- 722 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK- 5
Otobüs duraklarda duruyor, yolcular, işlerine bir an evvel yetişebilmenin telaşesiyle canhıraş bir şekilde otobüsün içerisine kendilerini atıyorlardı. Sabah sabah kimselerin yüzü gülmüyordu. Suratlar, Çarşamba çanağı gibiydi. İç dünyalarındaki fırtınaların çalkantılarıyla mırıldanıp duruyorlardı kendi kendilerine. Arada bir şoförün ; “ lütfen boşlukları dolduralım ikazıyla gayri ihtiyari birkaç adım hamle yapmak zorunda kalıyorlar, çok geçmeden tekrar kendi dünyalarına dalıyorlar, otobüs acı fren yaptıkça da hasretle(!)kucaklaşıyorlardı. Zengin bir ailenin hizmetçiliğine giden gerzek Şaziye, yanındakine anlatıp duruyordu:
Yatalak adamı gül gibi bakıyom valla. Önünden südüğünü, arkasından da bokunu heç gocunmadan temizleyem valla. Çok hatırlı gönüllü insanlar. Bazen eskimiş pabuçlarını, geymediği eskilerini veriyorlar. Ben de çoluk çocuğuma ney geydiriyem…”
Yanındaki, gerzek Şaziye’yi dinliyormuş gibi görünse de aklı başka yerdeydi. “ Ah şu evin geciken iki aylık kirasını verebilsem, çocukların okul masraflarını karşılayabilsem…” Patronundan avans da isteyemezdi. Daha yeniydi işinde. Bir ay bile olmamıştı. Etine buduna dolgun alımlı bir avrattı. Avans istemiş olsa işler sarpa sarabilirdi. Zaten işe alındığından beri patronunun gözleri fıldır fıldır ediyordu endamında. Erkeklere güven olur muydu? Ölüm döşeğindeki bir erkek bile kadın sesiyle hemen ayağa kalkabilirdi. Edindiği tecrübeler, yanıltmazdı kendisini. Hepsinin de akılları uçkurlarında, köklerine kibrit suyu ,diye içinden geçirdi. Ev sahibi olacak domuz da öyleydi. Kirayı geciktirdikçe; cesaretlenip üstüne üstüne geliyor, atmaca gibi tek gözü uykuda tek gözü avında öylece fırsat kolluyordu hınzırın eniği. Arada bir de pişmiş kelle gibi sırıtması da yok mu, deli ediyordu insanı. Aklı sıra kapatma yapacaktı deyyus.
Şoför, yine aynı ses tonuyla kükredi:
- Boşlukları dolduralımmmm!
Umurunda değildi sanki. İster doldurun isterse de doldurmayın, çok da s…deydi dercesine. Cesur Usta, iki durak sonrasında yerini yaşlı bir kadına vermiş, Şengül’ün çaprazına geçmişti. Birkaç kez Şengül’ü dikizlemiş, bakışları çakışır çakışmaz, utanıp başka yöne çevirmişlerdi bakışlarını. Keltoş babasının yüz mimikleri bu sefer farklıydı. O da göz altından Cesur Usta’yı yoklayıp duruyordu; “ kızımda yine gözü var mı, “ diye. Her ne kadar Adliye’ye gidiyor olsa da aklında bin tilki dolaşmaktaydı. “ Ulan şarapcı Üzeyin’in kopili, eskiden seni hor görmeseydim bunlar gızımın başına gelmezdi. Yanılmışım! Aslında gızı ilk dünürcüsüne verecen. İster davulcu olsun, isterse de gılarnetci. Neyse henüz her şey bitmiş deel. O garısından ayrıldı, bizimki de gocasından. En sonunda sen benim damadım olcen, heç yolu yok. Tamam mı len boyacı. “
Şengül’ ün bakışlarında nedamet vardı ve de yalvarma; “ henüz sana olan aşkım tükenmedi.” Kalabalığın arasından Cesur’u arıyordu. Daha da olgunlaşmış buldu eski sevgilisini. Hafiften göbeği çıkmıştı. Şakakları da tek tük kırçıllaşmıştı. Bu da ona farklı bir özellik katıyordu. Karizmatik! Demek çekilen acılar işe yarıyordu.Her göz yaşında, her ah edip iç çekme de insan daha da olgunlaşıyordu ha! Yüzdeki her çizgi, geçip giden ömürden izler bırakan bir tarih yaprağı gibiydi adeta.
