başlangıçta Karmati’lerin başına gelen vakayı adiye den gibi görülen olaydı! Bir çiftçi ayaklanması olan bu Karmati ayaklanması, çok şiddetli ve kanlı oluşlarla, isyanları ve düşün söylemleri bastırılıp, eserleri ile yakılıp, yıkılmaya uğramışlardı. Kendisi zulüm görmüş bir ahfat olan yapının, kendisi de çokça zulüm yapıyordu. Her iki yanda da düşünce terörizmle ihale oluyordu.
Vahdeti Vücut anlayışı Feridüddin Atta’ın Mantık-ut-Tayr adlı hikâye eseri ile “Tanrı’yı arayan yine kendisini bulur” derken, Bayezid-i Bistam-i’nin şu güzel anlatısı ile ışıyan doğunun anlatımını kesmek istiyorum. Bayezid-i Bistam-i özetle:
“On iki yıl benliğini, bir demirci gibi dövdüğünü, beş yıl gönlünü ayna gibi aksettirdiğini. Bir yıl süresince de gönlü ile benliği arasına baktığını söyleyip, kendisi dışında bir inkâr edişin, küfrün varlığını gördüğünü söyler. Bu küfürcü yadsımayı kesmek için tam on iki yıl çalıştım der.
Bu beladan kurtulabilir mi? Hayır! Bu kez de kendi iç benliğinin dinsel küfrü ortaya çıkar. Beş yılda bu küfür kemerini kesmeye uğraştım der. Tüm bunlardan sonra halka baktım. Onları ölmüş gördüm der. Burada ilk anladığı şeyin Tanrı birliği (vahdaniyet) olduğunu belirtir. Bu kez de bir kuş olur kendisince bir keyfilikle, tam on yıl uçar.
Bizim havamızdan, bizim uzayımızdan, yüz milyon kez daha büyük bir havaya ulaşır. Öncesizlik alanına ulaşıncaya değin uçar. Burada Ahadiyet (hiçlik) ağacını görür: ‘Ve anladım ki bütün bunlar hud’ayımış (hile imiş)’ der. (Huda =Tanrı; hud’a =hile) Yorumcular bu sözle Bistami’nin: ‘Gördüğüm her şeyin Tanrı değil, ben olduğumu anladım’ şeklinde bir sözü dediğini söylerler.
Tabiî ki ışıyan doğu bu kadar soyutçulukların yanı sıra, matematik, kimya, fizik gibi bilimsel deneysel ve gözlemsel alanlarda da, El-Harezmî, Farabi, İbni Sina, Cabir Bin Hayyan, Ebubekir er Razi, Ebül Vefa, el Kindi gibi birçok kıymetlerin katkıları ile gelişip, geliştirmeleri hayata dâhil ediliyordular.
M.Ö 42 ve M.S. 54 yılarında Roma Topraklarındayız. Yani baba İmparator Nero Claudius Darusus ile Tiberius Claidus Nero dönemidir. Önemi, Claudius, sezarlığı sırasında pek çok davalara yargıçlık yapmıştır. İsa’nın doğumu dönemini kapsayan süre içinde zamana tanık olmasıdır. O günlerin pagan, monoteist, politeizm, deist, panteist, ateist vs. formlu anlayışlarının kaynaşışla tümünün bir arada yaşandığı, bazı koşullarda hemen hemen hiç birinin, bir birine karışmadığı bir mümbitliğin arenasıdır.
Roma her ulusun dinine sahip çıkıp, fethi altındaki ulusların Tanrı’sına tapmıştır. Roma siyaseten bundan yararlanırken, kendi de bu inanışlarca, fethedilmiştir. Tarihin geldiği bu milleti olan devletler sürtüşmesi görünümlü, sınıflar yapılı çatışmalar aşaması içinde imparatorluklar, birleyen unsur olmak zorundaydılar. İmparatorlukları imleyen güç buydu. Ama bu imsel güç kişilere “cihana hükmetmek” cihan hükümdarı tandanslı “cihangir” oluşla yansıyordu.
Monoteist anlayışı Yahudilikle (Elohim -Yehova dualitesiyle), mazdekilik (ışık-karanlık dualitesi) temsil etmekteydi. Hatta Yahudilik, Mısır dini (Amon- Aton dualitesinin) adeta devamı gibi idi. Tanrı Elohim, Yahudileşmiş Atonla benzeşmekte. Her ikisi de, acıyan, merhametli; dulları, yetimleri koruyan tanrı idiler. Tevrat dualitesinin ikili Tanrı görünüşünün ikinci Tanrı tipi Yehovadır. Yehova, Amon-Ra ile benzeşmekte idi. Yahudi ırkı olmanın tüm haşmetini üzerinde taşıyan Tanrı Yehova; Mısırın zengin ve soylu sınıf Tanrısı olan Amon-Ra gibi biçimciydi.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.