Otobüs, Adliye’ye yaklaştıkça; her ikisi de aynı duygular içerisinde maziye dalıp dalıp gidiyorlardı. Ah o ilk bakışlar! Kalplerin gümbür gümbür atışları. Sahi ya; geçmişteki arbedeleri yok sayıp, yeni apak bir sayfaya merhaba diyemezler miydi. Kim ne derse desindi. Dert etmezler ve kendi dalgalarına bakarlardı. Hayata tekrar sarılmak, hem de birlikte. Sıfırdan. Töreler. Aman be batsın,olmaz olsun töreler. Dikleşmek gerekti kalıplaşmış beyinlere, ahlaka. Velhasıl her şeye. Kuralsızı kural olarak seçmek gerekti.
Adliye önündeki ilk okul mezunu çantalı seyyar arzuhalciler, fink atıyorlardı şimdi; bir keriz gelse de yolsak, diye. Tabelalı arzuhalcilerin ise çalımından geçilmezdi. Avukatlar gibi gerdan kıvırıp, bir dilekçe için anasının nikahını isteyeceklerdi. Diplomalı can kurtaranlar(!) için ise bir şey söylemeye gerek yoktu.
“ Onlarla birlikte inip yardımcı olsam mı, diye içinden geçirdi. Sonra da vazgeçti, Şengül’ün keltoş babasına yem olmamak için. Otobüs, tenhalaşmıştı, buraya gelene dek. Bakışlarıyla hicran yarasını giderdiler az da olsa. Hüzün dolu gözler, hırpalanmış dudaklar... Bu dudaklar, dört yıl öncesi böyle miydi, Allah aşkına! Açılmamış goncadan farksız kelebek görünümlü birer şaheserdi her bir parçası.
Adiye Sarayı’nın önünde birkaç yolcu ile birlikte babalı kızlı indiler. Otobüs,uzaklaşana dek Cesur Usta’nın bakışları arka camdan ayrılmadı, ta ki Şengül’ün silueti, seyyar arzuhalcilerin arasında kaybolana dek.
Kerhanenin kapısına geldiklerinde saat sekize on vardı. Mesai birazdan başlayacaktı. Erkekler, aç kurtlar gibi kapının açılmasını bekliyorlardı. Sabırsızlıktan çatlayacaklardı sanki. Bazıları oflayıp pufluyorlar, saatlerine bakıyorlardı.
Kapıdaki bekçiye;
- Boyacılar, diye seslendi Cesur Usta. Iralanan kapıdan içeri süzüldüler. Polis, kulübesinde kendi işiyle meşguldü, iki kardeşe bakmadı bile.
Kerhanenin sokaklarında erkek sinek bile yoktu. Çok geçmeden adım atılacak yer bulunmaz, arı oğul verir gibi uğuldardı her taraf. Çığlıklar yükselir ; zılgıtlar, pencereleri titretir; sinkaflı sözler ayyuka çıkardı:
- Hiç mi garı görmedin ulennnn!
- Kavanoz dipli dünyaaaa!
- Ulen orospu sana para verdim, adam gibi seviş benleeee!’
Odalardan kader kurbanlarının sesleri geliyordu; sinek vızıltıları gibi. Son hazırlıklarını yapmış olmalıydılar. Biraz sonra seçmece karpuz gibi salonda oturup, müşterilerini alacaklardı içeriye. Önemli olan mangırların gelmesiydi. Pek öyle toplumun değer yargılarıyla kafa yoracak halleri yoktu. Onların dünyaları çok farklıydı. Zaten birer ölüydüler ama; her erkeğin gönlünde yeniden doğuyorlardı.
- Yavriim!
- Canım!
- Aşkım!
- Senin için Roma’yı bile yakarım.(Ha s…tir ulen!)
Cesur Usta, ikirciklendi. Kardeşi Cemil Usta da. Tırnak Çocuk hala piyasada yoktu.
- Abim nerede kaldı acaba, diye meraklandı Cemil Usta.
- Bilmiyorum, diye geçiştirdi Cesur Usta. Beş dakika beklediler, yine gelmedi Tırnak Çocuk. “ Dün gece Naciye’nin koynundaydı. Sabaha kadar uyumasa da yine iş başı yapardı, yoksa başına bir iş mi geldi, diye pirelendiler. Bu dünya piçlerle doluydu. Belli olmazdı. Puştluğa yiğitlik söker miydi? Hemen Naciye’nin çalıştığı Menekşe Sokağın otuz bir nolu odasına koştular.
- İlk müşterisini içeri almaya hazırlanan patlak gözlü Gonca;
- Gelmediler, boyacı, dedi. İkisi de gelmedi.
DEVAM EDECEK…